Ülkemizin cumhuriyet ile aynı yaştaki partisine seçim sonrasında bir haller oldu. Partide lidere en yakın olanlar bile, arkasını döndüğünde, onu koltuğundan etmeyi amaçlayan zoom arkadaşlığı içerisine giriyorlar.
“Oğlum” diye hitap ettiği belediye başkanı kendisini bir başka belediye başkanı gibi yollara henüz vurmadı ama o da yakındır; liderin koltuğunda gözü olduğunu gözlerinden okumak mümkün oluyor çünkü.
[Garip olan şu: Liderin kendisi, henüz genel başkan seçilmediği yıllarda -2009 yılında- “Oğlum” dediği başkanın şimdi oturduğu koltuğa -İstanbul büyükşehir belediye başkanlığına- aday olmuştu; İstanbul ile CHP genel başkanlığı arasında böyle de bir geçişlilik var.]
CHP toplumun gözü önünde cereyan eden bu çalkantılardan büyük yara alıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin son grup toplantısında partisini ‘gemi’ kendisini de ‘kaptan’ olarak tanımlamıştı.
[Dediği şuydu Kılıçdaroğlu’nun: “Hiç kimse unutmasın, gemiyi limana sağlam götürmek yine kaptanın görevidir. Kaptan olarak gemiyi limana sağlam götüreceğimi herkes bilsin. Benim CHP kültüründen öğrendiğim, aldığım en büyük derslerden birisi de budur.”]
O tanımlamadan hareketle söylenebilecek olan şudur: CHP gemisi su alıyor. Kaptan da buna çare bulacak yerde su alan gediği biraz daha genişletmekle sonuçlanabilecek işler yapıyor.
En son darbe CHP yönetiminden CHP’li medyaya geldi.
Akıl alır gibi değil ama, CHP’yi savunmayı görev edinmiş gazeteler, televizyon kanalları ve yazarlar ile yorumcular bizzat parti lideri tarafından suçlanmış bulunuyor.
Ne mi dedi Kemal Kılıçdaroğlu?
Şu söz ona atfedilerek konuşuluyor: “Köşe yazarları üzerinden parti içi meseleler tartışılıyor. Ben kimin nereden, ne maaş aldığını iyi biliyorum.”
Ağır bir itham bu.
Günlerdir o medya içerisinde yer alan isimler kendilerinin kast edilmediğini savunarak Kılıçdaroğlu’nun hedefinde asıl kimler olabileceğini isimlendiriyorlar.
İsimlere bakıyorum, savunma amaçlı olarak o sözlerle kendilerinin kast edilmediğini söyleyenler ön planda.
Maaş olarak kime ne verildiğini telaffuz edenler bile var.
CHP’nin seçimlere kadar itibar ettiği medya organları ile muteber yazar ve yorumcular ateş altında.
Üzücü bir görüntü o kesime hakim.
Onlarca yıl boyunca kazanılmış itibarlar bir çırpıda bazılarının elinden alınıveriyor.
Daha da garip bir gelişme yine CHP yönetimi tarafından partinin ismiyle özdeş TV kanalına karşı sergilendi. CHP’nin medya ile ilgili genel başkan yardımcısı, Halk TV ile CHP arasında uzun yıllara dayanan ve parasal boyutu da bulunan bir sözleşme olduğunu, parti olarak bu sözleşmeyi kendilerinin tek taraflı feshettiklerini açıklayıverdi.
Taraflar -CHP ile Halk TV- arasında bir sözleşme varmış ve kanal, yayınlarında, o sözleşmeye uyuyor, CHP de bunun karşılığında kanala düzenli ödeme yapıyormuş…
Halk Partisi ile Halk TV… Özgür medya, yansız ve tarafsız yayıncılık böylesine bir ilişkiyi kabul etmez ancak işte “İsim benzerliği ilişkiyi kolaylaştırmıştır” diyen çıkabilir.
Öyle değil, daha doğrusu CHP’nin fonladığı yalnızca o kanal değilmiş, CHP ile benzer sözleşmeler imzalamış başka kanallar da varmış… Halk TV’nin sahibi, CHP’den sözleşme ile para aktarılan 10’dan fazla kanal olduğu iddiasında. CHP adına sözleşme feshini kamuoyuyla paylaşan genel başkan yardımcısı da, sayı vermese de sözleşmenin bir tek kanalla sınırlı olmadığını söylemekte.
“Bu normal mi?” sorusuna verdiği cevap da ilginç CHP yöneticisinin: “İsveç’te değil ama Türkiye’de normal. İngiltere’de değil ama Türkiye’de normal.”
İsveç’te ve İngiltere’de normal olmayan bu tür bir ‘yasak ilişki’ Türkiye’de nasıl normal sayılıyor?
CHP tarafından?
Seçim sonrasında tayfaların kavgaları sebebiyle su almaya başlamış olan gemi yan yatmaya başlamışken, onu her durumda desteklemeyi görev bilmiş medya da tahribattan ölümcül darbeler alıyor.
Bu hikaye bu kadarla ve burada bitmeyecek gibi. Daha nerelere kadar uzanacağını kestirmek ise kolay değil.
CHP lideri nereye kadar gitmesini istiyorsa herhalde oraya kadar gidecektir.
Hesaplaşacağı daha çok kişi ve kurum olduğu belli Kemal Kılıçdaroğlu‘nun.