Nahit Duru
Nahit Duru - Bunlar mı bize demokrasi dersi verecek?

Bunlar mı bize demokrasi dersi verecek?

Tekrar etmekte yarar görüyorum.

"En kötü parlamenter sistem, en iyi askeri idareden, rejimden daha iyidir." 

Bunun İsmet Paşanın sözü olduğunu ve benim de ilke olarak benimsediğimi artık biliyorsunuz.

Birileri  kim darbeci kim değil tartışması başlattı. Darbeye karışmayan, demokratik sistemi savunan ancak daha önce olduğu gibi, iktidarın bundan sonraki tutumu konusunda çekinceleri bulunduğunu söyleyenleri "darbeci" olmakla itham ediyorlar.

Kendisine gazeteci diyen biri, - ki onu Kabataş olayındaki yalancı görgü tanıklığından tanırsınız-  başlattı bu tartışmayı.

28 Şubat olayında kullanıldığını, yani olayı desteklediğini açıklayan, 12 Eylül darbesinde, ihtilal rejimini savunup, destekleyip, korkudan köşe bucak kaçanlar şimdilerde kabadayı oldular. Ve bu kişi ve kişiler, günümüzde haksızlıklara karşı dik durduğumuz için bizleri suçlamayı adet haline getirdiler. Bunlara yalnızca iki olayı anımsatmak istiyorum. 

Birinci olayı "Arayış" adlı kitabımın "sıkıyönetimle tanışma" bölümünden-  özetleyerek aktarıyorum:

"...16ncı sayı piyasaya çıktıktan hemen sonra, 8 Haziran Pazartesi sabahı, Arayışa bir telefon geldi, asistanlarımızdan Ufuk Buzcugil, Sizi sıkıyönetim komutanlığından arıyorlar, ne diyeyim? diye heyecanla sordu... Ufuk çok çabuk heyecanlanan, hemen morali bozulan bir arkadaşımızdı, Sesi titriyordu, sakin olmasını söyleyip, bağlamasını istedim... 

... Ve askerler beni aldılar.

Sıkıyönetim Komutanlığı binasına, beni götüren subay ve erlerin eşliğinde girdim. Mamaktaki Komutanlığın kapısından subayla birlikte girdik. Subay beni Adli müşavirin odasına götürdü... Karşımda güleç bir insan vardı.. Hakim Yüzbaşı Yılmaz Hızlı.. O günden sonra hep desteğini göreceğim Yılmaz Hızlı ve Tülin Hızlı ile Arayış Dergisi ve Bekir Coşkun sayesinde dost olacaktık... 

...Yüzbaşı Hızlı, komutana benim geldiğimin bildirilmesini istedi... Biraz sonra haber geldi ve bir üst kata çıktık. Komutanın odasının bulunduğu koridora nasıl geldimi anımsamıyorum..

...Hızlı Yüzbaşı ile içeri girdik... Komutan ummadığım kadar sevecendi... Hızlı izin isteyip çıkınca, Recep Ergun söze girdi, üslubu çok yumuşaktı:

Bak kardeşim, bu derginin kapatılması için üzerimde çok baskı var. Ama ben dergi kapatan biri olarak anılmak istemiyorum..Üstlerim de, kapatma konusunda yurt dışından gelebilecek baskılardan çekiniyorlar... Bizi zorda bırakmayın, O nedenle bu dergiyi kapatın gitsin.. Ne dersin...?

Yutkundum, Benim dergiyi kapatmam mümkün değil... Benim görevim dergiyi yaşatmak ve çıkartmak... Zaten Bülent Ecevitin yazmasını da yasakladınız... diyebildim.

Korgeneral Recep Ergun,sözlerimi ya duymamış ya da, duymazlıktan gelmişti ve sakin bir ses tonuyla, "Adam Olmak" şiirinin neden yayınlandığını, kimin veya kimlerin kastedildiğini sordu...

Ben de o akşam Yüksel Çakmurun evindeki olayı şöyle özetledim...

O gün, Ecevitle toplandık. Biz, Bülent Ecevitin yazısının imzasız olarak, değiştirilerek kullanılmasını önerdik.. BÜLENT ECEVİT bunu reddetti.. Baskıya zamanımız yoktu... 

...Zaten Yazı İşlerinden bölümünü okuduysanız, BAŞYAZIda da bu şiir vardı... O nedenle dergiden çıkarmadık... Kimsenin üzerine almasına da gerek yok..Biz kimseyi kastetmedik.. Üstüne alıp, alınan mı olmuş?

Bu sözlerim üzerine güldü... Güldü demekten çok acı bir tebessümdü bu... Demek ki, bu soru bir yerlerden ona sorulmuştu.. Ama, açık sözlülüğüm de hoşuna gitmişti galiba...

Ve Gel direnme kapat şu dergiyi.. Gerekirse, senden daha yetkililer varsa onlara söyle, onlar kapatsın, kimsenin başı derde girmeden.. Beni de zor durumda bırakmayın diye sürdürdü konuşmasını.

Verdiğim yanıt kısaydı :

Komutanım, başta da size arzettim, benim dergiyi kapatmaya yetkim yok... Benim görevim ve yetkim, Arayışı yaşatmak, çıkmasını ve okurun eline ulaşmasını sağlamak... Yetki sizde, siz kapatın

Kolordu komutanı Ergun, umduğumdan zeki biriydi...Sürekli konu değiştiriyor, sonra konuşmayı Arayışın kapanmasına getiriyordu... Beni şaşırtmayı, köşeye sıkıştırmayı düşünüyor olsa gerek ki, yine konuyu değiştirdi... ARAYIŞta sürekli ekonomik gidişin kötü olduğunun vurgulandığını anımsattı...

...Bak kardeşim, bizi askerin Almanyadaki durumuna mı düşürmek istiyorsunuz?.. Askerin itibarını sıfırlamak mı amacınız... Buna izin vermeyiz.. De Gaulle Almanyaya gidince, uçaktan inmeden üniformasını çıkarmak zorunda kaldı. Dışarıda Resmi elbisesi ile dolaşamadı.. Üniformasını yalnız Almanyada askeri kışlaya girerken giyebildi...Biz askerler olarak, bizi bu duruma düşürmenize de izin vermeyeceğiz

Recep Ergun bana uzun gelen bir konuşma yapmıştı....Belki sözlerine devam edecekti ama, dayanamadım ve ilk kez korkunun, cesareti körüklediğine tanık oluyordum... Ergundan korkmamak olası değildi.. Neler yaptığı, yaptırıdığı belki yazılamıyor, ama; fısıltı gazetesi ile yayılıyordu.. Bunları süratle düşünüp, kararlılıkla konuşmaya başladım:

Paşam, Bizim amacımız, sizi halkın gözünde küçük düşürmek değil. Bizim amacımız, hata yapıp küçük düşmenizi önlemek. Kaldı ki, bizim gücümüz, sizi küçük düşürmeye yetmez... Siyasilerin hata yaptıklarını, o nedenle halkın size yönetime el koymanız için baskı yaptığını söylüyorsunuz...Bu, doğru olabilir. Biz sizin de yakındığınız siyasilerin durumuna düşmemeniz için uyarı görevimizi yapıyoruz.. Bizim sizi küçük düşürmeye çalışmamız ne hakkımız, ne de haddimiz...Ancak, sizi, sizin yapacağınız hatalar halkın gözünden düşürür. Yoksa bizim yazdığımız size yol göstermek için kaleme aldığımız yazılar sizi küçük düşürmez... Siz, bürokratlarınızın ve arkadaşlarınızın hata yapmasını engellemeye çalışırsanız, üniforma ile başınız dik dolaşabilirsiniz...

Biz de bu ülkenin geleceği için çaba sarfediyoruz... Bizi; Askeri halkla karşı karşıya getirmekle suçlamanızı içimize sindiremem.. Arayıştaki hiçbir arkadaşımın da böyle bir düşüncesi, niyeti yoktur.. İzninizle tekrar etmek istiyorum, bizim askerimizi küçük düşürmek gibi bir niyetimiz olamaz... Çabamız askerlerin üniformasız dolaşması değil, o üniformayı şerefle taşımaları içindir..

Konuşmayı sürdürecektim, ama sözümü tamamlayamadım... Paşa da soğukkanlılığını neredeyse yitirmişti.. Sesinin tonunu yükselterek, ancak kırmamaya özen göstererek konuştu:

Seni bir kez daha uyarıyorum, Dergiyi bir an önce kapat.. Yarın olacaklardan ben değil, sen sorumlu olacaksın...Dikkatli ol... Mert ve cesur bir çocuğa benziyorsun..

... Tekrar ediyorum, dikkatli ol ve ARAYIŞı siz kapatın... Sonra Paşa beni uyarmadı deme... Eceviti de uyarmıştım diyerek görüşmeye noktayı koydu.. Ben de ayağa kalktım...

Elini uzattı, tokalaştık, kapıdaki askere beni uğurlamasını söyledi... "

28 Şubatın yaşandığı günlerde Kanal-Ede yaptığımız bir programda, darbecilere ve Türk Ordusuna hakaret ettiğimiz iddiasıyla, İstanbul Ağır Ceza mahkemesinde Cevher Kantarcı ve Besim Tibukla yargılandık. Cevher ve beni dostumuz  Avukat Fikret İlkiz savundu. Hukuk adamı, dost, avukat Fikret İlkiz darbecilere hakaret etmenin suç olmadığını kanıtladı ve beraat ettik. Davacılar TSK ve 27 mayıscıların Milli Birlik Komitesi idi...

Günümüzde başarısız bir darbe var.

Ancak, benim de Ankara temsilciliğini ve yazarlığını yaptığım abcgazetesi.com dahil 5 internet gazetesi sorgusuz sualsiz erişime kapatıldı. Hiç bir uyarı yapılmadan.

"Demokrasi" diye mangalda kül bırakmayan bu yalakaların gıkı bile çıkmadı.

Şu bilinmelidir ki; biz yazılarımızla, haberlerimizle, hem siyasilerin, hem güvenlik güçlerinin onurla ve başları dik dolaşmaları için uyarı görevimizi yapıyoruz. 

28 Şubatta ve 12 Eylül döneminde yaptığımız gibi...

Not: Kıbrıs Barış Harekatı ile ilgili son bölümü 20 Temmuzda yayınlayacağız.

Toplam 1049 defa okunmuştur.

Nahit Duru diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.