Türkiye’de bugüne kadar olabileceğine inanılmayan çok zor bir iş nihayet başarıldı.
Birbirleriyle ortak paydası az olduğu bilinen eğilimleri temsil eden altı partinin liderleri, her ay bir araya geldikleri gibi, sonunda uzman partili kadroların üzerinde çalışarak tamamladıkları, yüzlerce maddeden oluşan 240 sayfalık ortak bir mutabakat metnine de imza attılar.
Bu Türkiye için önemli bir başarıdır ve bu başarıyı -ilk elde tuhaf görünse de- AK Parti’ye borçluyuz.
İktidarının son yıllarında AK Parti’nin ülkeye yaşattıkları, muhalif saflardaki ayrışmayı zayıflattı ve daha önce görülmemiş ortak bir iradenin oluşmasını sağladı.
Dün yapılan altılı mutabakatın ürünü olan metni tanıtma amaçlı toplantı, ülkemiz için, zorun başarılmasıdır.
Kendi özelimden bir örnekle ne demek istediğimi açayım.
Babam ile amcam uzun yıllar iki aileye de kazandıran ortak bir ticari hayatı sürdürdüler. Yetişme dönemim, aynı dükkanda yürütülen ticari faaliyetin iki kardeş ortağının çoğu kez birbiriyle konuşmamacasına dargın oldukları ortama tanıklıkla geçti. Bir ara mahkemelik olduklarını da hatırlıyorum.
Ülkemizde ortak çabaları sürdürmek en zor işlerdendir.
Siyasi hayatımızda da durum farklı değildir. Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’nin ‘dört eğilim’ iddiası bir dönemle sınırlı kalmıştı. AK Parti’nin farklı eğilimleri bünyesinde tutma kararlılığı, farklı eğilimlerin temsilcileri bir yana, kurucu çekirdek kadrosunun büyük bir bölümünün de tasfiyesiyle sonuçlandı. Arada kurulan koalisyon hükümetleri hep çalkantılı dönemler yaşattı ülkeye, onların ömürleri de fazla uzun olamadı.
Reklam
Altı partinin liderler düzeyinde sergilediği istikrarlı birliktelik ve ortaya konulan mutabakat metni bir şeylerin değişmekte olduğunu müjdeliyor.
Evet, bu bir müjde.
Aynı ülkede yaşamak aynı gemiyi paylaşmak gibidir. Gemiye verilecek zarardan o zararı veren/ler de zarar görecektir.
‘Yeni AK Parti’ bu evrensel gerçeği tersine döndürme ve insanlarını ayrıştırarak ülkeyi yönetme deneyimidir. Bunu, henüz ismi önünde ‘yeni’ sıfatıyla anılmadığı yıllarda, kurucu kadrosunun siyasi geçmişlerine güvenmedikleri için başlangıçta partiden uzak duran geniş kitleden önemli bir bölümünü kendisine ısındırdıktan ve her iki kişiden birini oy verebilecek hale getirdikten sonra denedi AK Parti.
Denemenin ilk yıllarında o taktiğin işe yaradığını da gördü.
Güvenmeyenleri güvenir hale getirdikten sonra sağladığı güvenle dayattığı değişiklik, ona, yolun sonunda daha az bir kitleyle baş başa kaldığı halde, ilk on yılında kazandırdığı pek çok çağa uyumlu özelliği geri alma imkanı sağladı.
Hiçbir zaman toplumdan geniş ilgi görmeyi başaramamış bir başka partinin desteğiyle bunu elde edebildi AK Parti; o desteği sağlayabilmek için kendisini ortaklık kurduğu partiye benzetmesi de gerekti.
Ülkenin geleceğini yeniden toplumun bütününün çıkarları istikametinde uygun bir zemine oturtma niyetinin ete kemiğe bürünmüş biçimi olan Millet İttifakı, yalnızca iktidara talip olma hareketi değildir; bu aynı zamanda toplumun bozulmuş dengelerini de yeniden oluşturma girişimidir.
CHP’nin bu harekette ön planda görünmesi, daha önceleri kendisinin karşısına dikilmiş partilerin programlarında bulunmasına alıştığımız türden vaatleri de içeren bir metnin kaleme alınmasına öncülük etmesi önemlidir.
Halkına güvenmeyenlerin partisi görünümündeki Halk Partisi farklılaşıyor…
Kemal Kılıçdaroğlu CHP’yi böyle bir girişime öncülük ettirerek ülke siyasetinin geleneksel iki cepheli çarkını kırmış oldu. CHP’nin bütün unsurlarıyla onun yaptığından mutlu olduğu, mutlu görünenlerin bile yaptığını içlerine sindirdiği söylenemez.
Ama oldu. CHP bugün siyasi hayatımızın bildiği CHP görünümünde değil. CHP’yi çok partili dönemde %40’ın üzerinde oy almasını sağlayacak biçimde dönüştürme çabasını ilk sergilemiş Bülent Ecevit’in, başaramayacağını anlayınca, bir askeri darbe sonrasında demokratik siyasete kapı aralandığında, CHP yerine farklı bir partiyle -DSP- siyasi yoluna devam etmeyi yeğlediğini biliyoruz.
Ecevit’in zorlandığı için kendi haline bırakmak zorunda kaldığı CHP’nin oylarını henüz tek başına iktidar olabileceği bir düzeye çıkartamadı Kılıçdaroğlu, lakin onu parti açısından olduğu kadar ülke için de yararlı bir başka kulvara sokabildi.
Dün altı parti liderlerinin bir arada açıkladıkları mutabakat metnini doğru anlamak gerekiyor.
Çabalar birkaç ay sonra yapılacak seçimde halkın bu girişime sandıkta destek vermesi durumunda iktidarla mükafatlanırsa, Türkiye, Cumhuriyet’in 100. yılında, yüzyılın başında seçtiği yolla elde ettiği kazanımları, çağın anlayışına dönük özelliklerle pekiştirme imkanı bulacaktır.
Açıklanan metne genellikle seçim kampanyasında kullanılabilecek vaatler gözüyle bakılıyor ya, bu altı partinin yaptıklarını hafife almak olur.
Başka ülkelerde ve bizde de ancak anlık iradelerle meydana gelmiş köklü değişimler, yakın siyasi tarihimizde, gerekliliği hissedildiği dönemlerde dahi, demokratik yöntemlerle bir kez bile sağlanamamıştı. Mutabakat metni, bir seçim öncesinde, toplumun en kalabalık kesimlerini temsil eden partilerin ortak iradelerinin ürünü olarak, daha önce başarılamayanı gerçekleştirme ümidi anlamına geliyor.
Mutabakat metni partilerin ürünü ama, Millet İttifakı seçimde kitlelerin teveccühünü kazanabilirse milletin iradesi halini alabilecek.
Keşke biraz daha cesur olunabilseydi dedirten eksiklikleri yok mu metnin? Elbette var. Tıpkı, “Buna neden ihtiyaç görülmüş?” sorusunu düşündüren fazlalıkları da olduğu gibi…
Toplumun endişelerini yansıtıyor o eksiklikler ve fazlalıklar; ben bu yüzden onları da metnin artısı olarak görüyorum.
İlk 20 yılı, siyasi sarsıntılar, gelecek kaygıları, salgınlar, anlamsız savaşlar ve şimdi de ekonomik darbelerle heba olan ve muhtemelen önümüzdeki birkaç yılı daha kendini bulma arayışıyla geçecek olan 21. Yüzyıl, hiç kuşkusuz, global yapıda bazı temel yanlışlıkların varlığını insanların duyumsamasına, mevcut yapının daha adil ve refah getirici bir arayışla kendini yenilemesine yol verecektir.
Türkiye, bulunduğu coğrafyada etrafındaki ülkelerden farklı özelliklere sahip olması yönüyle, her köklü değişimden olumlu-olumsuz en fazla etkilen ülkelerin başında geliyor. O özelliklerini ancak insan haklarına, temel hak ve özgürlüklere saygılı, demokratik, laik bir hukuk devleti olarak koruyup geliştirebilir ülkemiz.
Mutabakat metnini bu durumun farkında olan siyasilerin ürünü olarak görüyorum.