Adaletin yürüyüşü

Sami GünalŞekli olarak baktığımızda çok partililiğe dayalı demokratik parlamenter bir sistem var. Demokrasiyi belirleyen ya da var olmasını sağlayan tapu, iktidarın değil muhalefetin varlığıdır. Muhalefetin, muhalefete muhalefet...

Sami Günal

Şekli olarak baktığımızda çok partililiğe dayalı demokratik parlamenter bir sistem var. Demokrasiyi belirleyen ya da var olmasını sağlayan tapu, iktidarın değil muhalefetin varlığıdır. Muhalefetin, muhalefete muhalefet ettiği bir ülkedeki ana muhalefet partisi, başta yargı ve parlamentonun, hatta hatta iktidarın aracı olan yürütmenin bile baskılandığını, işlevsizleştirildiğini ileri sürerek (çaresizlikten) muhalefet etmenin daha ileri boyutu olan sivil direnişe geçmiştir.

Demokratik bir hakkın kullanılması iyi de aslında bu, demokratik bir dramdır. Bu mecburiyete gerek kalmamalıydı. Parlamentoda görev yapması gereken bir muhalefetin sivil direnişe geçmesi hafifsenecek bir durum olmasa gerek. Bu hal, dünya kamuoyu nezdinde iktidar için iyi bir puan değildir. İktidarlar gelip geçicidir de ülkelerin kötü görüntüsü hafızalarda silinmeyecek kadar kalıcılaşmaktadır. Devletler yurttaşlarına adalet sağladığı oranda demokratik gelişmişlik basamaklarında yükselmektedirler.

Ortada bir talep var. Ne diyor?

“Adalet istiyoruz!''

Niçin, hukuk istiyoruz, diyerek yola çıkılmaz da adalet istiyoruz, diyerek yola çıkılır?

İstenen bu adalet, nedir ne değildir, önce ona bakmak zorunluluğu doğmuştur. İnsan ister istemez, herhalde bir önceliği, bir özelliği olsa gerek diyor bu adaletin.   

Hukukla adalet aynı şey midir?

Adalet, hukukun eşit dağıtılması halidir. Yanisi şu ki hukuk, uygulanan; adaletse eşitlik içinde dağıtılan bir kavramdır. Adalet, hukukun, “hukukun üstünlüğü'' idealine uygun hale getirilmesidir. Adalet her şeyden önce bir üst kavramdır. Hukukun niteliğinin barometresi/göstergesidir. Kendisi varsa hukuk da vardır; yoksa şekli hukuk dediğimiz tek taraflı çalışan, üstünlerin hukuku vardır.  

Genel itibariyle hukukun pratiğini dile getirirken “hukuk'' demeyiz de hukukun işlemesini kastederek “adalet'' deriz. Hukukun işletildiği, eşit olarak uygulanmasını istediğimiz yerlere Adalet Sarayı deriz mesela.

Hepimiz, bir hukuk düzenini kapsayan hukuk devletini isteriz öyle değil mi? Hele hukukun üstünlüğü denildi mi hem en büyük olarak arzulanan bir ideal, hem de idealden öte bir kutsama ritüelidir.

Hukuk devletine;  yetmez ama “evet'' demeyiz, “tam'' isteriz. Bu, özlemini çektiğimiz ve varlığını ideal kabul ettiğimiz hukuk bir başına yetmez. Yetmezleri içe sindirip “ama''yla tamamlayarak “evet'' demeyeceğimize göre başka bişey arayacağız. Hukukun tamamlanabilmesi yani pozitif bir değer olabilmesi/kazanabilmesi için adalet isteyeceğiz. Adalet, eksik olduğunda hukuk işe yaramaz sadece kendisini koyan tesis eden güçlülere hizmet eder. Adalet, hukukta eşitliği sağlayan bir varlıktır.

“Adaletli insan'', “adalete uygunluk'' gibi birtakım tanımlamalar kullanırız. Görüleceği üzere adalet, hem insan davranışlarını hem de bir durumu kapsar niteliktedir. İnsan söz konusu olunca adalet, onun davranışlarındaki ahlaksal boyutu da kapsamına alır. Ahlak ile vicdan kardeştirler. Ahlak denildiğinde devreye vicdan da girer. Zira, vicdanlı olmayan insanın ahlaklı olabilmesinden şüphe duyarız.  

Vicdan sahibi olarak ahlaklı insan, erdemli bir varlık haline kavuşur. Erdem ise insanın ve dolaysıyla insanın kurduğu devletin temeli olmalıdır. Erdemin icmali, (toplamı) ister istemez eşitliliğe vardıracaktır. Bu da adalet demektir.

Hukukla adalet aynı şey midir, diye boşuna sormadık. Hukuk, her zaman adaleti sağlamayabilir. Hukukta keyfilik söz konusu olabilmektedir. Buna egemenin ya da üstünlerin hukuku diyoruz.  Dememiz o ki hukukla adaleti uygulama zemininde her zaman yan yana göremeyebiliyoruz. Bir hukuk düzeninin adaletli olabilmesi için eşitliğe ve genelliğe dayanması gerekmektedir. Toplumun genelinde bir güven duygusu oluşturabiliyorsa adalet var demektir.

Görüyoruz ki hukuk düzeniyle adalet her daim örtüşme halinde olmayabiliyormuş. Kaldı ki hukukun genelliği ve eşitliği prensibi de bir başına adaleti sağlamaya yetmeyebiliyor. Ne demek istediğimizi bize vergi hukuku derslerinde öğretilen genel geçer bir uygulama örneğiyle somutlayabiliriz. Kazanç üzerinden alınan dolaysız vergi adaletli olduğu halde tüketim üzerinden alınan dolaylı vergi, orantılı eşitliğe ve eşitliğe dayanan “dağıtıcı adalete'' uygun düşmez. Örneğin, ekmek üzerindeki dolaylı verginin, asgari ücretli ile patron arasında aynı oranda tahsil edilmesi olayını düşünelim. Bu bir adaletsizlik örneğidir.

Şimdi gelelim bu eşitsizliğin giderilmesinde devreye girecek olanın ne olduğuna. Devreye giren, hakkaniyet ölçüsüdür. Hukukun uygulama birimi olan yasaların “genelliği''ndeki eksik olanın (hakkaniyetsizliğin) uygulamada “düzeltici'' bir işleme tabi tutulması gerekmektedir. İşte bu düzeltici olan şey adalettir. Diğer bir ifadeyle adalet, hakkaniyet içinde eşitliktir. (Nisbilik prensibi mesela. Güçlü olandan çok güçsüzden az alma gibi.)

Dikkat edilecek olursa “dağıtıcı adalet'' terimini kullandık. Dağıtıcı ile kastımız tabii ki taksim etme anlamındaki eşitliktir. Tezi varsa antitezi de vardır.

Şimdi burada yeni bir aşamaya, yol ayrımına gelmiş oluyoruz. Adaletin bu dağıtıcı dediğimiz türü yanında aritmetik eşitliğe dayalı “denkleştirici'' dediğimiz türü de vardır. Örneğin mala karşı eşdeğer fiyat biçilmesi; zarara karşı da tazminat sağlanması gibi. Denkleştirici adalet, bireyler arasındaki alış verişlerde aritmetik eşitliğe dayalı bir adalet türü olduğu için tıpkı dolaylı vergi örneğinde olduğu gibi her zaman eşitliğe dayanmayabilir.

Dağıtıcı adalet ise hak edileni vermek gibi bir eşitliğe dayanmaktadır. Yani eşitler arasında eşit; eşit olmayanlar arasında farklı işlem uygulaması anlamına gelmektedir.

Bu unsurların yanında çağdaş yaşamın doğurduğu yeni bir yaklaşım-ihtiyaç kavramı daha doğmuştur ki o da “sosyal adalet'' tanımlamasıyla anılmaktadır. İnsanların birbirlerine eşit olması hususunu soyut düzeyde yani düşüncede bırakmayıp bunların somut olarak da gerçekleşmesi için atılan bir takım iyileştirici adımlar/uygulamalardır. Örneğin çocukları, kadınları, işsizleri, özürlüleri koruyan kanunları sosyal adalet argümanları olarak gösterebiliriz.

Hem ideal-nesnel hukukun hem de adaletin gereği olarak, yurttaşlar güçlüden güçsüze farklı işlemlere tabi tutulmayacaklardır.

Dejenere edilmiş halini bir kenara bırakmak kaydıyla söylemek gerekir ki asıl amacıyla hukuk bilimi, bir toplumda adaletin sağlanması-gerçekleşmesi için çalışır. Hukuk, değer ve geçerlilik kazanmak istiyorsa adalete yönelmeyi amaç edinmelidir.

Sonuç itibariyle adalet, herkese hak ettiğini tereddütsüz ve eksiksiz verme iradesidir. Adaletin aracı yine hukuktur.

“Adalet Yürüyüşü''nü; bilim dışı, kısır, günlük, kışkırtıcı politik ve altı doldurulamamış ideolojik saldırganlıklara kapılmaksızın değerlendirmek ve ileri adım atmak, hem toplumsal adaletin yaygınlaşmasına hem de rahatlamasına yarayacaktır.  

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

ABC Kritik Haberleri

100. Yıl törenleri ve Cumhuriyet'i sahiplenme
Merve Dizdar, teşekkür konuşmasında Erdoğan'a övgüler sıraladı, ne olurdu?
Mitingi kalabalık göstermek için hangi hileleri deneyip yakalandılar?
İşte 4 Şubat 2022 tarihli Resmi Gazete'deki karar
Atatürk, İnönü, Özal ve Demirel'in cumhurbaşkanlığı geçerli değil mi?