Ve Gazze direnişi yeni bir safhaya intikal etti. Bütün planlar ve senaryolar altüst oldu. Netanyahu artık gelemez, Erdoğan da gidemez. HABAT’la da bu saatten sonra kimse daha fazla flört edemez. Bu buluşmayı tezgahlayanlardan da elbet bir gün bu haltın hesabı sorulur.
MGK derhal toplanmalı ve bir takım kararlar almalı. TBMM olağanüstü gündemle acil olarak toplanmalı ve bir bildiri yayınlamalı, ardından da dünya parlamentolarına çağrı yapılmalı. BM ve İslam konferansı toplantıya çağrılmalı. Uluslararası Adalet divanına suç duyurusunda bulunulmalı. Netanyahu ve işbirliği içinde olduğu terör örgütü hakkında suç duyurusunda bulunulmalı ve Türkiye’de bu anlamda bir dava açılmalı. BM bayrağı yarıya indirilmesi için çağrı yapılmalı. Ankara Gazze için acil yardım çağrısı yapılmalı. İstanbul’da, uluslararası Gazze krizini izleme, değerlendirme, derecelendirme, istişare için özel bir milletlerarası daimi konferans oluşturulmalı. Uluslararası çoklu, Gazze ile dayanışma için uluslararası çağrı merkezi oluşturulmalı.. Gazzelilere güvenli yaşama alanları oluşturmak için askeri destek sağlanmalı. Hastalar, yaralılar için sağlık, barınma, gıda desteği sağlanmalı.
Elçimizi geri çağırıp, elçilerini geri gönderelim. Türkiye’deki yabancı askeri üslerin faaliyetlerini askıya alalım. Ülkemizdeki İsrail vatandaşları derhal ülkelerine gitsin. Hem Türk ve hem de İsrail vatandaşı olan ve bu savaşta savaş suçu işleyenler, Türkiye’ye döndüklerinde savaş suçlusu olarak tutuklanıp yargılansın. Öte yandan Ankara bu saatten sonra Gazzelilerin Türkiye’de iskanı ile ilgili HABAT senaryosunun bir parçası olamaz.
Gazze şehitleri için bayraklarımız yarıya indirilsin. Bu Cuma her il ve ilçede tek mekanda toplu Cuma namazı ve gıyabi cenaze namazı kılınsın. DİB Hristiyan ve Musevi dini cemaat önderleri ile özel bir toplantı yaparak her ortak bildiri yayınlasınlar, hem de tüm dünyadaki dini merkeze bu yönde çağrıda bulunsunlar.
Bu GlobalReset çetesinin İklim ve %5G, TransHumanizm, Toplumsal cinsiyet fitnesine karşı bir adım atılmalı. Her meslekten herkesin yapacak daha bir çok şeyi olduğunu düşünüyorum. Ne yapacaksak, yarın değil, hemen şimdi.
Bu arada ABD, İngiltere ve Fransa’yı yakın takibe almak gerek. ABD’nin kendi topraklarındaki, denizlerdeki ve Doğu Akdeniz’deki askeri hareketliliği ile birlikte diğer ülkelerdeki askeri hareketliliği de dikkatle takip etmek gerek.
Hikmet sahibi bir tarihçi ve şair olan Abdülhak Molla (1786-1853) "Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh; Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh" der. Filistin’de, AB kapısında “domuz ağılının kapısında bekleyen kuzu gibi, 1948’den beri Filistin sorunun çözümü için BM kapısında bekletiliyoruz. Daha ne kadar sürecek bu bekleyiş, hayali çözümlerle oyalanmamız!?
Uluslararası sistem için, “çözümsüzlük çözümdür”. Bu şekilde çözüm olmadı, olmuyor ve olmayacak. Kronikleşen sorunun çözümü geciktikçe, sorun daha çok derinleşecek ve yayılacaktır.
BM Güvenlik konseyi çözüm olmadı, olmayacak. ABD ve İngiltere, Fransa İsrail karşıtı her kararı Veto etti, ediyor, edecek. Uluslararası Ceza Mahkemesi de bu davaya bakmaz. Bakamaz. Baktırmazlar. Onların ilkeleri yok, çıkarları var. UCM karar verse de, onu uygulayacak kimse yok. Bosna’da bunları yaşamadık mı?
Hamas’ı terörizm ile suçlayanlar, savaş suçu izliyorlar ama Hamas’a terörist diyenler, İsrail’in savaş suçuna, terörüne, insan hakları ihlallerine kör, sağır ve dilsizler. Hamas’ı, İsrail’in arka bahçesine konumlandırmaya çalışanlar, El Fetih, FKÖ’ye toz kondurmuyorlar. Oysa ilk İsrail’in kurulduğunda Filistin direnişini solculardan oluşturan akıl, Müslüman dünyasının Filistin davasına sahip çıkmasını yollarca böyle engellemediler mi?
“İki devletli çözüm” aslında çözümsüzlüğün bir başka adı. Hayali bir çözüm, kulağa hoş gelen, içi boş, bir oyalama bahanesi. Bir takım bizim gibi iki derece, bir arada kalan devletlerin zaman kazanmak, arabuluculuk yapmak için bahanesinden öte bir anlamı ve değerli yok. Bu “muhabbet”le hem şecaat arz ediliyor, hem de birilerini “dostlar alışverişte görüyor”
Hayali çözümlerle gerçekler perdeleniyor. “2 devletli çözüm” önce İsrail’in varlığını meşrulaştırıyor ve Filistin halkının meşru taleplerinden çok İsrail’in kendi talepleri ve güvenlik endişelerine cevap verecek, “Laik/Seküler bir “Filistin devleti!?”ne izin veriyor. Orada asıl korunan Ürdün Nehri'nin batısındaki İsrail Devleti!. Kaldı ki, İki ülke arasındaki sınır hala anlaşmazlık devam ederken, İsrail sınırlarını sürekli genişletiyor. Dünya basını üzerin den kamuoyu, dayatılan “Filistin ve Arap liderliği, İsrail tarafından kabul edilmeyen "1967 sınırları" üzerinde ısrarcı gibi gösteriliyor. Oysa sorun sadece toprak sorunu değil. Bu sorun sadece Filistinlilerin, Arapların sorunu da değil.
İlk 4 haritadaki Yeşil alanlar Müslümanları, beyaz alanlar Yahudilerin yerleşim alanlarını göstermektedir.
Bakın, Filistin de sadece seküler Filistinlilerin yurt ve toprak sorunu yok. Müslüman Filistinliler yanında, Arap Yahudileri, Arap Hristiyanları da var. İsrail ideolojisini dinlendirmiş bir devlettir. Onların yanında Hristiyanlar da var. 3 Filistin var: Filistin Araplarının bütün çeşitliliği ile ve zaman içinde Beni İsrail, İsevi ve Müslümanların yaşadığı, hakim olduğu bir Filistin. Orada İsrail oğulları yaşarken, kendi içlerinden bir topluluk olan İsevilere yaşama hakkı tanımadılar. Sonra Hristiyanlar o toprağa hakim oldu, Yahudilere yaşama hakkı tanımadılar. Sonra Müslümanlar geldiler, HADİM oldular, Hz. Ömer beyannamesi ile oraya adalet, barış ve hürriyet geldi. Bugün oraya Siyonistler hakim ve Müslümanlara yaşama hakkı tanınmıyor. Bu cinayetten biz de sorumluyuz. Cezayir’i son tanıyan İslam ülkesi olmanın ayıbı yanında, İsrail’i ilk tanıyan İslam ülkesi de biziz. Bu bir utanç bizim için.
Bakın, Filistin bizim için tarih davasıdır, insanlık davasıdır. Kudüs aslında Hem Müslümanlar, hem Museviler için, hem Hristiyanlar için “beyn-ed din” bir mekandır. Filistin davası Hukuku beşer anlamında çözümlenebilir. Kudüs davası Hz. Ömer’in beyannamesi ile çözülür ancak. Mescid-i Aksa ise bizim için din davasıdır. İlk Kıblemizdir bizim orası. Namazın farz kılındı mekan, İsra’nın makamıdır. Hz. Süleyman bizim peygamberimizdir. Süleyman Mabedi onlar için dini arka planı olan tarihi bir mekandır. Museviler, Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ı peygamber olarak değil, İsrailoğullarının birliğini sağlayan dindar bir kral olarak görürler. Niye gerçeği görmek istemiyorsunuz. Biri Meşiah geldi diyor. Birileri “Tanrıyı kıyamete zorlamak”tan söz ediyor, biri Mehdi geldi diyor. Birileri Süleyman mabedini inşa etmek için Mescid-i aksayı yıkmak için gün sayıyor.
Bakın Mescidi aksa bütün Müslümanların temel sorundur. Bunu sadece 11967 sınırları ile çözmezsiniz. Gazze halkı, Filistin davası yerine ümmet için bu mücadeleyi veriyor. Mu mesele vatan, yurt , toprak meselesinden çok öte bir konu. Siyonistler İsrail halkının bütününü temsil etmez. FKÖ de Müslümanların tamamını temsil etmez. Onların içinde Müslümanların olması yetmez.
Bakın işin insani, ahlaki, vicdani, hukuki boyutundan öte bir de dini boyutu var. Bu sadece İslam, Musevi ve İsevi meselesi ile sınırlı da değil, çünkü orada dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik ve felsefi kanaat farklılıklarına sahip, her dini, topluluğun içindeki bir çok fırkayı da içinde barındıran bir konu. Mescid-i Aksa sorunu çözülmeden Kudüs sorunu, Kudüs sorunu çözülmeden Filistin sorunu çözülmez. Eğer bu konu akılla ve adaletle çözülemezse, bu konu herkes için can alıcı, can yakıcı bir sorun haline gelir. Siyonistler şunu bilmeli ki, eğer inatla kan dökmeye devam ederlerse, orada tek bir Siyonist kalmaz. Ve bu ateş sadece bölgeyi değil, dünyayı yakar. Tanrıyı kıyamete zorlayanlar da döktükleri kanda boğulurlar.
Sonunda bütün bu olup-bitenler, devam eden olaylar bizim için bir imtihandır. Kader, rızık ve ecel boyutunda oluyor ne oluyorsa, Bizi ilgilendiren biz bu olaylar olurken nerede duruyoruz ve ne yapıyoruz. Yoksa kimse ecelinden önce ya da sonra ölmeyecek. Rızkından az ya da çok yemeyecek. Kaderimizden başka kaderimiz de yok. Biz adil şahitler olalım ve haksızlıklar karşısında susmayalım. Haksızlık kimden gelirse gelsin kime yönelik olursa olsun mazlumdan yana, zalime karşı olalım, zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da. Sonunda hüküm Allahındır. Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olalım. Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olalım. Allah bizim ellerimizle cezalandırsın zalimleri ve bizim ellerimizle yardım etsin mazlumlara.. Haksızlıklar karşısında susanlardan, cahillerden ve zalimlerden olmayalım. Sabreden, şükredenlerden ve direnenlerden olalım. Bilelim ki, bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. La galibe illallah. Mekerallahu. Hasbunallah. Elhamdülillah.
“Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler”. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen ahır zaman peygamberinin ümmetiyiz. Unutmayalım ki zulm ile abad olunmaz. Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Ve karanlık aydınlığın yokluğudur. Ötekilerin bir kararından önce bizim bir karar vermemiz gerek artık. Kurtuluşu zalimlerin merhametinde aramayın. Kurtuluş Allah’ın ipine sarılmakta, akıl, adalet ve cesaret dairesindedir. Kılıcınızın keskinliği adaletinizin ve merhametinizin çizdiği sınırlar içinde sizin için kurtuluş vesilesi olacaktır. Merhametiniz gazabınızdan, sevginiz nefretinizden büyük olsun. Bir kavme olan düşmanlığınız bile sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin. İstersen sulh-u salah, hazır ol cenge! Allahu Ekber.