Hayır çıksa da çıkmasa da

Burak CopTürkiye'de anketlerin ciddi bir güvenilirlik sorunuyla malul olduğunu geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz. 2014 Cumhurbaşkanı ve 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde kamuoyu araştırma şirketleri isabetli tahminlerde bulunamadı. Şimdi...

Burak Cop

Türkiye'de anketlerin ciddi bir güvenilirlik sorunuyla malul olduğunu geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz. 2014 Cumhurbaşkanı ve 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde kamuoyu araştırma şirketleri isabetli tahminlerde bulunamadı. 
Şimdi 16 Nisan referandumuna sayılı günler kaldı ve ortalıkta yine bir takım anket sonuçları dolaşmakta. Bunlara bakınca ve OHAL koşullarında yurttaşları teslim alan korku iklimi dikkate alındığında, özetin özeti olarak şunu söylemek mümkün: Evet ve Hayır oyları birbirlerine yakın. 

Hayır çıkma ihtimalinin her şeye rağmen bir adım daha önde olduğu mevcut koşullarda, sandıktan -ama şaibeli ama şaibesiz- Evet çıkarsa dahi, geride bıraktığımız 2-3 aylık sürecin galibinin Hayır cephesi olduğu açıktır. Bu galibiyetin 16 Nisan gecesi bir zaferle sonuçlanıp sonuçlanmayacağı ise elbette çok kritik bir ayrıntıdır, ama son tahlilde ayrıntıdan ibarettir. Siyaseti uzun soluklu bir toplumsal mücadele olarak kavrıyorsanız tabii. 

***
Neden Hayırcılar şimdiden galip? İlk bakışta manzara çok açık: Evet diyen 2 partinin son genel seçimdeki oy toplamı yüzde 60'ı geçiyor ve buna rağmen ihtimal o ki Pazar günü Evet oyları yüzde 50'nin altında kalacak.

Evet lehine devletin tüm olanakları pervasızca seferber edilirken, sonradan kepçeyle geri alınacak referandum rüşvetleri devreye sokulurken (geçici istihdam olanakları yaratılması ve bunların AKP il başkanlıkları vasıtasıyla "pazarlanması", GSS prim borçlarının silinmesi gibi), Hayır diyenler türlü baskı, sindirme, hatta saldırılara uğrarken... 

Evet oyları gene de yüzde 50'den yüksek bir ihtimalle yüzde 50'nin altında kalacak. 

Hayır kampanyası büyük oranda bir halk hareketi olarak, toplumsal bir seferberlik biçiminde, mensuplarının enerji, zaman ve para gibi konularda fedakarlık yapmaları sayesinde yürütüldü. Hayır cephesinin en büyük bileşeni olan CHP de genelde doğru taktiklerle hareket etti. 

Evet kampanyasında ise pek çok yerde memurların, öğrencilerin zorla meydanlara toplandığına tanık olduk. Tüm yurttaşların vergilerinden oluşan kamu bütçesi o denli pervasızca Evet kampanyası için kullanılıyor ki, 2002'den beri AKP ile muhalefetin propagandaları arasındaki görünürlük farkının en yüksek olduğu bir sandık sürecini yaşamaktayız. 
Hayır kampanyası etrafında birleşen ve birbirine taban tabana zıt duyarlılıkları olan grupları da içeren geniş cephenin ise, Pazar akşamı çıkacak sonuç ne olursa olsun kamucu, katılımcı ve demokratik bir anayasa için bir arada kalmaklığını, en azından iletişimini sürdürmesi gerekiyor. 

***

Referandum sürecinde Hayır cephesi ne istemediğini gayet güzel anlattı, 17 Nisan'dan itibaren yapılması gereken ise ne istediğini formüle etmeye başlaması. 

Yeni bir anayasanın temel taşlarına dair bir takım eskizler şunlar olabilir: 

- Cumhurbaşkanı, parlamenter sistemlerde aslında olması gerektiği alana çekilmeli. Halk tarafından değil meclis tarafından seçilmelidir. Ekim 2007'deki, pek çoğumuzun zorlukla hatırlayabildiği düşük katılımlı referandumda cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi kararlaştırıldı. Komplekse kapılmaya hiç gerek yok, bunun geri alınması savunulmalıdır.

- Genel kuraldır; devlet erkinin farklı güç odakları arasında bölünmesi halkın yararınadır. 12 Eylül darbesinden kısa süre önce Orhan Aldıkaçtı, Adnan Başer Kafaoğlu, Coşkun Kırca gibi isimler yürütmeyi yaşama karşısında güçlendiren, meclisin yetkilerini sınırlayan, cumhurbaşkanına daha çok yetki tanıyan anayasa değişikliklerinden yanaydılar. 1980'e gelindiğinde meclis aritmetiği kilitlenmiş, partiler cumhurbaşkanı bile seçemez haldeydi (12 Eylül sabahı Türkiye'nin bir cumhurbaşkanı yoktu). De Gaulle'ün Fransa'ya getirdiği gibi bir yarı-başkanlık sistemi ilk o günlerde önerildi, dönemin başbakanı Demirel de "Cumhurbaşkanını halk seçsin" dedi.

Sağın taleplerinin çoğunu 12 Eylülcüler yaptıkları anayasa ile karşıladı. Senato kaldırıldı, yüzde 10 barajı getirildi, cumhurbaşkanının yetkileri arttırıldı. Bugün ihtiyaç duyulan reçete ise belli; yeniden çift meclisli yaşama sistemine geçilmeli, baraj sıfırlanmalı, cumhurbaşkanının yetkileri büyük oranda sembolikleştirilmelidir.

- 18 maddelik paketin belki de yegane olumlu maddesi olan (ama hem önemsiz hem de yetersiz bir değişiklik olan) milletvekili sayısının arttırılması, eğer dar ya da daraltılmış bölge sistemine geçilmeyecekse, seçmenin daha adil temsiline katkı sunar. Bugün Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamında mebus başına düşen seçmen sayısı Türkiye'dekinden az. Meclis üye sayısı 650 olmalıdır, senato hariç. (Türkiye'nin nüfusunun şimdikinin yarısı olduğu 70'li yıllarda TBMM üye sayısı 450 milletvekili + 150 senatör olarak 600 idi). Bu konuda anti-politik popülizme sapanlar var, hiç gerek yok.

- Gezi'den beri görünürlük kazanan halkın öz-örgütlenmeleri anayasal güvence altına alınmalı, yurttaşların şu anda çok sınırlı olan yereldeki yetki ve karar kapasitesi genişletilmelidir. Kentlerin ve doğanın sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yağmalanması biraz da merkeziyetçilik sayesinde oluyor. Bu konuda yapılabilecek çok şey var, en basitinden mahalle meclislerine tüzel kişilik kazandırılıp belediye meclisleriyle ilişki içine sokulabilirler.

***

Her türlü fedakarlığı yaparak Hayır için sokaklara çıkan; tehdit, baskı ve saldırılara göğüs geren; memleketine ve geleceğine sahip çıkan yurtsever insanlarımızın emeğini taçlandıracak olan, sandıktan Hayır çıkması kadar bu taleplerin de gündeme gelmesidir.
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

ABC Kritik Haberleri

100. Yıl törenleri ve Cumhuriyet'i sahiplenme
Merve Dizdar, teşekkür konuşmasında Erdoğan'a övgüler sıraladı, ne olurdu?
Mitingi kalabalık göstermek için hangi hileleri deneyip yakalandılar?
İşte 4 Şubat 2022 tarihli Resmi Gazete'deki karar
Atatürk, İnönü, Özal ve Demirel'in cumhurbaşkanlığı geçerli değil mi?