Evet, bu GENDER nereden çıktı ve bu BİREY neyin nesi.
Bu “Allah’ın belaları”nı kim sardı başımıza? Bu iş nasıl oldu!?
Kimse nasıl oldu da bu cinayetin farkında varmadı!? Bu “onur” kimin!
Ankara’da, İstanbul’da nasıl oluyor da birileri bu “TOPLUMSAL CİNSİYET” kavramından vazgeçmek istemiyor.
Nedir bu toplumsal cinsiyet!? Dün, başörtüsü mücadelesinde namus, iffet, şeref, haysiyet, din, ahlak diye direnen Müslümanlar, milliyetçi-muhafazakar kesim nasıl oldu da bu aşağılık oyuna alet oldular! Siyasi partilerin, akademi camiasının ve STK’ların neredeyse tamamını nasıl oldu da bu yanlışa ikna edebildiler. Toplum “uysal koyun” olmaya nasıl ikna edildi?!
Sahi, ben LGBT’ye pozitif ayırımcılık uygulayacaklarını açıklayan bazı holdinglerin isimlerini verdiğimde, aleyhime suç duyurusunda bulunanlar kimler tarafından bu işe ikna edildiler ve bugün bu konuda ne düşünüyorlar.
Sanırım o zaman, hani şu “McKinsey olayı” vardı ya, birileri onun intikamını mı alıyordu yoksa bu şekilde!
Bugün sokaklarda meydan okuyanlara karşı, Sodom ve Gomore, Pompei’nin, Caligula’nın çocuklarının kapınıza dayanmasını mı bekliyorsunuz.
Bu gidiş bu ateşi tutuşturanları da, onlara karşı sessiz kalanları da yakacak. Sadece bu dünyada sizi yakmaz, ailenizi de yakar.
Durun daha, bunun bir de öbür dünyası var. Ne zaman akledecek ve vazgeçeceksiniz. Ne umuyorsanız batıdan değil Allah’tan isteyin, batılılardan değil, Allah’tan korkun.
LGBT protestolarından önce, gelin bizi bu çukura kim, nasıl itti, ona bakalım.
Bu fahişeleri ve onların türevlerini koruyup kollayan, eğitip donatanlar, bunlara pozitif ayırımcılık uygulayan parti, dernek, oda, birlik, holding, vakıf, kimler dersiniz..
Batı literatüründe kullanılagelen “sex” ve “gender” ifadeleri doğru kavramlaştırılamamış, psikiyatride ise biyolojik çalışmaların daha geç ortaya çıkmasının da etkisiyle psikanalizin etkisinde kalarak tanımlanmıştır.
Yakın tarihe kadar cinsellikle ilgili bireye ait her şeyde, ayrım yapmaksızın “cinsel kimlik” terimi kullanılagelmiştir.
Zaman içinde psikolojik kuramlar farklılaştırılmış, kavramlarla ilgili belirsizliklikler devam ettirilmiştir.
Bugünkü temel tartışma, “Cinsiyet” denilen şeyin, “vehbi mi, kesbi mi” olduğu tartışmadır. Bu durum yaratılıştan kaynaklanan İlahi temele dayalı, fıtrata ilişkin korunması gereken bir değer midir, yoksa varoluş temelinde, zaman içinde, din, ahlak ve gelenekten bağımsız, zaman içinde psiko sosyal davranışlara dayalı eğilim, yönelimden kaynaklanan bir tercih sorunu mu!
Burada temel sorun, din, ahlak ve geleneğe, yaratılışa karşı bir meydan okumadır aslında. İnsan yaratılan bir kişi, ferd veya bir şahıs mı yoksa, bütün bunlardan bağımsız bir GENOM olarak varolan bir BİREY mi?
Birilerinin zihinleri bulandırarak tartışmaya açtığı, bedensel cinsiyet dedikleri (biyolojik cinsiyet)in yerine ikame edilmeye çalışılan toplumsal cinsiyet derken psikososyal davranışsal ve içgüdüsel olduğu söylenen, nefsi, Şeytani interseks olgular çerçevesinde toplumsal cinsiyet şeklinde kendini dışa vuran bir durumdan söz ediyoruz. Bu çerçevede kutsal metinlerde anlatılan, yaratılış ile ilgili Kadın-Erkek ayırımının yerini LGBT+ şeklinde tanımlanan Sodom ve Gomore, Pompei halkının helakına sebeb olan “ahlak dışı hayat tarzı” söz konusu. Onun için bu akım, “din ve ahlakı, para ve mülkiyeti tedavülden kaldırmaktan söz ediyor. Nasıl mülkiyet reddediliyorsa, aidiyet ve sahiplenme duygusuna karşı da burada bir meydan okuma söz konusudur.
Burada KADEM’in sorumluluğu büyük. “Toplumsal Cinsiyet” kavramının meşruiyet kazanmasında ilk ikna edilenler arasında KADEM de vardı. KADEM toplumsal cinsiyet derken, kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi başlangıçta “eşitlik” temelinde algılarken, “toplumsal olgu”(!)yu, toplumun kadın ve erkeğe yüklediği geleneksel roller üzerinden tartışmaya açtı. Daha sonra işin renginin değiştiğinin farkında varınca, yine bu olguyu kadın ve erkek üzerinden okuyarak, bu kez “eşitlik” kelimesi yerine “adalet” kavramını kullanarak sürdürmeye çalıştı, ancak artık bu mümkün değildi. Ve zaten ok yaydan çıkmıştı ve mızrak çuvala sığmıyordu.
KADEM kabul etmek istemese de, kandırıldı.
Sonuç ortada.
Unutmamak gerekir ki, cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir. Bu yola beraber daldıkları, ilahiyatçılar, akademisyenler, media mensupları, politikacıları da aslında bugün ne diyeceklerini bilmiyorlar.
Hem toplumsal cinsiyeti savunuyorlar, hem de LGBT’ye karşılar.
Tıpkı bu memlekette şapka giyme mecburiyeti olup da, kimsenin şapka giymemesi ya da bey, efendi, hacı, hoca şeyh demek yasak olduğu halde, devletin “Hac yönetmeliği” yayınlayarak kişileri “Hacı” yapması gibi. Laik bir ülkede imamların devlet memuru olması gibi.. Bir başkadır benim memleketim!!
Hadi işe biraz da bilimsellik katalım, artık insanlar ilime iman ediyorlar adeta. İki tip cinsiyet var(mış): “Genotipik-Fenotipik cinsiyet”; Genotipik olanı genetik yapısının ve kromozom dağılımı ile ilgili imiş. Fenotipik cinsiyet ise kişinin fiziksel özelliklerine göre belirleniyormuş. İnterseks bunun dışında bir durum. Mesela psikolojik olarak kişi kendini farklı bir şekilde tanımlayabildiği gibi, sosyolojik olarak toplum ona farklı roller yükleyebiliyor. Tabii ipnotik, subliminal ve RF mRNA tipi yüklemeler ve RF etkisi de söz konusu artık.
Zaten TransHumanizm sonrası NeuraLink üzerinden her şey mümkün.
MetaVerse bu anlamda büyük bir tehdit olarak not edilmesi gerekir.
Bir de yediğinize içtiğinize dikkat. Gıda, ilaç, çevresel etkilerle, biokimyasal yöntemlerle, cinsiyetiniz artık maniple edilebiliyor. Bunu da aklınızda çıkarmayın ve paketlenmiş gıdalardan uzak durun.
Eğer sapma ve bozulma, anne-babadan devralınan genetik deformasyona dayalı bozulma erken fark edilmez ise, zaman içinde, sosyal çevre içinde erişkinlerde kimlik disforisi bir psikolojik sorun olarak öne çıkabilir, içe kapanma ya da intihara, uyuşturucuya kaçma şeklinde de kendini gösterebilir.
Tabii Ünsa/Hünsa olayı, çevresel, genetik, biyolojik bir risk olarak ortaya çıksa da, bu örneklerden tamamen ayrı bir sağlık sorunu olarak ele alınmalıdır ve bu konu bir ahlaki zaaf ve sapma olarak değerlendirilmemelidir.
Yarın oy için önünüze geldiklerinde, savunan herkese, bunun hesabını sorun.
Bu cinayetten geri adım atmayanlara oy yok!
Sanırım bu konuda en cesur açıklamayı yapan ilklerin başında CHP geliyor.
Ardından İYİ Parti ve DEVA Partisi.
Aslında TBMM’de grubu olan partilerin hepsi İstanbul Sözleşmesi’nin kabul edilmesi ve Lanzorete konusunda eşit sorumluluğa sahipler.
Bunlar aynı zamanda Plandemi yalanı karşısında da seslerini çıkarmayanlar!? Bu konuda yazacak daha çok şey var. Selâm ve dua ile.