Abdurrahman Dilipak: Bu yalanların ve yalancıların peşinde koşmaktan ne zaman vazgeçeceğiz?
Abdurrahman Dilipak: Bu yalanların ve yalan... ''Siyasiler ve toplum bu iki yüzlülükten ne zaman vazgeçecek''
Ay tutulmasından, güneş tutulmasından daha dehşetli olan “Akıl tutulması” diye bir şey. “Hakikat güneşi” ile “insan” arasında siyaset ve para girince tam bir akıl tutulması yaşanıyor. Işık gidince karanlıkta insanlar pusulasını kaybetmiş gemi gibi yolunu şaşırıyor. Gideceği limanı bilmeyen bir kaptana hiçbir rüzgar fayda sağlamaz.
Aşk ve öfke, insanların gözünü kör, kulağını sağır eder. İhtirasla istenen her şey insanın afetidir. Bu korku ya da umuda dönük olsun farketmez. Korktuğunuzdan emin, umudunuza vasıl olmak istiyorsanız önce neyin hak ve batıl, sonra gerçek ve yanlış, mümkün ve imkansız olduğuna karar verin. Sonra dua ile belanızı istersiniz, vasıl olduğunuz gerçek, sizin için pişmanlığa dönmesin, “elim kırılsaydı, dilim kurusaydı” demeyesiniz.
Kimse “hakediş”ine bakmıyor, gerçekten haketmediğiniz bir şeye sahip olma tutkunuzun arkasında ne var. Ya da gerçek anlamda hak’eden birinin hakediş’ini alamaması sizi hiç mi rahatsız etmiyor. Ya da onun olması gerekeni siz almak isterken hiçmi vicdanınız sızlamıyor. Ve siz bir de Allah’a ve ahiret gününe inandığınızı mı söylüyorsunuz. Bu sözünüz hem sizi, hem muhatabınızı, hem de toplumu ifsat eden bir şey yapıyorsunuz. İnsanların dine ve dindarlara güvenini yok ediyorsunuz. Siz, din kardeşinizi koruduğunuzu zannederken aslında siz dine de, din kardeşlerinize de zarar verdiğiniz gibi, insanların dine bakışını sabote eden, insanların dinden uzaklaşmasına sebeb olan bir hain olmuyor musunuz bu durumda? İnanın sizin bu yaptığınız bir teröristin yaptığından daha dehşet vericidir. Siz onları el yapımı bombalarla öldürmüyorsunuz, onları Şeytanla işbirliği yaparak cehennemde daha beter bir azaba sürüklüyorsunuz. Aslında şeytan sizi de kandırıyor, o azapların toplamı kadar büyük bir azabı hakediyorsunuz. Akletmez misiniz?
İşler çok karıştı çok. Hak ile batılı karıştırdılar. LGBT için başörtüsünü yakmaktan söz eden İlahçılar çıktı, dindar kılıklı. Küfür ile İman arasındaki farkı farketmeyen, ötekisi olmayan bir din anlayışı getirilmek isteniyor sanki. Melek'le, Şeytan'ı kardeş yapacakları yeni bir din icad etmeye çalışıyor birileri. Allah yaptığınız işin bereketini, sözün etkisini çekip alırsa, sizin yaptıklarınız, “eli ayağı boş olmayan, ama tuttuğu bir iş de olmayan biri”nin haline benzer. İşler tersine çevrilir de, “akşama kadar yün ören ve sabaha kadar söken kadın”ın haline benzer. Siz sabaha ulaşmayı hayal ederken, kara bulutlar güneşle aranıza girer de rüzgarlar sizi kayalıklara sürükler. (Yunus 22): “Sizi karada ve denizde yürüten Allah'tır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri güzel bir rüzgarla götürürken yolcular neşelenirler; bir fırtına çıkıp da onları her taraftan dalgaların sardığı ve çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda ise Allah'ın dinine sarılarak, ‘Bizi bu tehlikeden kurtarırsan and olsun ki şükredenlerden oluruz’ diye O'na yalvarırlar.”
Peki sonra ne olur? “Galu bela zamanı”nda söylediklerimizi unuttuğumuz gibi, o sözleri unutuveririz. Bu sözler seçim sathı mailinde halka söylenen sözler de değil. Allaha verdiği sözü unutan insan size verdiği sözü mü hatırlayacak. Hele zaten sizi Allahla aldatan birilerinin sözüne nasıl inanacaksınız ki! Bana kalırsa siz, nefsinizin size söylediği yalanlara da inanmayın. O siyasilerin çoğu da zaten size söyledikleri sözler kalplerinde değil dillerinin ucunda. O sözler sizin kulağınıza ulaşana kadar onları dilinden uçar gider. “Haksız, hakaret, iftira, küfürlü yalan söz”e inanmak şöyle dursun, dinlenmeyelim bile. Ve bilmediğiniz şeyin peşine de düşmeyin.
Herşeyin fazlası zararlıdır. İnanın siyasetin bu kadarı da çok fazla. Siyaset önemli, ama bu kadarı değil, artık insanlar nerede ise nefret edecek. Kaldı ki böyle bir siyaset de olmaz. Bu siyaset dili zehirli. Allah (cc) Musa as'a, Firavun için bile “git güzel söz ve hikmetle onu hakka davet et” diyor, ülkeyi yönetme iddiasında olanların birbirine söyledikleri sözlere bakın! Olması gereken bu mu? Kitap “öfkeni yut” der. Hani merhametimiz gazabımızdan, sevgimiz nefretimizden büyük olacaktı. Hani kimseyi ötekileştirmeyecektiniz (Bize böyle diyordunuz hani!?) ve öfke dili kullanmayacaktınız. Hatta LGBT’liler için bile bunu söylüyordunuz. İslamofobya’yı bile “ötekileştirme ve nefret dili” olarak açıklıyordunuz, Uluslararası konferanslarda. İslam’a “İrtica, Müslümanlara mürteci” diyenler, aşı komplasına karşı direnenlere “köpek gibi aşı olacaksınız” diyenler, ya da laiklik ve Cumhuriyet maskesi arkasına saklanıp, toplumun inancına tarihine saldıranlar kimlerdi? Sahi birbirinize karşı aynı nefret dilini yazan kalemler de aynı kalemler değil mi? Sahi bu ağız dalaşından nasıl kurtulacağız. Ha! Ben bu “ötekileştirme” ve “nefret söylemi” aldatmacasına inanmıyorum. Birilerinin ağzında sakız olan bu kelimeler, oltaya taktıkları bir yem, Tatlı su müselmanları da bunları kolayca yutuyorlar...
Ben Şeytan’dan ve onun işbirlikçilerinin yaptıkları işlerden, mala, namusa, hayata, akla-inanca ve nesle karşı tuzak kuranlardan nefret ediyorum. Ama öte yandan bu yanlışa sapanları o yanlıştan nasıl kurtulmalarının vesilesi olurum onun derdindeyim. Bunun yolu güzel örnek, bilgi ve hikmet yüklü güzel söz. Haksızlık, zulüm ve sömürüne ısrar edenlere gelince Allah onların belasını versin. Beni de rızasının tecellisinin vesilesi yapsın, benim ellerimle onları cezalandırsın ve mazlumlara yardım etsin. “Öteki” olmaya gelince, benim “ötekilerim” olduğu gibi, ötekiler için de ben ötekiyim. Onlarla ilişkin adalet temelinde olacak elbette. Ama ben Müslümanım, biri kafir olabilir. Elbette bir topluluğa olan düşmanlığım bile beni onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemeli. Bu ayrı konu. Ben “Euzubillahimineşşeytanirraciym” derken ne demiş oluyorum. Şeytana tapanlar da var. Yani besmele de mi çekmeyeceğim. Bazı şeyler birileri için kulağa hoş gelse de içi boş. İslamofobikler, bizi ötekileştiriyormuş. Ben de onları ötekileştirmiyormuyum. Her öteki düşman mı oluyor? Bu ayrı bir şey. Bu yalanla insanları nasıl da kandırıp oyalıyorlar.
Sanki sağ-sol kavgasını çıkartanlar, soğuk savaşının kanlı senaryolarını yazanlar, soykırım yapanlar, Kızılderilileri öldürüp kara derilileri köleleştirenler kendileri değil. Evet sizin için bir nefret söylemi yapayım: Eğer bu şekilde yapmaya devam ederseniz, Allah belanızı versin! Bu Şeytan'ın dostları insanlarda yeryüzünde bir cennetten söz ederken, peşlerine taktıkları insanları cehenneme götürüyorlar. İnsanların çoğu kaçtıklarını zannettikleri şeye doğru koşuyorlar, mezbahaya koşan koyunlar gibi. Siyasiler ve toplum bu iki yüzlülükten ne zaman vazgeçecek. Bu yalanların ve yalancıların peşinde koşmaktan ne zaman vazgeçeceğiz?
Selam ve dua ile..
"Abdurrahman Dilipak: Bu yalanların ve yalancıların peşinde koşmaktan ne zaman vazgeçeceğiz?" haberi, 26 Ekim 2022 tarihinde yazılmıştır. 26 Ekim 2022 tarihinde de güncellenmiştir. Gündem kategorisi altında bulunan Abdurrahman Dilipak: Bu yalanların ve yalancıların peşinde koşmaktan ne zaman vazgeçeceğiz? haberi 2022 yılına aittir. Bu haberin yanı sıra sayfamızda birçok güncel bilgi ve son dakika haberler yer almaktadır. Abdurrahman Dilipak: Bu yalanların ve yalancıların peşinde koşmaktan ne zaman vazgeçeceğiz? 2024 konusundaki bu haber içeriği objektif bakış açısının yansımasıdır. Gündem konusunda 22 Kasım 2024 tarihlidir, bugüne ait güncel gelişmelerden haberdar olmak için bizi Twitter ve Facebook sayfalarımızdan takip edin.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.