Nahit Duru
Nahit Duru - Demokrasiden mutlakiyete giden yol!

Demokrasiden mutlakiyete giden yol!

"Aramızdaki farkı bilelim, biz mutlakiyetten bu güne geldik, siz ise bu günden mutlakiyete gidiyorsunuz" 

Bu sözlerin sahibini ve neden söylediğini yazacağım ancak önce günümüze şöyle bir bakalım.

Bir Başkanlık tartışmasıdır sürüp gidiyor. Tam bir kısır döngü. "Olurum", "olur",  "olamazsın", "olmamalısın",  v.b.

Son zamanlarda her fırsatta bu konu oturuyor gündeme. Halkın çektiği sıkıntıyı anlatan, anlayan, terörden bıkan halkı dinleyen, şehit cenazelerinde yükselen sesi duyan lider yok...

Tam bir orta oyunu...

Her şeye rağmen salı günleri çok eğlenceli oluyor... Tıpkı tuluat tiyatrosu gibi... TBMMde grubu bulunan siyasi parti genel başkanları kameralar karşısına geçiyor.  Hemen her salı aynı konular. 

MHPnin grup toplantısını bir, iki, AKP Genel Başkanının konuşmasını iki, üç kanal dışında tümü, HDPninkini bir ya da iki, ama konuşmanın bir kısmını, CHP Genel Başkanının grup konuşmasının tamamını bir, kısmen üç TV kanalı veriyor.

Liderler birbirlerine yanıt veriyor, izleyicileri de alkışlıyor.

Sorsanız o alkışlayana "genel başkanınız ne konuştu" diye inanın yanıt veremezler. Amaçları dinlemek değil, boy göstermek. İleride lazım olur diye...

Gündemin en önemli maddesi başkanlık veya partili cumhurbaşkanlığı...

Bu konuda CHPnin eski yöneticilerinden, Genel Başkan vekilliği de yapmış, eski Gümüşhane Milletvekili, TESAV Başkanı Erol Tuncer bir not gönderdi...

Notta partili genel başkanlığın tarihi gelişimi anlatılıyor.

Özetleyeyim.

Tek partili dönemin Cumhurbaşkanları Atatürk ve İnönü aynı zamanda CHPnin Genel Başkanlığı görevini de yürütüyorlar.

Demokrat Parti Genel Başkanı Celal Bayar, 07 Ocak 1947 tarihindeki 1. DP Büyük Kongresini açarken Cumhurbaşkanlığı ile Parti Genel Başkanlığının  aynı kişide birleşmesinin yarattığı sakıncaları vurguluyor. 

Bayar, iki görevi yürüten Cumhurbaşkanının kendi partisi ile diğer partileri bir tutmayacağını, bunun da yaşanarak görüldüğünü anlatıyor.

Muhalefetle iktidar arasında yapılan görüşmeler sonunda İnönü "12 Temmuz Beyannamesi" diye bilinen açıklamasında partiler arasında güveni yerleştirmek için, iki partinin yardımını istiyor. Kendisinin de hakemlik görevi yapacağını açıklıyor.

17 Kasım 1947 tarihinde yapılan CHP Kurultayında yapılan tüzük değişikliğiyle de, Genel Başkan Vekilliği ihdas edilecek, partinin yönetimi vekile bırakılacak, Parti Başkanı Cumhurbaşkanı kaldığı sürece Genel Başkanlık yetkilerini kullanmayacaktı.

Bayar Cumhurbaşkanı seçildiğinde DP Genel Başkanlığından ayrılacak, ancak DPnin yönetiminden elini çekmeyecekti. Tarafsızlığı konusuna hiç özen göstermeyen Bayar, DP Genel İdare Kurulu toplantılarını Çankaya Köşkünde düzenlemekte sakınca görmeyecek, DP amblemli bastonla bütün yurdu dolaşacaktı.

Bunun sakıncaları görüldüğü için, 1961 Anayasasına "Cumhurbaşkanı seçilen partisi ile ilişkisi kesilir" ibaresi konulacak, bu kural, 1982 Anayasasında da konulacaktı. Ayrıca, yeminde "tarafsızlıktan ayrılmayacağı" hususu da özel olarak vurgulanacaktı.

Erol Tuncerin notunda, şu görüş de yer alıyor:

"Anayasamızın 104üncü maddesinin birinci fıkrası, Cumhurbaşkanının konumunu ve ödevlerini özetlemektedir: Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder. Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Tek başına bu tanım bile Cumhurbaşkanının neden partisiz ve tarafsız olması gerektiğini göstermeye yeter. Bu kadar ağır bir sorumluluk, ancak tarafsızlıkla taşınabilir."

Erol Tuncer, partili cumhurbaşkanlığını savunanlara "Partili Cumhurbaşkanı, kendisine oy vermemiş olanların güvenini nasıl elde edecek,  toplumsal barışı ve ulusal bütünlüğü nasıl sağlayacaktır? Partili Cumhurbaşkanı bunalımlarda, hakem görevini nasıl yerine getirecektir? Bunlar düşünülmekte midir?" sorularını yöneltiyor.

Tuncer, bugün toplumun monarşiye sürüklenmek istediğini çok zarif bir şekilde ifade ediyor:

"1956 yılında Millet Meclisinde DPnin getirdiği Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu görüşülüyor. İnönü, kürsüde toplantı özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik olan bu tasarıyı eleştirmektedir.

Bazı DP milletvekillerinin, kendisine lâf atmaksuretiyle tek parti dönemini anımsatmak istemeleri üzerine İnönü şu cevabı verir: 

- Aramızdaki farkı bilelim, biz mutlakiyetten(1) bu güne geldik, siz ise bu günden mutlakiyete gidiyorsunuz." 

Paşa sanki bu sözleri günümüz için söylemiş. Kes yapıştır örneği...

(1)Mutlakiyet: Yasama ve yürütme, hatta yargı kuvvetlerinin hükümdarda toplandığı bir hükümet sistemidir... Mutlak monarşi kuvvetler birliğini esas alır. Yani mutlak monarşi, devletin  tek bir kişi tarafından hiçbir sınırlamaya bağımlı olmayarak yönetildiği rejim türüdür.

Toplam 557 defa okunmuştur.

Nahit Duru diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.