Her demokratik ülkede iktidar da vardır, muhalefet de. Demokrasilerde iktidar partiler arasında gider gelir; bugünün iktidarı yarın muhalefete düşebildiği gibi, muhalefeti de bir bakmışsınız iktidar oluvermiş…
İktidar demokrasilerde hizmet yeridir.
‘Ateşten gömlek’ dense yeridir iktidara…
İmkanların ister istemez sınırlı, buna karşılık taleplerin alabildiğine bol olduğu ortamlarda, ateşten gömleği giymek cesur insanların işidir.
Bizde günümüz iktidarı cesur insanlara sahip.
Öyle olmalı ki, 20 yılı aşkın süredir ülkeyi yönetenler, bu görevi ilanihaye sürdürmek istediklerini belli ediyorlar. Yanı başımızda savaşlar var, bütün ekonomileri etkileyen bir büyük afet halinde salgın yaşandı, içeride sorunlar bir sarmal halinde herkesi etkiler boyutlarda ve böyle bir iç ve dış ortamda, iktidarda bulunanlar, bir ifadeyle ‘beş yıl daha’ ve lakin niyet olarak 2070’lere kadar ülkeyi kendileri yönetmek istiyor.
Ülke muhalefeti de iktidar sahiplerinden daha az cesur değil; onlar da mevcut yönetim kadrosunun bir an önce yerini kendilerine bırakmasını arzuluyor ve bunun için her geçen gün artan dozda ciddi bir kampanya yürütüyor.
Muhalefet de, iktidara geldiğinde içte ve dışta dev sorunlarla baş etmek gerekeceğini bildiği halde, o dev yükün altına girmekte acele ediyor.
Sorunların ne kadar çetrefil olduğunu iyice görebilmek için ekonomik göstergeleri ve onları etkileyen unsurları rakamlar halinde vermeme herhalde gerek yok; bundan böyle iktidarda kim, hangi parti bulunursa bulunsun, geceli-gündüzlü çalışsalar ve imkanları zorlasalar bile, geniş kitleleri memnun edecek bir başarı göstermeleri çok zor.
Hemen seçimin ertesi günü alınması gerekecek kaçınılması imkansız tedbirler geniş kitlelerin canını sıkacaktır.
İşin tuhafı, biraz aklı başında olan herkes, ‘geniş kitleler’ diye adlandırdığım insanların büyük bölümü de, bu durumun farkında. Vaatlerin çoğunun -belki de hiçbirinin- yerine gelemeyeceğini, buna karşılık kampanyalar sırasında hiç sözü edilmeyen lakin seçim sonrası alınacak keskin tedbirlerle canlarının yanacağını bilmeyen herhalde pek azdır.
Lay lay lom tarzı bir yönetim beklemiyor ülkeyi; o günler hayli geride kaldı. Önümüzdeki günlerde can sıkıcı kararlar alınmak zorunda kalınacak.
Hadi yazının burasında şaşırdığım bir noktayı belirteyim: Siyasi hayat içerisinde yer alan kişiler ile onların mensup oldukları veya yönetiminde bulundukları partiler arasında, benim bu yazıda buraya kadar çizmeye çalıştığım tabloyu göz önünde bulundurup acıtacak gerçekleri toplumla paylaşarak zora talip olduklarını ifade eden yok.
Winston Churchill, savaşın -sonradan ‘İkinci Dünya Savaşı’ adını alacak tarihin en kanlı savaşının- bir parçası haline dönüşmüş ülkesinde -İngiltere’de- başbakanlık görevini devraldığı 13 Mayıs 1940 tarihinde, halk kendisinden morallerini yükseltecek parlak vaatler beklerken, “Sizlere acı, kan, ter ve gözyaşı vaat ediyorum” cümlesiyle ünlenen bir konuşma yapmıştı.
İşte o vaat yerine geldi. İngiliz halkının vahşet topuna dönüşmüş Alman saldırganlığı altında kanı döküldü, küçüklü-büyüklü İngilizler acı çekti, gözyaşı döktü, yöneticiler de geceli-gündüzlü çalışarak ter attı…
Churchill başbakan olur olmaz parlamentoda yaptığı hitapta vaat ettiklerini yaşattı kendi halkına ve lakin o çaba İngiltere’nin savaştan galibiyetle çıkmasını sağladı.
Reklam
Sonucu da belirtmezsem olmaz: Savaştan ülkesini zaferle çıkaran Churchill ve partisi, savaştan hemen sonra -1945 yılında- yapılan ilk seçimde iktidarı kaybetti.
Onun yerine gelenlerin yarattıkları hayal kırıklığından sonra -1951 yılında- yapılan seçimde İngiliz halkı onu 77 yaşında yeniden iktidara getirecekti.
Yazımın en başında, iktidar denilen devleti yönetme görevinin, demokrasilerde partiler arasında geçişli olduğunu, bugün iktidarda bulunanların yarın muhalefete düşebileceklerini, buna karşılık bugünün muhalefetinin yarın iktidara gelebileceğini belirtmiştim.
İngiltere ve Churchill örneğinde olduğu gibi…
Bugünün Türkiyesi’nin o dönemin İngilteresi’nden pek az farkı var.
Şartlar fazlasıyla benziyor.
Tek benzemeyen, siyasilerin halkla gerçekleri paylaşma tarzı.
Halkımız, kendileriyle ülkenin baş başa kaldığı ciddi sorunları paylaşan, yönetime kim-hangi parti gelirse gelsin karşı karşıya kalınacak sorunların üstesinden gelebilmek için herkesten fedakarlıklara katlanma özverisi bekleyeceğini şimdiden beyan eden bir siyasi kadro karşısına çıkıp oy istese, ona iktidar olma şansını verir mi?
Bu soruyu ciddi ciddi soruyorum.
Verir mi?
Yoksa, doğru olmadığını, yaşanan gerçekliklerle çeliştiğini bildiği halde, boş sözleri vaat olarak kendilerine sıralayan partiler arasında bunu en inanılır şekilde yapanı mı iktidarda görmeyi tercih eder?
Bile bile.
Galiba bu defa da öyle olacak.
Son 50 yıl boyunca hep olduğu gibi…
Elinde ‘Koskotas dosyaları’ adını verdiği ve içerisinde seçildiğinde hesabını soracağı büyük yolsuzlukların kanıtları bulunduğunu söylediği bir dosyayı tutarak propagandasını yürüten bir lider ile partisini iktidara taşımıştı halkımız…
Seçimden sonra o dosya bir kez bile hatırlanmadı, hatırlatılmadı.
‘İki anahtar’ vaadi de, yani kendilerine bir ev ile bir otomobil sahibi olma hayali satılması da, halkımızın hoşuna gitmişti bir dönem; o sayede kazanılan iktidarın ardından tarihin en ciddi ekonomik sıkıntılı günleri gelmişti.
Bugünler yine çift taraflı vaatlere muhatabız; sandıktan çıkacak iktidarın sunacağı yarın, geçmişte yaşananların tekrarı olmayacak mı?
Olmamasını diliyorum.