Yıkıcı fikirleri, zararlı faaliyetleri, devletin istihbaratı izleyip fişliyor. Devletin ve milletin aleyhine cereyanlar diye. Somut bir suç eylemine bulaşmasalar bile...
Başımızdaki iktidar kadrosu, eskiden "deprem öldürmez, ihmal ve tedbirsizlik öldürür" anlayışındaydı. "Kader diye geçiştirilemez" diyorlardı. Geçmişteki söylemleri, bugün hâlâ sosyal medyada yankılanıyor.
Demek ki devlet yönetiminde ihmal ve tedbirsizlik, bir ölüm-kalım meselesi. En büyük beka sorunu.
Bir millet ve devlet için daha yıkıcı, daha zararlı, daha aleyhe ne olabilir?
Maraş depreminin katastrofik sonuçları ortada...
"Asrın felâketi" tabirine, dilimiz alıştırılıyor. "Elden ne gelir, yıkımı ve can kayıplarını azaltmak için yapacak bir şey yoktu, Allah'tan geldi" demeye getiriliyor.
İhmal ve tedbirsizlikle ilişkilendirmeyince de sorumlu aranmaz. Yıkıcı akımlarla irtibatlı, iltisaklı olmaktan kimsenin fişlenmesine gerek kalmıyor.
Takibe alınanlar, olsa olsa Adalet Bakanı Bozdağ'ın işaret ettiği "deprem provokatörleri" olabilir.
Peki o zaman deprem bölgesinde özel görevlendirilen 478 savcı ne yapıyor?
Cevabı, Bozdağ vermişti.
Enkazlar kaldırılmadan, karartmaya izin vermeden delil topluyorlar. Yıkılan binalarda ihmali, kusuru, suçu veya sorumluluğu olan var mı, tespit edecekler.
"Sadece müteahhitlere dönük soruşturma yapıldığı iddiaları"na gelince... "Gerçeği yansıtmıyor"muş. Bozdağ söylüyor; deprem provokatörlerinin uydurup yaydığı yalanlarmış bunlar.
Sorumlular, hesap vermekten kurtulamayacak. Hak ettikleri cezayı bulacaklar. Adalet Bakanı'nın millete sözüdür.
Hakkında işlem yapılan şüpheli sayısı 245, tutuklanansa 54...
Kim mi bu şüpheliler?
Bozdağ'ın tanımladığı suç ve sorumluluk zinciri, şuralara uzanıyor:
"İşin doğrusu; binaların müteahhitleri, yapı denetim elemanları, belediyelerde görevli ve yetkili fenni mesuller, binada mevzuata aykırı tadilat yapanlar, kolon kesenler dahil olmak üzere ihmali ve kusuru olduğu değerlendirilenler ayrımsız soruşturulmaktadır."
Aksini söylemek; Bozdağ'a göre koca bir yalan, savcılara haksızlık ve yargıya iftira.
Erdoğan'ın, 2003 Bingöl depreminde kurduğu suç ve sorumluluk zinciri, Maraş depreminde aranmıyor, kopmuş demek.
İktidara geldikten 7 ay sonraydı. Bingöl depremine tepkisi, nasıl bir Türkiye devraldıklarını da anlatmayı amaçlıyordu. Erdoğan şunları demişti:
"Buna ihmal denmez... Kaldı ki yeni binalar... Herhalde bunlardan artık bu toplumun ders alması lakin bunların suçlularını da tabii gerekli şekilde masaya yatırmalı... Yeraltında fay kırıklarından önce, bağışlayın söylemek zorundayım, kırılan ar damarlarıdır. Malzemeden çalmanın arkasında ahlak hırsızlığı, demokrasiden çalmak, hukuk kapkaççılığı, siyaset yankesiciliği ve kamu yönetimi kalpazanlığı yatmaktadır. Bu olay, kamu otoritesinin devlet imkânlarını nasıl kullandığını bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur. Olay, kader diye geçiştirilemez."
Asrın yıkımında on binlerce ölümün, kamu otoritesinin devlet imkanlarını nasıl kullandığıyla alakası eskiden vardı da artık hiç kalmadı, yoksa...
AFAD daire başkanı, Osmanlı okçusu kostümüyle absürd sunum şovu yaparken; afetlere müdahale edecek kurumlarda bile partizan kadrolaşmadan çekinmezken; imar affının sonuçlarından korkmazken; AFAD'ın dağıtmadığı deprem yardımlarına el koyarken; oy korumayı, can korumaya önceliyor görünmekten kaçınmazken; depremzede çocuklarını parti büyüklerinin önüne dizip sürreel PR fotoğrafı çektirirken; milletin parasını, bir canlı yayın gösterisiyle millete bağışmış gibi gösterirken; siyasi imaj kaybını, başka kayıplardan önde tutarken; 'dostlar alış verişte görsün' popülizmi köklenirken; gerçek çözümler yerine günü, zevahiri kurtarmaya odaklanırken; dökülen tarafları kuru propaganda makyajıyla kapatırken; yok sayınca sorunlar yok olurmuş gibi esip savururken "biz ne yapıyoruz" diyen çıkmadı, çıkmıyorsa...
Kısacası olay, 2003 ve öncesi depremlerdeki yerel ihmal, kusur ve suçlulara döndüyse slogan atmadan dağılabiliriz.