Prof. Dr. Sait Yılmaz
Prof. Dr. Sait Yılmaz - Yazar

Aklın yolu...

Yalnızca iki şey sonsuzdur; evren ve insanların aptallığı.

Ancak ilki hakkında kuşkularım var.” – Einstein

Bir insanın beyninin düzgün çalışıp çalışmadığını anlamak için istihbarat örgütleri iki aksiyomu çeşitli şekillerde test ederler. Birincisi “ayna (mirror)” aksiyomu olup, beynin görünen şeyin aynısını algılayıp-algılamadığına bakılır. Örneğin bir kümede (mesela bir çiftlikte) gördüğü tüm elemanları sağlıklı bir şekilde yansıtabiliyor mu? Beynin taşıyıcı ayna nöronları yetersiz olanların zihin kurgusu ve empati yeteneklerinde sorunlar vardır. Bu yetersizliğin ileri safhası ise otizme varmaktadır. İkincisi ise “geçiş (transitive) farkındalığı” aksiyomudur ve burada beynin bağlantı kurma işlevi kontrol edilir. Örneğin A, B’den büyükse; B’de C’den büyükse, A’nın C’den büyük olduğunu kurma bağlantısını algılayabilmelidir. Ya da farklı renkleri algılama yeteneği de bu aksiyom kapsamındadır.

Beyni doğru çalışmayan bir insan ehil değildir, yani bırakın bir işte çalışmayı, mahkemede bile yargılanamaz; çünkü akli işlevleri yerinde değildir. Ama bu tür insanların çoğu kontrolsüz bir biçimde içimizde yaşar hatta devlet adamı ya da şirket yöneticisi olmuşlardır. Bu akılsız ve psikopat insanlar, belki de müdür ya da profesör olarak başınızdadır ve kendi algılama sorunları nedeni ile size hayatı yaşanmaz hale getirebilirler. Özetle bir insana akıllı diyebilmemiz için iki aksiyomu yerine getirebilmelidir; ayna ve geçiş farkındalığı.

Rasyonel Akıl ve Muğlak Mantık

Son yıllarda bazı bilim insanları akıl ve beyin işlevleri ile ilgili çalışmalardan yola çıkarak kişilik modelleri tanımladılar ve hatta bu modellerden suça eğilimli insanları analiz ettiler. Bilim dünyasında aklın kullanılması ile ilgili iki projeksiyon söz konusudur;

- Batının kullandığı “rasyonel akıl”,

- Doğunun kullandığı “muğlâk mantık”.

Rasyonel akılda ikili (binary) sistem vardır; bir elaman ya A’ya ya da B’ye aittir. Batı felsefesinin temeli olan rasyonel akıl, ‘kesinlik’ üzerine dayalıdır.

Muğlâk mantık ise çoklu (multi) sistem kullanır yani bir eleman hem A hem de B’nin üyesidir. Burada görelilik söz konusudur, tam kesinlik yoktur. Örneğin bir suyun sıcaklığı soğuk ve sıcak arasında bir yerdedir.

Rasyonel aklın mantığı Sokrates ve Aristoteles’e kadar uzanırken, muğlâk mantığın tanımı ancak 1961 yılında ABD’de yaşayan bir Azerbaycanlı Türk tarafından yapıldı. Bu mantıktan yararlanarak yapay zekâ çalışmaları başlatıldı. Bizim hayatımız da, tercihlerimiz de genellikle muğlâk mantığa dayalıdır. Çünkü hayatımız da pek çok karar veya olgu varsayıma dayalıdır. “Allah vardır ve tek’tir” demek bir varsayımdır, bunu ispat ile uğraşmayız. Yönetmek işi de böyledir; varsayımlara göre idare etmek. Bu makalede, akıl üzerinden uzun bir yolculuğa çıkarak tarihten bugüne aklın, bilimin ve dinin, en önemlisi aklın yolunun nereden nereye vardığını ya da varamadığını sorgulayacağız.

Yaratılış ve Akıl...

Semavi dinlerin kitaplarında adı geçen Hermes’in öğretisine göre; Tanrı, Akıl’da olduğu gibi insan ruhu da külli ruhun (Tanrı’nın) bir parçasıdır. Akıl, kaderden üstündür ve içinde bulunduğu ruhu kaderin ellerinin ulaşamayacağı yere yükselmeye muktedirdir.

Bilim insanları ise insanın evrimi konusunda başka açıklamalar getirmişlerdir. Antropoloji, insanda beynin gelişmesini şu şekilde açıklar: Dört ayaklıdan iki ayaklıya geçiş ile birlikte dik duruş ve alet kullanma becerisinin belirleyici oldu, yürüme görevinden kurtulan elin manipüle ve kavrama yetisi kazanarak aynı zamanda bir önceki işlevinden boşa çıkan ağın da konuşmaya elverişli hale geldi. Burada beyine atfedilen rol ikincildir. El ve alet kullanımı ile dik duruş, beynin gelişim sürecinde kortikal alanın açılması ile beyine kalan alanın ve böylece aklın gelişmesini de sağlamıştır.

İnsan beyninde bulunan her biri beş bin bağlantı kurma yeteneğine sahip milyarlarca hücre olmasına rağmen, pek çok bağlantı asla kurulamamakta, mesajlar, duygular, görüntüler ve düşünceler gereğince algılanamamakta, beyinlerimizin içinde sonuçsuz bir biçimde birbirleriyle çarpışıp durmaktadırlar. Tarihin fark edilmemiş fırsatlarla dolu olmasının nedeni budur. Bunca duygu ve düşünce döllenmeden kalmıştır. İnsanlar kendilerine söylenenlerin çoğunu hiç duymamaktadır, gözlerinin önünde apaçık duran şeyleri fark edememektedir.

Bilim Felsefesi ve Akıl...

Bilim felsefesinin ana dallarını şunladır;

(1) Ontoloji; Gerçeğin doğası nedir?

(a) Nesnellik (herkesin ortaklaşa kabul ettiği nesne; kişiden kişiye değişmeyen fiziksel somut gerçekler).

(b) Öznellik (kendi zihninde resmettiğin özne).

(2) Epistemoloji; (Bilgiye/gerçeğe nasıl ulaşabilirim?)

(a) Akıl ile verilen cevap; mana (Rasyonalizm)

(b) Duyu organları ile verilen cevap; madde (Empirizm)

Felsefenin temel konularından biri olan “varlık” konusu hakkında konuşmak demek varlık bilimi yapmak demektir ki bu bilime “Ontoloji” denir. Ontoloji bilimi bizim düşünsel üretimimiz olmayan alanla ilgilenir. Bizim düşünsel üretimimizle ilgilenen bilime ise “Epistemoloji” denir. Yani ontoloji "varlık bilimi" ise epistemoloji "bilgi bilimi"dir. Ancak, ontoloji ve epistemoloji birbirlerinden bağımsız değildirler.

Aklın Yolu tıkalıdır..

Bilim, insanın geliştirdiği pek çok düşünme biçiminden biridir ama en iyisi olduğunu kimse iddia edemez. Bilim adamlarının en büyük sorunları kendi üzerlerine attıkları düğümlerdir. Başlangıçta hikmet bilgisinin peşine düşülmüş ve ‘gerçeğin ne olduğu’ ve ‘gerçek bilgisine nasıl ulaşılabileceği’ ile ilgili tartışmalar binlerce yıl sürmüştür. Ancak, Rönesans ile birlikte bir hedef kayması oldu; gerçeğin peşindeki ilimlerin tecrübeye verdikleri önem yanlışlıkla deneysel ilimlerin doğmasına sebebiyet verdi. Rasyonalist gelişmeler gittikçe hız kazandı.

Bilgi yolculuğu sık sık zihni uyuşturan bir tekrarcılığa yuvarlanmıştır. Bilgi hala kendi kuyruğunu yiyen bir yılandır. Bilgiyi kendi içinde bir amaç haline getirmek, onu ne için kullanacağınıza karar vermenin sıkıntısından kendinizi kurtarmanın bir başka yoludur. Tüm profesyonel bilgi tacirleri, bilginin tek başına yeterli olmadığını bilir. Özetle Aklın Yolu tıkalıdır.

Peki, ne yapmalıyız? Ya da siz ne yapmalısınız?

Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;

Toplam 3160 defa okunmuştur.

Prof. Dr. Sait Yılmaz diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.