2 Temmuz yangınında göğe yükselen acı

AYDIN TONGAİnsan yangınını içinde büyütür; közü bazen sevgidir, merhamettir; bitmek bilmeyen hak kavgasıdır. Yaşına bakmaz; yetmişine dayansa da ömür takvimi Nesimi Çimen ya da Asım Bezirci gibi kendini bir anmada bulur. Sesi...

AYDIN TONGA

İnsan yangınını içinde büyütür; közü bazen sevgidir, merhamettir; bitmek bilmeyen hak kavgasıdır. Yaşına bakmaz; yetmişine dayansa da ömür takvimi Nesimi Çimen ya da Asım Bezirci gibi kendini bir anmada bulur. Sesi ta yüzlerce yıl sonrasından bile duyulan, arkasında koca bir tarih bırakan Pir Sultan Anmasında.

“Kadılar müftüler fetva yazarsa

İşte kemend, işte boynum asarsa

İşte hançer, işte kellem keserse

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan''

Pir Sultan Abdal onca zulüme karşı sesini silah edip, ateşini yüreğimize bırakıyorsa geride kalmak olur mu? Olmadı zaten, insan nasıl büyütüyorsa kendini, insanlığı, fikirleri ve düşleri de hep öyle büyüyor; yanındakini de alıp yetişiyor darda kalana..

Bakın katliamda kaybettiğimiz Asım Bezirci nasıl dile getiriyor bu hali: “sınıflı toplumlarda, değerler de sınıfsaldır. Çeşitli sınıflara bağlı insanların ortak duyguları, düşünceleri, inançları, özlemleri, amaçları, dilekleri genellikle bu değerlerde belirir. “

Dedik ya kişi yangınını içinde büyütür diye. İşte bazen, insan dediğimiz garip mahlûk, benzin olur, çıra olur, kor olur; karşıt gördüğünü yakar; gözünü kırpmadan hem de, hem de sevinç çığlıkları atarak. Bundandır 93 Temmuz’unda madımaktan çıkan küller yalnız Sivas meydanına savrulmadı, bir insanlık utancı olup kök saldı bozkırın ortasına o küller.

 “Dünya cennet olsun, yaşasın insan,

Gelin barışalım, dökülmesin kan.

Son bulsun savaşlar, kesilsin figan,

Barış güvercini uçsun dünyada''... diyen Koca Nesimi Çimeni’i “düşman belleyip'' ateşe atan o gün elbet akıllarda ve yüreklerde insanlık utancının yaşandığı gün olarak hatırlanacaktır. Hem 'işte cehennem ateşi, bütün dinsizler yanacak' diyen dilin, o dile ruh veren aklın, o aklı sorgulamayan kalbin insanlıkla bağı kurulabilir mi ki?

Hem nasıl olurdu, Akarsuların, Pir Sultanların, Koca Veysellerin, Sefil Selimilerin yurdunda insanlar gündüz gün ortası ateşe atılabilir miydi?

Oldu ama bu ülke bunu da gördü. Sevgisizliğin “din'' olup, “ilahi'' bir kılığa büründüğü, ateş olup göğe yükseldiği yerde, “insanlar da'' acımasız birer katile dönüştü!

Zira öyle bir tarihten geliyorlardı; alışıktılar fetvalarla ölüm kuyuları açmaya. Alışıktılar, sırf kendileri gibi inanmadığı, kendileri gibi düşünmediği için “onların kestiği yenmez, muhabbetine bile ortak olunmaz" demeye..

Zaten öyle az da değillerdi hani. Madımak oteline ateş düşerken, benzin bidonları ile tutuşturulan kıvılcıma çıra olan binler vardı dışarıda.

Daha uzaklarda ise on binler.

Örneğin Erdoğan’ın da dünürü olan Sadık Albayrak o günlerde katliam sonrası şöyle yazacaktı: “Böyle giderse bunlar Sivaslıyı on mislisi ile İstanbul’da da karşılarında göreceklerdir. Bu Allahsız ve dinsiz kişiler böyle giderse Hz. Ali’nin Zülfikar’ını karşılarında bulacaklardır''

İsmet Özel’in mürekkebi kan kokan sözleri de hala kulağımızdadır: “Aklıma takılan şu: Aziz Nesin gibilerinin kendilerini güvenlikte hissetmeleri için, Sırp (veya Grek, Ermeni, Rus veya Amerikan) uçaklarının Sivas semalarında görmeleri mi gerekiyor? Giderek olayların, Türkiye’de yaşayan insanları şöyle bir tercih karşısında bırakmaları ihtimali kuvvet kazanıyor: Ya Müslüman Türkiye veya hiç!''

Daha böyle onlarca yazı yazıldı. Dönemin en yetkili siyasi ağızları, konuşmadı kustu adeta;

Süleyman Demirel, "Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz." " Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş... "

Tansu Çiller, Başbakan: "Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir"

Mehmet Gazioğlu, İçişleri Bakanı: "Aziz Nesin'in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir."

Hiçbir acı sonsuza dek yaşanmıyor belki ama yaşanan her derin acı da sızı olup, yeri günü geldiğinde kanıyor; o köz tekrar harlanıyor..

Tıpkı Sivas acısı gibi..

Yüzlerce “insanın'' sığındığı bir oteli, gözü dönmüşçesine kuşatıp ateşe vermek; bütün bir şehri, “bağnaz kötülüğe'' diz çöktürtmek, sonra oradan 35 canı tabutlar içerisinde çıkarmak, unutulur acı değildir çünkü.

Hem nasıl hatırlamayız bir yaz gününü iliklerimize kadar soğuğa hapseden, güneş yerine kara bulutları gökyüzüne salan o kara günü.

Unutmaya hacet de yok zaten, acının diline yaslanmak değil bu; yaşatılan “barbarlığın'' vahşetini unutmamak; o vahşeti yaşatanları tarih boyunca unutturmamaktır aslolan.

Yıllar sonra müzeye dönüştürülen katliam sığınağının içine maktulün yanına katilin adı da “mağdur'' diye yazılıyorsa, unutulacak bir geçmişte yoktur zaten.

Katilleri “bir görev bilinciyle'' savunmaya koşanlar bugün bürokrat, vekil, belediye başkanı hatta bakan olarak karşımıza çıkarken, geçmişte kalan bir acıdan bahsetmek mümkün müdür hem!

Ne diyelim; bu sızı ile yüzleşmeye çalışan da yok zaten, baksanıza ortalık hilafet için yürüyenlerden, kapımızın dibinde gündüz vakti adam boğazlayanlardan, canlı bombalardan, cani ruhlardan geçilmiyor.

Sözün özü, yaramız büyük ve her temmuzda bu büyük utançla bir kez daha ve aynı derinlikte karşılaşıyoruz.

Ne güzel söylemiş şair;

Kimse temizim demesin, kimse
Bütün bir ülke odun taşıdı Behçet'in yangınına...
Onlar, secdesi küf kıblesi korku olanlar
Onlar bir gün ölüm menevişlenince içlerinde
Tütmez mi kirpiklerinde "dumanı lekesiz biri"?..

Anıları önünde özlemle, saygıyla eğiliyorum. Işıklar içinde yatsınlar.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

ABC Kritik Haberleri

100. Yıl törenleri ve Cumhuriyet'i sahiplenme
Merve Dizdar, teşekkür konuşmasında Erdoğan'a övgüler sıraladı, ne olurdu?
Mitingi kalabalık göstermek için hangi hileleri deneyip yakalandılar?
İşte 4 Şubat 2022 tarihli Resmi Gazete'deki karar
Atatürk, İnönü, Özal ve Demirel'in cumhurbaşkanlığı geçerli değil mi?