Libya’da şehit olan MİT personelinin cenazesini haberleştirdikleri gerekçesiyle 6’sı tutuklu 8 gazetecinin ilk duruşması bugün görüldü. Duruşmanın ilk celsesinde Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest bırakıldı! Barış Terkoğlu, Aydın Keser ve Ferhat Çelik tahliye edildi. Mahkeme, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel’in tutukluluk halinin devamına hükmetti. Duruşmayı 9 Eylül’e ertelendi.
Bu iddianame değil, niyetnamedir: Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest!... Libya’da yaşamını yitiren MİT mensuplarına ilişkin haberleri nedeniyle 4 aydır tutuklu olan gazeteciler Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Aydın Keser, Murat Ağırel, Hülya Kılınç ve Ferhat Çelik’in İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaları başladı.
109 gündür tutuklu Yeniçağ yazarı ve TELE1 programcısı Murat Ağırel ve Barış Pehlivan’ın aileleri içeri alınmadı
Adliyeden gelen bilgilere göre duruşmalar geç başladı avukatlar uzun süre bekletildi. Bugün ifadeler alınacak, ifadeler alındıktan sonra ara karar çıkacak. Murat Ağırel savunmasında “Ben şehit cenazelerinde duygulanıyorum bu şehitlerimizin töreni dahi yapılmadı. Amacım onları yüceltmekti. Tüm amacım şehitlerimiz hakkında bilgi vermekti” dedi.
Flaş!... Murat Ağırel ayn adli kontrol şartıyla serbest bırakıldığı dosyadan tutuklandı
8 YILDAN 19 YILA KADAR HAPİS CEZASI İLE YARGILANIYORLAR
İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada, gazeteciler, ‘Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklamak’ ve ‘istihbarat görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgi ve belgeleri, yetkisiz olarak almak ve temin etmek’ suçlamalarıyla 8 yıldan 19 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanıyor. 4 aydır tecrit koşullarında cezaevinde tutulan altı gazetecinin yanı sıra, gazeteci Erk Acer ve Manisa Akhisar Belediyesi Basın Birimi çalışanı Eren Ekinci de tutuksuz yargılanıyor. Eren Ekinci duruşmaya SEGBİS’le katılıyor.
MURAT AĞIREL’İN SAVUNMASI
[caption id="attachment_180324" align="alignnone" width="1000"]
Hakim karşısına çıkan gazetecilerin davası tartışmalarla başlarken, gazeteci Murat Ağırel savunmasını yaptı.
Murat Ağırel savunmasında şunları söyledi:
“Mahkemenizde şüpheli sıfatı ile bulunma nedenim, 2937 sayılı Kanunun 27. maddesi ile birlikte TCK’nın Devlet Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Bilgileri Açıklama başlıklı 329 maddesinde tanımlanan suçları işlediğim iddiasıdır.
“KUMPAS DAVALARINDAN BERAAT ETTİM”
Kumpas davası olan Ergenekon davasından 2019 yılında beraat ettim. Beraat ettikten sonra hakkım olmasına rağmen tazminat davası açmadım. Bunun sebebi ise; şayet alacağım tazminat bu kumpası kuran hainlerin cebinden çıkacak olsa saniye düşünmezdim. Ne yazık ki muhtemel alacağım tazminat, fukaranın cebinden ödenecektir. Dosya avukat masrafını dahi iade almadım. Bunu yapmış olsaydım rahatsız olur uyumazdım. Boğazımdan geçmezdi.
Mahkemenizde iddia edildiği gibi bir suçun olmadığını ve nasıl olmadığını savunacağım. Zira bu olmayan suçlamalarla tam 120 gündür cezaevinde bir hücrede tek başıma tutuluyorum. Hakkımdaki suçlamalar, ne bir somut delile dayanıyor, ne de vicdana sığıyor.
NİYETNAMEDİR
İddia makamının tarafınıza sunduğu iddianame bana göre bir “niyetnamedir”. Neden böyle nitelendirdiğimi ve savunmamı anlatmaya başlayayım;İddianame içerindeki, iddiaları çürütecek benim savunmamı ise doğrulayacak belgeleri savunma metni içerisinde numaralandırdım ve ek dosya olarak tarafınıza da sunuyorum.
Şubat ayının ilk haftasında “SARMAL” isimli kitabım satışa çıktı. Satışa çıkmasından sonra bir ilgiye mazhar oldu. Bu nedenle devamlı tanıtımlara ve kitap imza günü etkinliklerine katıldım.
22 Şubat günü yani suç işlediğinim iddia edilen tweet paylaşımını yaptığım gün, CKM (Cadde Bostan Kültür Merkezi)’nde imza günü etkinliği saat 15:00 da yapılacaktı. O günün sabahında TELE1 TV’de Namık Koçak’ın programına canlı yayın konuğu olarak katıldım ve kitabım hakkında konuştuk. Sonrasında Kadıköy CKM’ye gittim. İmza etkinliği başlamadan yirmi dakika önce Sputnik Radyo RSFM’de Ahu Özyurt’un sunduğu programa telefon bağlantısı ile canlı yayına bağlandım. Bu canlı yayın 14:40 da başladı 15:00’a kadar sürdü. Konu sadece kitabım “SARMAL”dı.
…
HER TÜRK EVLADI GİBİ BENDE ÜZÜLDÜM
Her Türk evladı gibi ben de her şehit haberinde çok üzülürüm. Çünkü şehitlerimiz“tane” değildir. Bir babadır, ağabeydir, oğuldur, kocadır, sevgilidir. Şehit şehadete erdiğinde can veren sadece kendisi değildir. Tüm sevdikleridir. Şehidimiz ister asker, ister polis, ister memur, ister vatandaş olsun. Hepsi bu toprakların evlatlarıdır. Hak ettikleri değeri göstermek zorundayız. Yapılacak tören bu değerlerden en önemlisidir.”
Bu paylaşımı yapmamda ki gayem şehitlerimizin şahadetini yüceltmek ve bu kahraman vatan evlatlarının hak ettiği ilgiyi ulaşmasını sağlamaktı. Düşünsenize bu topraklar uğruna can veren yiğitlerimizden “tane” diye bahsedilip geçiştiriliyor, tören dahi yapılmıyor. Hangi Türk evladı bunu kabul eder. Amacım bunları dile getirip şehitlerimizi yâd etmekti. Başka bir amacım, düşüncem, kastım yoktu. Gazetecilik refleksi ile şehit olmuş askerlerimizin, kahramanlarımızın “tane” diye nitelendirilmesine, törensiz defnedilmesine binlerce kişi gibi tepki vermek ve şehitlerimizin hakkındaki doğru bilgiyi paylaşarak şahadetlerini yüceltmekti.”
SADECE 43 DAKİKA AKTİF KALMIŞTIR
Sizi anlattığım haberleri sosyal medyadan derlemem ve şehitlerimiz hakkında paylaşım yapmam toplam 50-60 dakika içerisinde gerçekleşmiş ve sadece 43 dakika aktif kalmıştır. Sonrasında hesabımı ele geçirenler tarafından paylaşım kaldırıldı.
ARADA 11 GÜN VARDI
Odatv haberi ile benim paylaşım arasında 11 gün vardı. OdaTV haberinden Barış Terkoğlu gözaltına alınınca ancak haberim oldu. Haberin içeriği hakkında bilgi sahibi olduğumda ise şaşırdım. Zira ben tören yapılmadığını biliyordum. Bunu da paylaşımımda belirtmiştim.
Barış Terkoğlu gözaltına alındıktan sonra malum medya organlarında hedef olarak gösterilmeye başlandım. Zira kitabım “SARMAL”ın, “PELİKAN” adlı bölümünde belirttiğim tüm isimler beni hedef gösteriyordu. MİT’in ifşasından bahsediliyor ve ilk ifşanın ben ve Batuhan tarafından yapıldığı yazılıyordu. Hatta “Yeniçağ’ın MİT ifşasındaki rolü”manşeti atılıyordu. Bu paylaşımı yapan “Yekvücut” hesabıdır. Yine aynı isimler tarafından bu haber paylaşılmaya başlamıştı.Bunun üzerine benim ve Batuhan’ın da gözaltına alınacağımızı düşündüm.
SAVCININ HER SORUSUNA CEVAP VERDİM
Beklediğim gibi oldu. 6 Mart günü Başsavcılıktan arandım. Savcıya yönlendirildik. İfademi verdim. Savcının sorduğu her soruya cevap verdim. Sayın savcı bana paylaşımımı gösterdi. Paylaşım saat olarak 11:06 yazıyordu. Yanlış olduğunu söyledim.”
FOTOĞRAFLARI SOSYAL MEDYADA VARDI
Sayın Savcı bir videodan bahsetti ve videoyu kimin çektiğini tespit etmeye çalıştıklarını, fotoğraflarını sosyal medyadan bulunamayacağını bildirdi. Ben de kendisine fotoğrafların sosyal medyada yer aldığını videoyu görmediğimi bildirdim. Savcı diğer savcı ile bir yere gidip geldikten sonra tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edildim.
8. Sulh Ceza Mahkemesi karşına çıktım. Savcılık ifademi tekrarladım. Belgeleri sundum. Mahkeme adli kontrol şartı ile serbest bıraktı beni. Tahliye olduktan birkaç saat sonra daha önce planlanan Ankara kitap fuarına katılmak üzere Ankara’ya hareket ettim.
Dönüşte arandığımı eski kayınvalidemin evine gidildiğini, kayınbiraderimin de Vatan Caddesine gidip tutanak tuttuğunu aranmam üzerine öğrendim. Polis memuru ile konuştum “beni arasalardı zaten gelirdim” dedim. Yolda olduğumu birkaç saate geleceğim bildirdim.
Avukatım ile birlikte gidip teslim oldum. Sonrasında 5. Sulh Ceza Mahkemesi’ne çıkarıldım. Savcı 11. Sulh Ceza Mahkemesi’ne itiraz etmiş, Nöbetçi 5. Sulh Ceza olduğu için davaya bu mahkemenin baktığını öğrendim. Mahkemede savcının 24 saat dolmadan neden tutuklama istediğini öğrenmek istediğimizde “kaçma şüphesi” ve “delilleri karartma” gibi nedenlerin ileri sürüldüğünü öğrendim. Yani yeni bir gerekçe de yoktu. Aynı iddia ile 8. Sulh Ceza Mahkemesi tahliye etmişti. Savunmamı yaptım. Avukatlar savunmasını yaptı. Ara verildi. Sonra karar için içeriye çağırıldık. Ben savunma kürsüsüne tam geçmeden ve avukatlar daha salona girmeden, mahkeme başkanı bana “tutuklandın” dedi dışarı çıkardı. Avukatım Aylin Hanım itiraz etti ancak yararı olmadı.
3 FARKLI KARAR VARDI
Dışarıda kararı beklerken mübaşir kararı getirdi. Ben okumadan imzaladım. Avukatım Onur Cingil karar metnini imzalarken karara baktı, müvekkilim tahliye edilmiş dedi. Hepimiz şaşırdık. Evrakı mübaşir ile birlikte inceledik. Karar metninde 3 tane farklı karar vardı.
O esnada 13-15 avukat 3 milletvekili de evrakları kontrol etti. Tüm yaşananlar kameralarca kayıt edildi her an. Mübaşir bir hata yapıldığını söyledi ve evrakları almak istedi ancak vermedik. Mübaşir içeri gitti ve bu sefer kalem görevlisi ile geri geldi ve cam kenarında diğer suretleri incelediler. Ben de yanlarına gidip nasıl böyle bir şeyin olduğunu sordum. Anlamaya çalıştıklarını söylediler. Avukatlarım hâkim ile görüşmek istedi. Mübaşir durumu mahkeme başkanı bildirdiğinde sesler koridora kadar geldi. Sonra polisleri çağırdı mahkeme başkanı. Bir süre sonra düzeltilmiş karar geldi. Avukatlarım karara şerh düştüler ve tutanak şeklinde kararın altına yazdılar.
POLİSLERİN NEZARETİNDE SİLİVRİ’YE TESLİM EDİLDİM.
Bu anlattıklarım noktası ve virgül ile yaşadıklarımın tamamıdır. İlk günden itibaren tüm mahkemelere belgeleri ile birlikte itirazlarda bulunmamıza rağmen dikkate alınmadı ve ret cevabı verildi. Hukuki savunmayı avukatlarım yapacaklar, tabii ki ancak iddianamenin nasıl gerçekleri yansıtmadığını yine belgeleri ile anlatmak istiyorum. Şu ana kadar anlattıklarıma ait 21 belge dosyada mevcuttur.
‘CASE OFFİCER’ İFADELERİ
İddia makamının düzenlediği iddianame 50 sayfa. Benden bahsedilen kısım sadece 2,5 sayfa. Bu 2,5 sayfa içerisinde tam 7 defa “ilk olarak”, 2 defa “ilk deşifre” ve 11 defa da “case officer” ifadeleri kullanılmıştır.
İddianameye giriş kısmında OLAY başlığı altında 7 Şubat MİT krizi olarak bilinen davaya ve MİT Tırları davasına atıf yapılmış ve üçüncü paragraf sonunda yapılan soruşturmalarda şüphelilerin FETÖ, PYD Silahlı Terör örgütü mensubu oldukları ve kapsamlı bir plan dâhilinde ve casusluk kastı vurgusu yapılmıştır.
MİT TIRLARI DAVASI HATIRLATILDI
Bizim yargılandığımız bu dava ile bağı belirtilmemiş olmasına rağmen, örnek olarak bu davaların hatırlatılmasının nedeni iddianamede yer alan “planlı hareket” ve “kast” iddialarının altını doldurma gayretidir.
Zira tüm sanıkların birbiri ile irtibatları HTS kayıtları, sinyal takibi ile tespit edilmiş, MİT, terör savcıları, emniyet güvenlik şube sanıkları hakkında kapsamlı araştırmalar yapmıştır. Bunları ek klasörde görüyoruz. Sayın iddia makamına iddiasına delil olabilecek şahsım ile ilgili tek bir bulgu yoktur. Ne sanıklarla bir irtibatım ne de herhangi bir terör örgütü ile en küçük bağım bulunmamıştır. (EK-27) Çünkü yoktur. Sanıklardan Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ı tanırım, bilirim. Yurtseverliklerine de kefil olurum. Barış Pehlivan ile en az 14 -15 ay Terkoğlu ile de o kadar zaman görüşmem olmamıştır. Telefon irtibatı olarak sadece Terkoğlu ile sohbet için bazen arardım. Ancak uzun zamandır onu da yapmadım.
SAVCILARIN İDDİASINDA DELİL BULUNMAMAKTADIR
Sayın Savcıların bu iddiasını ait bir delil bulunmamaktadır. Ancak çok basit bir şekilde bir arama yapılsa FETÖ terör örgütüne karşı verdiğimiz mücadeleyi, hem de 17/25 Aralık baz alınmadan 2007 yılından itibaren çok net şekilde görülürdü. Fetö üyesi kişileri yazdığımız için yazılarımız engellendi ve şu anda halen tazminat davasında yargılanmaktayım. Beni şikayet eden şahıs dava görülürken FETÖ’den tutuklanmıştır. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü hakkımda FETÖ/PYD, Bylock, 15 Temmuz öncesi, sonrası tüm gerekli araştırmaları yapmıştır.
Bu durumda MİT’in Libya’da görev yaptığını ilk duyuran kişi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. 2937 sayılı kanuna göre Cumhurbaşkanı suç mu işlemiştir? Kanunda “Cumhurbaşkanı” hariç diye bir ibare var mıdır? Bizler MİT’in nerede görev aldığını nasıl bilebiliriz?”
[caption id="attachment_180330" align="alignnone" width="1000"]
ADALETİN KIRINTISI YOK
TELE1’e açıklama yapan CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal tutuklamaların hukuksuz olduğunu belirterek, “Bu ülkede adaletin kırıntısı yok. Eğer olsaydı bugün bu tutuklamalar yapılmazdı. Hukuk fakültelerinde tutuklamaların istisnai durum olduğu, genel kuralın tutuksuz yargılama olduğu anlatılır. Tüm dünyada da bu uygulama böyledir ama Türkiye’de tam tersi bir uygulama var. Genel kural tutuklama, istisnai durum tutuksuz yargılama olarak işliyor. Türkiye’de gariplikler bununla da kalmıyor. İnsanlar tutuklandıktan sonra iddianameler düzenleniyor. Delili bulunamazsa bile sırf devlet tazminata mahkum olmasın diye uyduruk bir suç yapıştırılıyor” dedi.
İKTİDARIN GAZETECİSİ OLMAZ
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın şehitler tepesi boş kalmayacak açıklamasına değinen Tanal, “Cumhurbaşkanı çıkacak şehitler tepesi boş kalamaz diyerek Libya’ya asker gönderecek kaymakam şehidin cenazesine katılacak ama basın bunu haber yapmayacak. Basın neden var o halde? Basın halkı bilgilendirmek için var. İktidarın basını olmaz. İktidarın gazetecisi olmaz. Halkın gazetecisi olur. Gazeteciler halka haber vermek için vardır. Gazetecilerin görevi halkı uyarmak iktidarları uyarmaktır” ifadelerini kullandı.
Davanın siyasi bir dava olduğunu belirten Tanal, “Bu davanın sonucunda mutlaka tahliye çıkacak. İçi boş bir dava. Bu dava hukuki bir dava değil, bu dava siyasi bir dava” diye konuştu.
AYDIN KESER’İN SAVUNMASI
İddianamede 23 Şubat’ta yayınlanan haberimizle 24 Şubat’ta yayımlanan haberler nedeniyle cezalandırılmam isteniyor. Bu suçlamaları kabul etmiyorum. Bu haber özel bir kasıtla değil, haber verme saikiyle, çok sayıda haberler derlenerek yapılmıştır.
Açık kaynaklardan elde edilmiştir bu haberin içeriği. Haberde yaşamını yitiren kişinin MİT mensubu olduğu yazılmamıştır. Haberin içeriği daha önce yayımlanan haberlerden derlenmiştir. Bu suçlamaların hukuki ve maddi dayanağı da yoktur. Dört aydır cezaevinde ve tecritteyim
Bu süreçte eşimi yalnızca bir kere gördüm o da kapalı görüştü. Çocuğum ve eşim bu durumdan maddi ve manevi olarak etkilenmiştir. Tutuklanmadan önce kalple ilgili yarım kalan tedavim vardı.
Doktora gittim cezaevinde, hastaneye gitmem gerektiğini söyledi ancak pandemi nedeniyle gidemedim. Tahliyemi ve beraatımı talep ediyorum.
MB: İfadenizde önce Ferhat Çelik’in haberin yapılacağından haberi vardı demişsiniz, daha sonraki ifadenizde ajanstan gelen haber geçmişiz demişsiniz. Hangisi doğru?
AK: İkinci ifadem doğru. Sorumlu yazı işleri müdürü olmam nedeniyle yasal sorumluluğu üzerime aldım.
M.B.: Haberlerin yayınlanmasına kim onay veriyor?
A.Keser: Biz günlük olarak gazetemizi yayına hazırlarız. Yayına hazırlanan haberler de internet sitesinde yayınlanır. Bir onay mercii yok gazetede.
Üye hakim (ÜH): “İçeriğe nasıl ulaştığımızı hatırlamıyorum” demişsiniz. Haber size nasıl ulaştı?
A.Keser: Editör nasıl ulaştı bilemem. Onun bağımsızlığına müdahale edemem.
FERHAT ÇELİK’İN SAVUNMASI
“Dört aydır tecrit altında olduğumuz için konuşmayı unuttuk, dilim sürçerse affola. Gazetecilik öyle bir hale geldi ki medyanın yüzde 95’in iktidarın hakimiyeti altında. Diğer yüzde 5 de muhalif yayın yapmayan çalışıyor.
Örneğin İzmir’de bir camide marş okunuyor. Böyle olduğunda sorumlular bulunur, kadın cinayeti olur faili konuşulmaz. Dolayısıyla gazetecilik ters yüz edildi biraz.
Bir ülkede Cumhurbaşkanı Libya’da birkaç tane şehit var diyorsa, gazeteci merak eder. İnsanın aklına yurtdışında bir şehit olduğu için doğrudan asker geliyor. “Sosyal medyada yakınları paylaşım yapıyor, fotoğraflar paylaşılıyor. Gazeteci açık kaynaklardan tarama yapar.
Bilgiye ulaşınca mantığa oturuyorsa doğrudur dersin, bunu yapmak için talimat almam gerekmez. Eğer Cumhurbaşkanı birkaç tane şehit var diyorsa o kadarla yetinmen gerek. Bu nasıl bir gazetecilik?
O dönem kimi gazeteler de bu iddiayı haberleştirdi. Birkaç tane şehidin kim olduğu da o zaman belli değil. Bizim iki haberimiz suçlama konusu.
Bir tanesi basılı gazetede, bir tanesi internet sitesinde yayınlandı. Ancak savcı diyor ki ilk olarak Yeni Yaşam gazetesi basılı gazetede yayınlamıştır.
Odatv’nin haberinin tamamı iddianamede. Ancak bizim haberlerin içeriği yazmıyor yalnızca başlıklar verilmiş. Haberin içeriğinde ne vardı peki?” Haberi okuyan F.Çelik, haberin içeriğinin “iddia edildi, öne sürüldü” gibi ifadeler barındırdığına vurgu yaptı.
Yeni Yaşam gazetesi, P24 ve Yeniçağ gazetesinde yazılanları derlemiştir. Onları hedef göstermiyorum, gazetecilik yapmışlardır.
Haberlerimiz iddianamede yer almamış, muğlak ifadelerle suçlama yöneltilmiştir. Bizim suçlamalara karşı yaptığımız savunma da yer almamış. “Biz İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliği tarafından önce serbest bırakıldık.
Kararda haberin daha önce yayınlandığı gibi gerekçeler vardı. Sonra hakkımızda yakalama kararı çıkarıldığını öğrendik. Tutuklanacağımı biliyordum. Haberimin arkasında duruyorum. Haber ortada. İnsan sormadan edemiyor: Her şey ortadayken biz neden hedef alındık?
MİT Kanunu gazeteciliğin elini kolunu bağlıyor. Ben önceden bilemem kim MİT mensubu kim değil. Açık kaynaklardan kopyala-yapıştır şekliyle aldığım haberler nasıl casusluk yapmış olabilirim?
Devletin gizli kalması gereken bir bilgiyse bu, savcılık haberden sonra neden 12 gün bekledi bizi ifadeye çağırmak için?
Herkes MİT mensubu olabilir. Ben bir haberi yaparken sen MİT’çi misin diye mi sorayım? Biz bu haberi yayınlarken bu insanların kimlik bilgilerinden bihaberiz. Gizli kalması gereken bilgi nedir bunu da söylemiyor iddianame.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Libya’da olduğu bilgisiyse bu gizli bir bilgi değil. Bu bilinen bir şey. Erdoğan bizzat kendisi söylüyor MİT’in orada olduğunu.
Biz gazetecilik yapıyoruz, bir kamu görev yapıyoruz. Talimat almayız. Bu işe başlarken Musa Anter, Hrant Dink, Metin Göktepe gibi isimlerden feyz aldım. Bir ifşa kastımız yok.
Bu haberden sonra Ümit Özdağ, MİT mensubu olduklarını açıklamış. Manisa’daki cenazeye MİT çelenk yollamış. Kimse orada herhangi bir önlem almamış.
Dört yıl da gerekirse yatarız. Basın şehitlerinin anısına ses çıkarmam. Ama bu ülke kaybediyor. Basın özgürlüğü endeksinde son sıralardayız. Bana kişisel olarak ne kaybettirecek? Böyle küçük bir olaydan, böyle büyük bir suç yaratmak doğru değildir.
Vicdanlarda zaten beraat etmişiz, özgürüz. Mahkemeye düşen de bunu hukuken tasdiklemek. Bunun haber olduğunu, ifşa kastının olmadığını size sunuyorum”
Duruşma Çelik’in sorgusuyla devam etti.
M.B.: “Haberlere onay verme yetkim yok” demişsiniz doğru mu?
F.Çelik: Evet, özel haber olur o zaman ben de bakarım. Açık kaynaklardan gelen haber için kimse girelim mi diye sormaz.
F. Çelik: Önceden yayınlanmış haberlerle ilgili bunu girelim mi diye sorulmaz.
M.B.: Bu haberin yayınlanmasında sizin nasıl bir dahliniz oldu?
F.Çelik: Bu gazetede yayınlanan her haberde benim sorumluluğum var. Günde onlarca haber geliyor, hepsini görme şansım yok ancak arkasındayım. Benim haberim olmadan da haberler yapılabilir.
ÜH: Genel Yayın Yönetmeni olduğunuz sitenin ve gazetenin haberlerine müdahale etme imkanınız var mı?
F.Çelik: Dönem dönem müdahale yetkim vardır. Başlık değiştirme vs. gibi konularda.
Avukat Özcan Kılıç: Bu haberi yaptıktan sonra mahkemeden, MİT’ten veya başka bir devlet kurumundan tekzip metni gönderildi mi?
F.Çelik: Hiçbir dönüş olmadı.Okurdan bile tepki çekmedi. Soruşturma açılmasaydı haber dikkat bile çekmeyecekti. Şimdi tüm Türkiye öğrendi kimliklerini.
HÜLYA KILINÇ’IN SAVUNMASI
20 yıllık deneyimli bir yerel gazeteciyim. Hayatımda ilk defa böyle ağır bir suçlama ve ilk defa ağır ceza mahkemesi karşısında bulunuyorum.
03.03.2020 tarihinde imzamla yayınlanan haberde “MİT görev ve faaliyetlerine ilişkin devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıkladığım, yayınladığım, yaydığım ve MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa ettiğim” suçlamasını kabul etmiyorum.
İddianamede haberi yapmam için; şehidin defnedildiği yere gitmem, yörenin muhtarı, aza, Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisi ve şehidin ailesiyle olan görüşmelerim gizli, gizemli ve suç işlemek amaçlı faaliyetler olarak anlatılmaktadır. Bu anlatımın gerçekle ilgisi yoktur.
Soruşturma aşamasında gerek savcılık, gerekse sulh ceza hâkimliği ifadelerimde; haberi yapmak için şehidin defnedildiği yere gittiğimi, kimlerle görüştüğümü, haberin detaylarını nasıl ve kimlerden öğrendiğimi, şehidin mezarının fotoğrafını çektiğimi, sosyal medyada araştırma yaptığımı, haberde kullanılan diğer fotoğrafları nasıl temin ettiğimi, haberi ne zaman ve nasıl hazırladığımı, kime gönderdiğimi detaylı olarak anlattım.
“HER ŞEHİT HABERİNDE ANNELERİN ACISINI YÜREĞİMDE HİSSEDERİM”
Soruşturma aşamasındaki ifadelerimde yalnızca görüşme yaptığım muhtar ile törende haberde kullandığım iki fotoğrafı aldığım Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisinin adını söylemedim.
Bunun sebebi; Ben gazeteciyim. Basın Kanununa göre “Gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamama “ hakkına sahibim. Haber kaynağımı açıklamak istemedim.
Üstelik bu kişilerin, Şehidin cenazesiyle ilgili hazırladığım haber için, bana verdikleri bilgiler görevleri gereğiydi. Biri muhtar, diğer basın bürosu görevlisiydi. Açıkçası, haber hakkında soruşturma yapılması üzerine, benim yüzümden soruşturmaya dahil edilmelerini istemedim.
Bu nedenle Muhtar Cemali Merter ve Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisi Eren Ekinci isimleri haricindeki verdiğim ifadelerim doğrudur. Aynen tekrar ediyorum.
Bir gazeteci olmamın öncesinde bir kadın ve 17 yaşında bir erkek çocuk annesiyim ve her şehit haberinde, çocuğunu kaybetmiş annelerin acısını her anne gibi yüreğimde hissederim. Libya’daki şehitlerimizin olduğunu duyduğumda da bir anne olarak aynı acıyı hissettim
Libya şehitlerinden birinin Manisalı olduğu ve askeri tören yapılmadan defnedildiğini günler sonra köy muhtarının sosyal medyada yapmış olduğu bir paylaşımından öğrendim ve çok şaşırdım.
Bir şehit için askeri tören yapılmaması gazetecilik açısından haber değeri taşıyan önemli bir olaydır. Hangi rütbede olursa olsun memleketi için hayatını feda eden her insan değerlidir ve bu değerle uğurlanması gerektiğini düşünürüm.
Hayatını vatanı için veren bir şehide askeri tören yapılmamasının haber değeri olması nedeniyle haberi hazırlamak istedim.
“ŞEHİDİN ASKER OLDUĞUNU SANIYORDUM”
Haberle ilgili araştırma yaptım. Muhtar, sosyal medyada yaptığı paylaşımda nerenin muhtarı olduğunu yazmıştı. 29 Şubat 2020 tarihinde köy muhtarının telefonunu buldum ve Muhtarı aradım. Muhtara yaptığı paylaşımı sordum ve paylaşımdaki bilgileri sordum.
Muhtar, “Libya Şehidinin köylerinden olduğunu, askeri tören yapılmadığını” söyledi. “Konuyu haber yapmak istediğimi” söyleyince “Köye gelmem durumunda bana yardımcı olacağını” söyledi. Cenazede fotoğraf çekip çekilmediğini sordum.
Cenazeye katılan birçok insanın fotoğraf çektiğini ve bana bulabileceğini söyledi. Geleceğim zaman kendisini arayacağımı söyleyerek telefonu kapattım. Pazartesi günü sabah yola çıkmadan Odatv’den Barış Pehlivan’a mesaj yazarak “Libya şehidinin Manisa’nın bir köyünden olduğunu ve askeri tören yapılmadan defnedildiğini öğrendiğimi, haberi yayınlamak isterlerse haberi araştırabileceğimi” söyledim.
Barış Pehlivan; “Haberi yayınlayabileceklerini, şehidin mezarının fotoğrafını çekebilirsem habere ekleyebileceğimi” söyledi. Barış Pehlivan’la da, Muhtarla da yaptığım görüşmelerde şehidin asker olduğunu sanıyordum.
Gerek Pehlivan’la gerek muhtarla olan görüşmelerimde haber konusu “Libya’da şehit olan asker” ve “şehitle ilgili askeri tören yapılmamasıydı.”
Akhisar’a otobüsle giderken köy muhtarını aradım ve köye gelmek için yolda olduğumu, önce mezarlığa gitmek istediğimi belirterek, mezarlığa götürüp götüremeyeceğini sordum. Muhtar da “Köy kahvesini işlettiğini, işi olduğu için beni başka birisiyle gönderebileceğini” söyledi.
Köye ulaştığımda kahvehaneye gittim. Muhtarla ve muhtarın yanındaki Aza ile tanıştım. Muhtarla ayaküstü biraz görüştükten sonra, Muhtar, Azanın beni mezarlığa götürebileceğini söyledi. Aza ile köy mezarlığına gittim. Mezarlıkta şehidin mezarının fotoğrafını çektim.
Mezarın üstünde şehidin ismi yazılı değildi. Azaya “Şehidin ismi yazılı değil?” diye sorduğumda Aza da; “Mezarın çok yeni olduğunu, mezar yaptırılırken yazılacağını” söyledi.
Aza ile cenaze töreni hakkında konuştuk. Aza, cenaze törenine belediye başkanı, kaymakam, bir milletvekili ve siyasi parti ilçe temsilcilerinin katıldığını söyledi. Askeri tören yapılmadığını söyledi.
Mezarlıktan ayrılırken Azaya, “Kabul ederlerse şehidin ailesiyle görüşmek istediğimi” söyledim. Bunun üzerine Aza, şehidin babasını telefonla aradı. “Gazeteci olduğumu, şehidin cenazesi hakkında haber yapmak için köye geldiğimi, şehidin ailesiyle de görüşmek istediğini” söyledi.
Baba, beni kendi evine davet etti. Aza ile birlikte şehidin evine gittik. Aza dışarıda bekledi, ben evin içine girdim. Evde, Şehidin annesi, akrabaları ve komşuları vardı. Çok ağır ve çok üzücü bir ortam vardı. Baş sağlığı dileklerimi ilettim.
Çok üzülmüştüm. Biraz oturduktan sonra zar zor konuşarak “Manisalı olduğumu, gazeteci olduğumu, şehidimizle ilgili haber yapmak istiyorum, bir şeyler söylemek ister misiniz?” dedim. Şehidin annesi açıklama yapmak istemediğini söyledi. Bir anne olarak ben de çok kötü olmuştum.
Biraz oturduktan sonra tekrar başsağlığı diledim ve evden ayrıldım. Dışarda bekleyen Azaya şehidin babasının evde olmadığını söyledim. Aza, babanın okulda çalıştığını söyledi. Azaya “Müsaitse, Babası ile de görüşmek isterim” dedim. Aza, Şehidin babasını aradı.
Baba bizi yanına davet etti. Biz Azayla okulun bahçesine gelmek üzereyken, şehidin babası motosikletiyle gidiyormuş, Aza görüp tekrar babayı aradı. Şehidin babası yanımıza geldi. Tanıştık. Başsağlığı diledim. “Allah’ın yazdığı kaderi böyleymiş” dedim.
Gazeteci olduğumu, cenazeyle ilgili haber yapmak istiyorum, bir şeyler söylemek ister misiniz?” dedim. Haber için özel bir açıklama yapmak istemedi. Ancak ayaküstü bir süre sohbet ettik.
Çok acılı olduğunu, kafasını dağıtmak için hemen işe başladığını, kendisini öyle avuttuğunu söyledi. Oğlunu nasıl yetiştirdiğini, nasıl birisi olduğunu, en son telefonla kiminle konuştuğunu” anlattı.
“CENAZENİN VATANDAŞLARCA TAŞINDIĞINI GÖSTEREN FOTOĞRAFI HABER DEĞERİ OLDUĞU İÇİN KULLANDIM”
Muhtara “Şehit MİT mensubu mu?” diye bir soru sormadım ve bu konuda ısrar etmedim. Şayet Muhtara “Şehit MİT mensubu” olduğu şeklinde ısrar etseydim, Muhtar Şehitle ilgili paylaşımları hemen kaldırma yoluna giderdi. Oysaki ifademin alındığı 05.03.2020 tarihinde Muhtarın paylaşımları halen açıktı ve silinmemişti. Daha sonra paylaşımlarını silmiş.
Bu araştırmam sonucunda şehidin MİT personeli olduğunu öğrendim. İnternette yaptığım araştırmada şehidin adı, soyadı, fotoğrafı, MİT’te çalıştığı, Libya’da şehit olduğu, ‘Teşkilat Başkanı” yazılı çelengi, cenazenin vatandaşlarca taşındığı, cenazeye katılan belediye başkanı, milletvekili, siyasi parti ilçe başkanlarının katıldığı fotoğrafları gördüm. Özellikle muhtarın paylaşımlarının altında yüze yakın yorum, fotoğraf ve cenazede çekilmiş kısa bir video gördüm.
Gerek internette yaptığım araştırmada, gerekse muhtarla, azayla ve şehidin ailesiyle yaptığım görüşmelerde; cenaze töreninde fotoğraf çekilmemesi, görüntü alınmaması, cenazeye katılanların fotoğraflarının çekilmemesi, ilgisiz kişilerin cenazeye katılmaması gibi herhangi bir tedbirin alınmadığını, bu konuda herhangi bir engelleme kararının da olmadığını gördüm. Eğer cenazede tedbir alınsaydı veya şehitle ilgili haberlere erişimin engellenmesi kararı olsaydı, sosyal medyada gördüğüm paylaşımlar yapılmazdı, yapılanlarsa kaldırılırdı diye düşündüm.
Şehidin cenazesinde çekilen fotoğraflar gizlice çekilmemiştir. Haberde kullanılan iki fotoğraf Akhisar Belediyesi Basın Bürosundan temin edilmiştir. (Bunu Savcılık da doğruluyor, ama yine de suçlama yapmaya devam ediyor.)
Cenazenin vatandaşlarca taşındığını gösteren fotoğraflar haber yayınlanmadan önce sosyal medyada mevcuttu.
Cenazenin taşındığı fotoğraflarda cenazeyi taşıyan köylüler ve şehidin akrabaları görülmektedir. Bu fotoğrafa iddianamede iddia edildiği gibi MİT Mensuplarını deşifre etmek amacıyla haberde yer vermedim. Cenazenin vatandaşlarca taşındığını gösteren fotoğrafı haber değeri olduğu için kullandım.
Sonuç olarak; MİT görev ve faaliyetlerine ilişkin devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıkladığım, yayınladığım, yaydığım ve MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa ettiğim iddiası doğru değildir.
Yaptığım gazetecilik işi, İddianame de, gizli, gizemli, suç işlemek amacıyla yapılmış gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Bu iddialar doğru değildir.
Ben, Şehidimizin Manisa’da defnedilmesini ve resmi tören yapılmadığının haberini yaptım. Yaptığım iş gazeteciliktir. Haberi hangi gözle, hangi bakış açısıyla okursanız okuyun, bu haberin yalnızca ve yalnızca Şehidimizin Manisa’da defnedilmesini ve resmi tören yapılmadığına ilişkin olduğu açıkça görülmektedir.
Bu haberin “MİT görev ve faaliyetlerine ilişkin devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak, yayınlamak, yaymak, MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa etmek” amacıyla hazırlandığı iddia etmek makul, mantıklı ve hakkaniyetli değildir.
Eğer cenazenin köylülerce taşındığını gösteren bu fotoğrafla MİT personelini deşifre etmek amacım olsaydı, haberin içeriğinde de “cenaze şehidin mesai arkadaşları tarafından taşındı” “cenazeye MİT personeli de katıldı” gibi ibareler veya imalarda olurdu. Haberde böyle bir şey var mı? Yok. (Haberde olan şey, “cenazenin vatandaşlarca taşınması”dır.)
Yani “Bu fotoğrafta MİT personeli var” diye deşifre eden ben değilim, tabi doğruysa, bu deşifreyi Savcılık yapıyor. Suçlanan ben oluyorum. Bu suçlama adil ve hakkaniyetli değildir.
Teşkilat Başkanı yazılı çelenk haberin yayınlandığı 03.03.2020 tarihinden çok önce sosyal medyada yer almıştır. Bu fotoğrafın haber değeri vardır.
Benim bu fotoğrafa bakarak, bu fotoğrafta MİT personelinin olduğunu tahminine ulaşabilmem imkânsızdır. Şayet; cenazeye MİT personelinin de katıldığı gerekçesiyle, şehidin cenaze töreninde fotoğraf, görüntü alınmayacağı, cenazeye tanınmayan kişilerin katılmayacağı şeklinde açıklamalar yapılsaydı veya bu yönlü tedbirler alınmış olsaydı ve sosyal medyada yer alan yüzlerce fotoğraf, haber, yorumlara erişim engellenmiş olsaydı, bu durumda “Evet, bu fotoğraftakiler arasında MİT personeli de olabilir” diyerek bu fotoğrafı kullanmazdım.
Haberin içeriğine bakıldığında, cenazenin taşındığı bu fotoğrafta MİT personelinin de bulunduğunu çağrıştıracak herhangi bir iz, işaret, ibare vs hiçbir şey bulunmamaktadır.
Şehidin mezarına ait fotoğraflar yine haberin yayınlandığı 03.03.2020 tarihinden çok önce sosyal medyada yer almıştır. Bu fotoğrafların da haber değeri vardır.
İddianamede Akhisar Belediyesi Basın Bürosundan aldığım fotoğraflar gizlice yapılmış bir iş gibi gösterilmektedir. Uygun görürseniz bu konuyu da açıklamak isterim. Basın Bürolarının görevi; sorumluluk alanlarında meydana gelen olay ve gelişmelerle ilgili gazetecilere bilgi vermek ve gazetecilere yardımcı olmaktır. Bu nedenle yerel gazeteciler görevlerini yaparken, basın bürolarından haberle ilgili bilgileri ve fotoğrafları alırlar. Benim yaptığım da budur.
“DEŞİFRE AMACIM OLSAYDI ÇOK DAHA FARKLI BİR HABER YAZARDIM”
20 yıllık gazeteciyim. Daha önce de defalarca şehit cenazesi haberi yaptım.
Hazırladığım haberde; şehidin kimliğini, ailesini, görevini ve diğer MİT personelini deşifre etmedim. Haberde çok özenli ve dikkatli bir üslup kullandım. Eğer deşifre amacım olmuş olsaydı, şüphesiz çok farklı bir haber hazırlardım ve çok farklı cümleler kullanırdım.
Şehidin ailesinin ve akrabalarının incinmemesi için hem haber öncesi görüşmemde, hem de haberi hazırlarken çok dikkat ettim.
Ben yalnızca gazetecilik yapmak, kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla haberi hazırladım.
Tekrar ediyorum. Haberin amacı “Şehidimizin Manisa’da defnedilmesi ve şehidimize hak ettiği resmi törenin yapılmaması”dır.
Suç teşkil eden herhangi bir fiilim yoktur.
Suç işleme niyet ve kastım bulunmamaktadır.
Suç işlediğime inanmıyorum. (Yalnız ben değil, beni tanıyan, olayı inceleyen vicdanı olan ve makul akla sahip hiç kimsenin de benim suçlu olmadığım konusunda hemfikir içerisinde olduklarını biliyorum.)
Ben de herkes gibi, bu suçlamanın Odatv’nin “fincancı katırlarını ürkütmesi” nedeniyle yapıldığını düşünüyorum. Umarım yanılırım.
Mahkemenizden tutukluluğumun kaldırılmasını ve beraatimi talep ediyorum.
BARIŞ PEHLİVAN’IN SAVUNMASI
Sayın Başkan, Değerli Üyeler… Bundan yüzyıllar önce, dünyanın birçok yerinde mahkumlara azap çektirme törenleri yapılırdı. Kişi önce halkın önünde suçunu itiraf eder, sonra vücudu dört ayrı ata çektirilerek parçalanır, yakılır, kül hale getirilirdi
Neyse ki artık modern hukuk sistemi var, rahat olalım değil mi? Ancak Sayın Heyet… Bu davanın soruşturma sürecinde yaşadıklarımızı düşününce benim aklıma hep o sahneler geliyor.
Vücut yerine aklın, belleğin ve dolayısıyla gerçeğin nasıl parçalanmaya, nasıl yalan rüzgarında savrulacak kül haline getirilmeye çalışıldığını gördüm.
George Orwell’ın bir sözü var: ‘’Geçmişi denetim altına alan, geleceği de denetim altına alır. Şimdiyi denetim altına alan, geçmişi de denetim altına alır’’ Bizi bu sanık sandalyesine oturtanların temel motivasyonu da işte bu söz.
O halde bana düşen; şimdiyi anlamak ve geleceğimizi kurtarmak için geçmişi doğru anlatmaktır. Bunu da yok etmek istedikleri aklımıza, belleğimize ve gerçeğe sahip çıkarak yapacağım
Bundan 9 yıl önceydi. Yine tutukluydum. İlk duruşmaya günler kala, televizyonda bir son dakika haberi vardı. Kaşif Kozinoğlu ölmüştü. Kozinoğlu MİT’in Asya Bölgesi başmüşaviriydi.
Hayatımda ilk kez televizyonda yüzünü gördüğüm Kozinoğlu, genel yayın yönetmeni olduğum Odatv’ye bilgi/belge sızdırdığı iddiasıyla tutuklanmıştı. Ve savunmasını dahi yapamadan, çok şüpheli şekilde Silivri’de hayata gözlerini yumdu.
O zamanki Odatv davasının sanıklarının ortak yönü; Fethullah Gülen’in ve örgütünün içyüzünü herkes korkarken deşifre etmesiydi. Bizleri içeri atanlara inat, kimlerin tutuklanacağının ABD’li diplomatlara önceden söylendiğini ortaya çıkaran ‘’Sızıntı’’ adlı kitabı yazdık.
“BİZ YİNE GAZETECİLİK YAPTIK, ONLAR YİNE HUKUKSUZLUK”
Barış Terkoğlu ile o kitabı yazdığımızda 7 Şubat MİT Krizi bile daha yaşanmamıştı. 19 ay tutuklu kaldım, beraat ettim. Cezaevinden çıktıktan sonra avukatlarımla birlikte savcılığa başvurduk ve şunu istedik:
Bilgisayarlarımıza Kozinoğlu’ndan gelmiş gibi gizlice yüklenen MİT raporlarını kim koydu? Kozinoğlu’nu öldüren, bizlerin aylarını/yıllarını cezaevinde geçirmemize neden olan o MİT belgelerinin kimin tarafından hem evimize hem ofisimize girerek yüklenildiğini bulun, dedik. Bu şikayetimizin üzerinden yıllar geçti. Bulunmadı, belki de araştırılmadı bile…
Sayın Başkan, Değerli Üyeler…. 9 yıl önceki Odatv davasında; Fethullahçılar bilgisayarımıza MİT belgelerinin yanı sıra sahte dokümanlar da yerleştirmişti. Kendi yazdıkları gerçek dışı örgüt talimatları üzerinden, haberlerimiz suç olarak gösterilmişti.
Tarihin tekerrürüne bakın ki; o davada ‘’Halkı kin ve düşmanlığa tahrik’’ ile suçlanmama delil neydi biliyor musunuz? Odatv’de yaptığımız şehit cenazesi haberleri!
Ne acı! Aradan 9 yıl geçti, ben yine şehit cenazesi haberi ile tutukluyum. Neyse ki; Fethullahçılar gibi bilgisayarıma belge yüklemediler, direkt haberi suç delili yaptılar, diye sevinmeli miyim üzülmeli miyim? Geleceğiz bugüne… Ama dedim ya; neden bugün burada olduğumuzun izi yakın geçmişte.
Cezaevinden çıkınca tüm dünyada Fethullah Gülen’in izini sürdük. Afrika’dan Avrupa’ya onlarca ülkede Fethullahçıların nasıl bir casusluk örgütü kurduğunu ‘’Mahrem’’ adlı kitabımızda ortaya koyduk.
Kitabımızdaki uyarıları dikkate almak yerine, satış sayfalarına ve reklamlarına mahkeme kararıyla yasak getirdiler. Biz yine gazetecilik yaptık, onlar yine hukuksuzluk.
“LİBYA’DA MİTİN GÖREV YAPTIĞINI İLK ERDOĞAN SÖYLEDİ”
Haklarını yemeyelim; ‘’Mahrem’’ kitabını örgütü anlamak için FETÖ davalarına delil olarak koyan savcılar da oldu bu topraklarda, bir nebze katkımız olduysa bu hain örgütle mücadeleye ne mutlu bize!
Ve maalesef haklı çıktık. 15 Temmuz oldu. İsmimiz darbe sonrası infaz edilecekler listesinden çıktı. Şimdi tam burada bir virgül koyacağım… Ve bugüne geleceğim.
Sayın Başkan, Değerli üyeler… Size özet bir kronoloji sunacağım. Sunacağım ki, bize isnat edilen suçlamanın temelsiz olduğunu hep birlikte anlayabilelim.
Tarih: 3 Ocak 2020. Resmi Gazete ’de yayımlanan kararla TSK Libya’da görev yapmaya başladı. Bu tezkerenin üzerinden 3 gün geçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan MİT’in yeni hizmet binasının açılışında canlı yayında konuştu.
Onlarca TV kanalının 6 Ocak’ta yayınladığı bu açılışta, Erdoğan aynen şöyle dedi: “MİT Libya’da üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getiriyor.’’ Böylece, ilk Erdoğan’dan öğrendik; Libya’da MİT’in de görev yaptığını.
Tarih: 19 Şubat 2020 Libya’da şehitlerimiz olduğuna dair haberler sosyal medyaya fotoğraflarıyla birlikte düşmeye başladı. Aynı gün Manisa’daki muhtar Cemali Merter, şehidimizin adını ve soyadını, babasının adını ve soyadını, cenazenin ne zaman nereye defnedileceğini ilk kez yayımlanan fotoğrafıyla herkese açık / herkes tarafından görülecek şekilde sosyal medyada paylaştı.
Yine aynı muhtar bir paylaşım daha yaptı. Hem kendi mahallesindeki şehidin hem de diğer şehidin farklı fotoğraflarını, üstünde ‘’Libya görevi şehitlerimiz’’ yazan, isimlerinin-soyadlarının ve doğum tarihlerinin olduğu bir görsel paylaştı.
Tarih: 22 Şubat. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘’Libya’da birkaç tane şehidimiz var’’ açıklaması yaptı. Aynı gün… Sosyal medyada şehitlerin isimleri, fotoğrafları ayrıntılarıyla defalarca paylaşıldı.
Tarih: 23 Şubat. Şehitlerimizden diğerinin devre arkadaşları tarafından yapılan açıklamada, cenazenin nereye defnedildiği ve kendilerinin de katıldığı, cenazeden bir çelenk karesiyle duyuruldu.
Hatta o ildeki cenazeye MİT Başkanı Hakan Fidan’ın da katıldığı iddiası haber sitelerinde yazıldı.
Tarih: 24 Şubat. Bazı internet sitelerinde şehitlerin özgeçmişleri ve MİT’te ne kadar süredir çalıştıkları haberleştirildi.
Tarih: 25 Şubat. İYİ Parti Milletvekili Ümit Özdağ Meclis’te bir basın toplantısı yaptı. Milletvekili Özdağ, milyonlarca kişinin takip ettiği sosyal medya hesaplarında da yayımlanan açıklamasında; Libya şehitlerinin kimliklerini, MİT mensubu olduklarını, nasıl şehit olduklarını ayrıntılarıyla anlattı. Bu açıklama onlarca haber sitesinde ve ertesi gün de gazetelerde yer aldı.
İşte tüm bunlar bittikten, tüm bu saydığım bilgiler ve fotoğraflar alenileştikten, yani tüm bu içerikler milyonlarca kişiye ulaştıktan… Tam 1 hafta sonraya gideceğiz. Ama öncesinde kısa bir bilgilendirme yapmalıyım.
OdaTv kadrolu editörlerinin yanı sıra, Türkiye’nin dört bir yanında birçok gazetecinin gönüllü olarak emek vermesiyle 13 yıldır yayın hayatına devam ediyor.
Bir araya hiç gelmediğimiz birçok yerel muhabir, hem çok daha geniş kitlelere hitap ettiği için, hem yerel yayın organlarında haberlerine yer verilmediği için, hem de yandaş değil objektif gazetecilik yapıldığı için OdaTv’ye haber gönderir.
Biz de o haberlerden uygun gördüklerimizi okurla buluştururuz. İşte bugün sanık sandalyesinde oturan meslektaşım Hülya Kılınç da, Odatv’ye gönüllü olarak haber gönderen yerel gazetecilerden biridir.
Kendisi Manisa’da deneyimiyle ve kaleminin namusuna sahip çıkmasıyla bilinen bir gazetecidir. Bir haber vesilesiyle, birkaç yıl önce internet üzerinden iletişime geçmiştik ama buluşmamız Çağlayan Adliyesi’ne nasip oldu.
Hülya Kılınç, Manisa’da yaşanan ama tüm Türkiye’nin ilgilenebileceği haberleri bize gönderir, biz de değerlendiririz. Libya şehitlerimize dair her bilgi ifşa olduktan 1 hafta sonrasındayız. 2 Mart Pazartesi sabah Hülya Kılınç’tan bir mesaj aldım. Hülya Hanım, Libya’da şehit olan askerlerimizden birinin Manisalı olduğunu söyledi ve cenazesine dair bir haberle OdaTv’nin ilgilenip ilgilenmeyeceğini sordu. Bakınız, Hülya Kılınç o anda şehidimizin sadece asker olduğunu düşünüyor ve bana da öyle iletiyor. Ben de ilgili haberi değerlendirebileceğimizi söyledim.
Yani haberin Hülya Hanım tarafından hazırlanmasına başlama anında MİT yok gündemimizde. Amacımız sadece şehit cenazesi haberi yapmak. Aynı günün akşamı Hülya Kılınç şehidin MİT mensubu olduğunu bana söyledi. Haberi hazırdı ama cenaze anından fotoğraf geleceğini belirtti. Ben de başka yerde yayımlanmayacaksa haberi ve fotoğrafı beklediğimi söyledim. Ertesi sabah, yani, 3 Mart Salı sabahı Hülya Kılınç bana haber metnini ve fotoğraflarını attı. Haberle hemen ilgilenmedim. Daha sıcak konular vardı gündemde. Akşama doğru haber metnini açtım.
Şehit MİT mensubu olduğu için ilk olarak, açık kaynaklardan bir de ben teyit etmek istedim. Muhtarın paylaşımı dışında başka nerelerde isminin geçtiğini internetten arattım. Amacım, daha önce nerelerde alenileşip alenileşmediğini bulmaktı.
Bu, benim habere dair yayın kararımı etkileyecekti. Açık ismini Google’da arattığımda, milletvekili Ümit Özdağ’ın basın toplantısının haberlerini ve videolarını buldum. Yani o anda, haberi yayınlamadan önce şehidin fotoğraflarını, isim ve soyadını, nasıl şehit olduğunu, MİT mensubu olduğunu, cenazeden bazı görüntüleri ayrıntılarıyla birçok yerde haber olarak gördüm.
Sayın Heyet… OdaTv’de bugüne kadar yüzbinlerce haber yayımladık. Bu nedenle birçok kanun gibi, MİT Kanunu’nu da biliyorum. Zaten haber öncesindeki bu ön ekstra araştırma da MİT Kanunu nedeniyleydi.
“BU BİLE GAZETECİLİK SAİKİYLE HAREKET ETTİĞİMİZİN KANITIDIR”
Bakınız… Çok basit bir denklem var: Hülya Kılınç ya da şehidimiz Manisalı olmasaydı, bu haber yapılmayacaktı. Keza, Odatv’de diğer MİT şehidinin cenaze haberi yok. Zira, o şehirde muhabirimiz yok…
Bu bile, bizim MİT mensubu ifşa etme gibi kastımız/planımız olmadığının, sadece gazetecilik saikiyle hareket ettiğimizin kanıtıdır.
Peki… Suç ile fiil arasında olması gereken zorunlu bağ bu davada yokken… Neden tutukluyum/tutukluyuz? Çünkü; fiilden ziyade failin hedef alındığı bir dava bu. Öyle ya: Yoksa, haberden haberi dahi olmayan Barış Terkoğlu niye sanık bu davada?
Bakınız… Bu kanun yürürlükteyken… Başka MİT mensuplarının cenazelerinden onlarca karenin yayımlandığı haberleri size göstereyim… (İHA,DHA, Sabah ve Milliyet, Kanal D yayınlarından MİT görevlilerinin cenazelerine, düğünlerine ilişkin haberlerden örnekler gösteriyor)
Hal böyleyken… Bu haberler, videolar, paylaşımlar yıllardır açık açık yapılıyorken… Onlara bir soruşturma dahi açmayan Türk yargısı, haberinde MİT Kanunu’na uymak için fevkalade hassasiyet gösteren Odatv’ye neden operasyon yaptı?
Evet, neden tutuklandık, neden ayda 10 milyon kişinin takip ettiği Odatv kapatıldı, neden 100 yıllık Gazi Meclis’te adımıza özel yasa çıkardılar, neden tecrit altındayız ve neden sanığız? Madem suç yok, yanlışlıkla mı oldu tüm bunlar?
Hayır, Sayın Heyet. Konuşmamın başında; ‘’malasef haklı çıktık, 15 Temmuz oldu’’ demiş ve virgül koymuştum. Şimdi noktaya doğru gidelim.
Bir gazetecilik terimini açıklamalıyım: Fikri takip. Özetle; daha önce yapılan bir haberin / işlenen konunun devamındaki gelişmeleri de araştırıp kamuoyunu bilgilendirmektir. O halde, 15 Temmuz’dan sonra gazeteci olarak bizim görevimiz şu soruların peşine düşmekti:
Darbe girişimi yargılamalarında neler yaşanıyor? Darbe girişimi sonrası devletteki FETÖ yapılanması temizleniyor mu? Tasfiye edilen FETÖ’cülerden boşalan devletteki koltuklara kim oturuyor?
Bu soruların yanıtı, bu örgütün bu topraklara ihanetini yaşayarak görmüş ve herkes korkarken yazan gazeteciler olarak bizim için önemliydi. Ve işte bu yüzden bu soruların yanıtını, hem Odatv’de hem de ‘’Metastaz’’ kitabımızda belgeleriyle yazdık.
Devletin haber ajansı takip bile etmiyorken, sabahın ilk ışıklarından gecenin geç saatlerine kadar darbe ve FETÖ davalarını takip ettik. Ve sonunda görülüyor ki… Dedim ya; ben şehidin mezar fotoğrafının üzerine saygısızlık olmasın diye logomuzu bile koymadım. Onlar ise şehidin mezarının üzerine basarak bize siyasi operasyon yaptılar.
Sayın Başkan, Değerli Üyeler… Bize sürekli dava açanlar, ölümle tehdit edenler, hapse atanlar şunu anlamıyor… Barış Terkoğlu ile yazdığımız Metastaz’ın birinci sayfasında, kitabımızı ithaf ettiğimiz iki kişi var:
“Adil bir gelecekte yaşamaları için Arya’ya ve Ali Derya’ya’’ Onlar bizim çocuklarımız. Biz, çocuklar adil bir gelecekte yaşasın diye bu çileli yolu seçtik. Ne kadar başarılı olduk ya da olacağız o gelecek için, ileride tarih kitapları yazar. Ama çocuğum yarın ‘’peki, o günlerde sen ne yaptın’’ diye sorarsa, başımı eğmeden gözlerinin içine bakıp anlatacağım bir mücadeleyi miras bırakmak istiyorum. Gerisi lafügüzaf.
Barış Terkoğlu savunma yapıyor:
Öncelikle şunu söylememe müsaade edin. Bu davanın ille de bir yerinde olacaksam savcısı değil, sanığı olmayı tercih ederim. Bunun bir sebebi var. İnsan ancak kafasını kaldırıp ufka baktığı zaman dünyanın yuvarlak olduğunu görebilir. Ben de istikbale baktığımda bu davada verilecek mücadelenin, ülkemin adaletine katkıda bulunacağını ve yargının çürümüş dallarının budanmasına vesile olacağını görüyorum. Emin olun, bu baş aşağı duran fotoğraf düzeldiğinde, bu iddianameleri yazanlar kendilerinden öncekiler gibi işledikleri günahlarla anılacak! Ancak biz; bir fikirde, bir kelimede, bir harfte yaşamaya devam edeceğiz.
Biz, Odatv’nin gazetecileri, bu mahkemede sanık olmadan önce yıllarca böyle yaşadık. İktidar içindeki çetelerden beslenen sürülerin hakaretleriyle, tutuklayın çığlıklarıyla, ölüm tehditleriyle terbiye edilmeye çalışıldık. Sonumuzun El Kaidecilerin Charlie Hebdo dergisini katletmesi gibi olacağını söyleyen kamu görevlileriyle bile karşılaştık. Nihayetinde katillerin yapamadığı işe savcılar talip oldu.
Bundan dolayı dert yandığımı sanmayın. 1871’de kendi vatanının yandaş medyasında hain ilan edilen Victor Hugo, “insanın kendisine yapılan saldırıları okuması kendi dışkısını koklamasına benzer” diyor. Ben de içinde benden bir şey de olsa bu kokuyu sevmediğim için okumuyorum. Bu nedenle bir gazeteci uyarmasaydı fark etmeyecektim. İktidar içindeki çetelerin bir tetikçisi, bizim hapishane ile uslanmayacağımızı, Alman Devleti’nin Kızılordu Örgütü’ne yaptığı gibi, hapishanede katledilmemiz gerektiğini söylüyordu. Ne güzel fikir özgürlüğü! Katledilmiş bir kamu görevlisinin cenazesini haber yapmak müebbetlik, gazeteci katletme propagandası serbest!
NELER OLMUŞTU?
Oda Tv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Oda Tv Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Oda Tv muhabiri Hülya Kılınç, Yeniçağ yazarı ve TELE1 programcısı Murat Ağırel ile Yeni Yaşam Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik, Yeni Yaşam Gazetesi Sorumlu Yazıişleri Müdürü Aydın Keser, Libya’da şehit olan MİT personelinin cenaze töreniyle ilgili haberler gerekçe gösterilerek aylardır tutuklu.
Libya’da yaşamını yitiren MİT mensubunun Manisa’daki cenazesine dair haberler gerekçe gösterilerek tutuklanan gazetecilerin ilk duruşması bugün Çağlayan’daki İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi’nde saat 10.00’da görülecek.
NEDEN SUÇLANDIKLARINA İLİŞKİN SOMUT DELİL YOK
“Haberin Var Mı İnisiyatifi”, 24 Haziran Çarşamba günü İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk kez görülecek duruşma öncesi tutuklu gazetecilerin yakınlarıyla bir basın toplantısı düzenledi.
Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun Avukatı Serkan Günel, iddianameye ilişkin, “Böyle bir iddianame üzerine on dakika konuşmak bile fazla. Bu iddianame elli sayfadan oluşuyor, üç savcının hazırlamış olduğu gözüküyor. Fakat içeriğinde neden suçlandığımıza ilişkin somut bir neden yok” ifadelerini kullandı.
DEVLET GAZETECİLERDEN HINCINI ÇIKARIYOR
Hülya Kılınç ve Murat Ağırel’in avukatları Celal Ülgen ve Onur Cingil de davaya ilişkin yaptıkları açıklamada, tutuklu gazetecilerin tahliyesini beklediklerini ifade etti.
Aydın Keser ve Ferhat Çelik’in avukatları Özkan Kılıç ve Sercan Korkmaz ise, “Devletin kurumları gazetecilerden hıncını çıkarıyor” ifadelerini kullandı.
Yapılan basın toplantısında tutuklu gazeteci ailelerinin yazmış oldukları mektuplar da okundu. Gazetecilerin yakınları şu çağrılarda bulundu:
‘BARIŞ İLE GURUR DUYUYORUM’
Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu’nun eşi Özge Terkoğlu: “Bir dava düşünün suçlusunu suçtan önce seçmiş, işte böyle bir dava bu. Bugün bu dava ne yazık ki ne kadar güvensiz ve güvencesiz olduğumuzu ortaya koyuyor. Koyuyor da ne oluyor, insanız demekten vaz mı geçiyoruz? Barış ile gurur duyuyorum.”
‘BİR SES BİR NEFES YOK’
Hülya Kılınç’ın ağabeyi Bektaş Kılınç: “Hülya bir haber yaptı, bir düşüncesi vardı. Bu iktidarın hoşuna gitmedi. Bedeli cezaevi oldu. Kardeşim Hülya dört aydır tutuklu ve tek başına kalıyor. Bir ses, bir nefes yok. Bu süreçte bir kez görüştük. Anlatılmaz bir sıkıntı ve acı….”
‘109 GÜNDÜR ÇOCUĞUNU GÖREMEDİ’
Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan’ın eşi Aysel Pehlivan: “Bu davada, yapılan haberi yargılama konusu yapabilmek için yazılmış, lime lime dökülen bir iddianame var. 109 gündür Barış, iki buçuk yaşındaki kızını görmedi, ilk cümlelerini haftada bir yaptığı telefon görüşmelerinde duydu. Nasıl büyüdüğünü mektuplardan öğreniyor, fotoğraflardan izliyor.”
Yeniçağ Gazetesi Yazarı Murat Ağırel’in eşi Dilek Ağırel: “Covid-19 yasakları kapsamında 100 gün sonra geçen hafta bir tek ben görüşe gidebildim. Murat’ın çok fazla kilo verdiğini gördüm. Sekiz yaşındaki kızıma görüşe gideceğimi söyleyemedim. Çünkü babasına olan özlem ve hasreti artık dayanılmaz bir boyut aldı.”
‘UMARIM HUKUKUN GEREĞİ YERİNE GETİRİLİR’
Yeni Yaşam Gazetesi Sorumlu Yazı işleri Müdürü Aydın Keser’in eşi Öznur Keser: “Aydın cezaevine girdiğinden bu yana kendisini ancak iki sefer görebildim, o da camın arkasından telefonla yapılan görüşmelerdi. Umarım 24 Haziran’da hukukun gereği yerine getirilir ve oğlum Asrın’la birlikte biz de bütün bu endişelerden kurtuluruz.”
Yeni Yaşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik’in kardeşi Serhat Çelik: “Koronavirüs salgını gerekçesiyle alındığı iddia edilen önlemler tecrite dönüşmüş durumda. Halkın haber alma hakkı için gazetecilik yapan insanlar ceberut muktedirler eliyle psikolojik ve fiziksel işkenceye maruz kalıyor. Bütün bu baskılar Ferhat ve diğer gazetecileri yıldırmıyor ve dimdik duruyorlar.”
Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest Bu iddianame değil, niyetnamedir: Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest! Bu iddianame değil, niyetnamedir: Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest! Bu iddianame değil, niyetnamedir: Üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci serbest!