Hürriyet Yaşar | CHP’de önderlik sorunu olmak ve yapmak ayrımı -1

Hürriyet Yaşar yazdı...

Politikada ideolojilerin belirleyiciliğinin kırılıp ‘göçmüş köylü’ kimliğinin içindeki çıkarcılığın egemen olduğu dönem başladıktan sonra, başat konular bakımından partiler seçmen gözünde benzerlik damgası yemeye başladılar. Bunun sonucu, yurt yönetiminde bir şeyler ‘yapmak’ isteyen yurttaşların partilerin içinden uzak durması, onların boşluğunu, bir şeyler ‘olmak’ isteyenlerin doldurması oldu.

KURTULUŞ VE KURULUŞUN HEDEFLERI VARDI

Birinci Kurtuluş Savaşımımızın aşamalarına bakıldığında, ayrışmayı ‘yapılmak istenenler’in belirlediğini, saflaşmanın ‘falan kişiden ya da filan kişiden yana tutum almak’ biçiminde değil, yapılmak istenenlere göre oluştuğunu görürüz. Bağımsızlık için savaşmak yerine teslim olmak, manda istemek ya da tam bağımsızlık v.b. gibi.

Amasya Genelgesi, içinde bulunulan durumun koşullarının saptandığı, buna göre yapılacakların ortaya konup kararlaştırıldığı, sonra da yapılmak için yola çıkıldığı bir başlangıç bildirisidir. Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi de, ‘durum saptaması ve yapılacakların kararlaştırılması’ savaşımlarını içerir.

Önder ve ardındaki öncüler, yapılacaklar kararlaştırılırken, o işleri ‘yapma’ya en istekli, ‘yapma’ yeteneğini ve gücünü kendinde en çok gösteren kişiler olmuşlardır. Böyle olunca da, karşılarında –hattâ tepelerinde– kurulu bir devlet (ülkenin büyük bölümünün elden gitmesine, kalanının da sömürgeleşmesine razı olmuş Osmanlı Devleti) olduğu ve ülke de yabancı işgali altında bulunduğu halde, kurtarma görevi için ortaya çıkanlar üstlendikleri görevlerin gereğini yapabilmişler, amaca ulaşıp kurtulduktan sonra da bu kez kuruluş savaşımını devrimlerle sürdürebilmişlerdir.

Mustafa Kemal bu süreçte, yapılmak üzere benimsenen işlerin önderliğinin tepe noktasıdır. Bu savaşımın ve önderliğinin temelinde ‘yapma’ amacı vardır. Savaşım o yüzden doğru önderini yaratmış, o önder de ölene değin ülkeyi bağımsızlık ve ilerleme yönünde tutabilmiştir.

HEDEFSİZLİĞİN BAŞLANGICI

İsmet İnönü, böyle bir ‘yapılmak istenenler’ uzlaşmasının en istekli ve güçlü önderi olarak değil, Atatürk’ün erken ölümüyle ortaya çıkan otorite boşluğunun doldurulması arayışının sonucunda genel başkan olmuştur, yani bir ‘yapılacaklar listesi’nin tutkulu devrimcisi değildir. Bu nedenle de, Cumhuriyet Devrimi sürecinin doğal sonucu olan Köy Enstitüleri’ni bile savunamamış, tarihin göreceği bu en büyük jakoben-küçük burjuva aydınlanma devrimini toprak ağalığı düzenine teslim etmiş, ayrıca –çok partili düzene erken geçmek de içinde olmak üzere– devletin bağımlılaşma sürecini başlatacak uygulamaların kapısını aralamıştır. Böyle olmasında en büyük etken, İsmet İnönü’nün devrimde bayrak yarışçısı değil, otorite boşluğunu en iyi dolduracak kişi ölçütüyle bulunmuş olması, yani elinde kendi çalışma isteğiyle oluşmuş bir ‘devrim yolunda yapılacaklar’ listesinin bulunmayışıdır.

Bu nedenle Atatürk’ten sonra İsmet İnönü’yle birlikte Türkiye’nin yönü –İnönü böylesini istememiş olsa bile – karşı devrime doğru döndürülebilmiş, on yıllık karşıdevrimci Demokrat Parti iktidarının sonunda 27 Mayıs askeri müdahalesine, ondan koalisyonlara, yeni anayasanın özgürlük ortamında yeşeren sol dalgayı durdurmak üzere bir on yıl sonra da 12 Mart faşist darbesine değin gelinmiştir.

HEDEF GÖSTEREN ECEVİT VE HEDEFSİZ SONRAKİLER

CHP’de İsmet İnönü’den sonra, yurt yönetimi alanında tutkulu çalışma isteğinin sonucunda elinde kendiliğinden bir ‘yapılacaklar listesi’ oluşan ve bu listeyle önce partisinin içinde, sonra da ülkede yönetimi ele alan doğal ve gerçek önder, Bülent Ecevit’tir. Bağımsızlık ve ilerleme yönünde doğru saptanmış, bu nedenle de işbirlikçi kapitalizmle onların efendisi emperyalistleri kaygılandıran hedefler ve sloganlar içeren bu çıkışın 1974’te ve 1979’da iki kez, ‘sudan sebepler’ olduğu bugün apaçık ortaya çıkmış gerekçelerle, Ecevit’in hükümeti iki kez dağıtarak ilerleme sürecini karşı devrime teslim etmesi, belki psikiyatrinin, belki de istihbaratın konu alanına giriyordur. 12 Eylül faşist darbesinden sonra herkes partisiyle bütünleşmiş olarak savaşım vermesini beklerken, politik kimlik dışına çıkarak dergiciliği, sonra da başka parti kurmayı seçmesi de Ecevit’in benzer davranışlarındandır.

Fakat ondan sonraki genel başkanların hiçbirinin elinde, uzlaşılmış bir ‘yapılacaklar listesi’ olmadığı söylenebilir. Hele Erdal İnönü, hiç aklında yokken, genel başkanlığa ikna edilmiş bir bilim adamıdır. (Burada genel başkanı olunan partileri salt CHP olarak değil, seçmen gözünde CHP çizgisinde görülen SODEP, SHP, DSP ile birlikte düşünüyoruz.) Şu anda Erdal İnönü’yle yurt yönetimi tarihine geçmiş, gerçekleşmiş ya da gerçekleşmemiş hiçbir proje anımsanmıyor. Fakat Sivas Madımak katliamı sırasındaki ve sonrasındaki basiretsizliği tarihe geçmiş bulunuyor. Çünkü Profesör Erdal İnönü, yurtyönetimi alanında içinde tutkulu istekler yaşatan biri değil, yurtyönetimine razı edilerek çekilmiş biriydi.

Uzun süre görevde kalan genel başkanlardan Deniz Baykal’ın tüm söylevlerine bakıldığında, içinde iktidar eleştirilerinin bulunduğu, ancak kendisi ve partisinin iktidarda neler yapmak istediğine ilişkin neredeyse hiçbir hedefinin bulunmadığı görülür. Bunun sonucu, seçimlerde sürekli yenilgi demektir.

Öteki genel başkanlardan Hikmet Çetin, Altan Öymen ve Murat Karayalçın’a bakarsak, onlarında ‘uzlaşılmış bir yapılacaklar listesi’nin savaşımının doğal olarak yarattığı önderler olmadığı görülür.

12 Eylül faşizmi ve gemini azıya almış iç göçle birlikte emekçilerin kentlerde sınıfsal kimliklerini yitirmesi, Atatürk çizgisini temsil etme savındaki partilerin hedefsizliğinin hazırlayıcısı olurken, onun karşısındaki siyasal çizgi ise, büyük kentlerde çoğunluğa ulaşan ‘göçmüş köylü’ kimliğinin ve onları ağına düşüren dinsel cemaatlerin baskısıyla, merkez sağdan dinci-köktenci sağa doğru çekilerek bir ‘yapılacaklar listesi’nin tutkulu ve coşkun umudunu yaşıyordu. Doğal olarak da, kendi doğru önderlerini onlar çıkaracak, -içinde her ne kadar hile de bulunursa bulunsun- seçim başarılarını da onlar yaşayacaktı.

Cumhuriyet Devrimi çizgisinin 12 Eylül’den sonra yaşadığı öndersizlik ve başarısızlıkla bugüne gelişinin uzaktan bakışla görünüşü böyledir.

24 HAZİRAN SONRASI DURUM

24 Haziran seçimlerinden sonra başlayıp yaşanmakta olan genel başkanlık savaşımında da, ‘yurtyönetiminde yapılacaklar’ listelerinin yarışmasıyla değil, ‘Filanca kişi mi, yoksa falanca kişi mi?’ sorusunun yanıtını arayarak önder bulunmaya çalışılıyor. Çünkü şu anda, olası bir kurultayda genel başkan seçilmeye en yakın görünen kişilerin hiçbirinin elinde bir ‘yapılacaklar listesi’ bulunmadığı gibi, onları destekleyen kümelenmelerin hiçbirinde de uzlaşmaya sunulacak bir ‘yapılacaklar listesi’ görünmüyor. Bu koşullarda yaşanacak bir genel başkanlık ve yönetim yarışını kim kazanırsa kazansın, ülkedeki seçimlerde, elinde ‘yapılacaklar listesi’ bulunan siyasal partilerin kazanacağı, çok kolay öngörülebilecek bir sonuçtur. Bu yapılacak olan, karşı devrim olsa bile.

Cumhuriyet devrimini ilerletmekle görevli partinin bunca şiddetli bir hedefsizlik içinde olmasının nedeni, kadrolarının ‘yapmak’ isteyenlerle değil, ‘olmak’ isteyenlerle dolu olmasıdır. Toparlanma arayışının öncelikle ‘yapmak’ isteyenlerin yoğunlaşıp tartıştığı ve belirleyici olabildiği sıkı bir iç çalışmaya yönelmesi, ‘olmak’tan başka isteği bulunmayanların titiz, kararlı bir tutumla ayıklanması gerekiyor.

Bu gerekli altyapıyı kuracak olan, kuşkusuz ki ‘olmak isteme’ hastalığının etkisi altındayken seçilmesi kaçınılmaz olan kadrolar değildir. O yönetimlerin dışında ama parti içinde önce durum saptaması yapan, yurt yönetiminde yapılacakları bu saptamanın ışığında kararlaştıran, sonra da o işleri yapabilecek parti kadrolarını yurt çapında belirleyen, fakat daha önce program, rapor, tüzük v.b. çalışmalarda olduğu gibi bu çalışmayı zamana yayıp eylemsizliğe gömülmek yerine kısa sürede tamamlayan, sağaltıcı, onarıcı bir altyapı çalışması mutlak zorunluluk olarak görünüyor.

Bu kurucu altyapı çalışmasından sonra, zaten kendi önerdikleri işlerin sıkı izleyicileri olarak iş yapmaya istekli yeni kadroların, iliyle ilçesiyle, genel merkeziyle önce parti yönetimini eline alması, ondan sonra partinin her yerde anlatacağı ‘yapılacaklar listesi’yle yurtyönetimi için halkın karşısına çıkması, başarıyı hazırlayacak en sağlam çalışma yoludur. ‘Olmak’ isteyene değil, yapacak işi olana yönelik bu kadro arayışı, belki partinin üye yapısının 2013’te ülkede umut esintisi yaratan Gezi kitlesiyle buluşup kaynaşmasına değin gidebilecektir. Hattâ belki de bu buluşma olmazsa CHP, ‘olmak’tan başka amacı bulunmayanlardan kurtulup ‘yapmak’ isteyen kadroları hiç bulamayacak, kendisini iktidara getirecek oy oranına ulaşamayacak, ulaşsa bile ülkenin yönünü yeniden ileriye çevirme iradesini gösteremeyecektir.

Şimdiki durumda Türkiye, salt karşı devrimci örgütlenmelerin başarı yetenekleriyle değil, cumhuriyetin kurucu partisinin elinde bir ‘yapılacaklar listesi’nin olmayışı ve halk için yapacak hiçbir hedefi bulunmayanların ‘olmak’ tutkusunun körleştirdiği irili ufaklı koltuk savaşları yüzünden, her geçen gün daha çok elimizden kayıyor.(*)

(*) Yazı boyunca ‘program’ sözcüğünü özellikle kullanmadım, çünkü halk program okuyarak oy kullanmıyor. Program yapmakla yetinmenin değil, o programa uygun olarak hedef göstermenin doğru strateji olduğu, nice güzel programın seçimlerde halksız kalışıyla ortaya çıktı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

ABC Kritik Haberleri

100. Yıl törenleri ve Cumhuriyet'i sahiplenme
Merve Dizdar, teşekkür konuşmasında Erdoğan'a övgüler sıraladı, ne olurdu?
Mitingi kalabalık göstermek için hangi hileleri deneyip yakalandılar?
İşte 4 Şubat 2022 tarihli Resmi Gazete'deki karar
Atatürk, İnönü, Özal ve Demirel'in cumhurbaşkanlığı geçerli değil mi?