Refikimiz Refik, kaleminden kan damlatan Refik

Sami GünalNazım Hikmet’le ilgili cumartesi günkü yazımızın bitiminde bir dipnot vardı. Dipnotta Yazar Refik Erduran için, “kalemini pek sevdiğim yazar'' güzellemesinde bulunmuştum.Aradan yirmi dört saat geçmeden ilgili yazarımız,kendisi...

Sami Günal
Nazım Hikmet’le ilgili cumartesi günkü yazımızın bitiminde bir dipnot vardı. Dipnotta Yazar Refik Erduran için, “kalemini pek sevdiğim yazar'' güzellemesinde bulunmuştum.

Aradan yirmi dört saat geçmeden ilgili yazarımız,kendisi için yaptığımız güzellememizin üzerine çirkinlik gölgesi düşürdü. Eş dost içinde, “Kalemini sevdiğin yazar bu muydu?'' diyenler oldu. Şanssızlığa bak!

“Öksüz, hırsızlığa çıktığında ay akşamdan doğarmış.''

Artık atıf yapmanın teknolojik yolları var. Yazarımızın sanata, sanatçıya karşı sergilemiş olduğu jurnalcilik çirkinliğine ve yandaş yalakalığına burada uzun uzun yer vermeden, sizlere haberin kaynağını pas etmek isterim. Lütfen, önce yazımızın okunmasını bitirelim.

http://www.abcgazetesi.com/refik-erduran-muhalif-tiyatroculari-bakana-jurnalledi-17795h.htm

Her iyi, her zaman iyi olmayabiliyor. Diyalektik düşüncenin babası sayılan Efesli filozof Herakleitos’a inanacak olursak, "Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir." Günlük hayatta da vurgulanmaz mı: Canım, insan dediğin değişmeli, gelişime ayak uydurmalı!

İyi de, her değişimi kutsayacak mıyız? Değişim, tek boyutlu olmuyor ki, çift yönlü de olabilmektedir: İyiye/ileriye ve kötüye/geriye doğru. Haa, ileriye olan şey iyidir, geriye olan şey kötüdür dersek yeterli olur mu? Olur da olmaz! Örneğin her türlü faşizmin gerilemesi iyi bir şeydir. Görüldüğü üzere burada “geri'' ile “iyi'' omuz omuzalar.

İleri ne, geri ne?

Bu durumda ileri ve geriyi kavramsallaştırabilmek için evrensel bir ölçüt bulmamız gerekecektir.

Peki, evrenselliğe; genel kabul gören ve insan onuruna yakışandır/yakışmayandır, dersek olur mu? Neden olmasın? İlla somutlaştıralım mı? İnsandan başlarsak, onun dilini, ırkını,rengini, cinsiyetini, mezhebini… Ayırmamak. İnsan haklarına riayet etmek. Düşünceye ifade olanağı tanımak. Tek eşlilik mesela; kızların illaki okutulması mesela…

Bunlar insan onuruna yakışan evrenselliklerdir. Kısa keselim, her türlü “beyaz'' ticaretiyse insan onuruna yakışmayan evrenselliktedir. Dememiz o ki, evrenselliği olan şeyler iyiyse ileridir. Bu durumda geriyi tarife hacet yok, hepimiz arifiz.

Tekil ve çoğul olan evrensellikleri saydık saydık, geldik dayandık dünyanın üzerine kurulduğu “sevgi'' ile “emeğe.'' Sevgisizliğin üzerine çizgi çekelim. Sevgiyi tartışmayalım, o zaten evrenseldir.

Emeğin değerini bilmek de evrensel bir değer ve kuraldır. Emeğin karşısında bir de sermaye var. “Artı değer''den mütevellit kâr güdüsü içinde olduğu için onu evrensel kabul etmeyip ilkel mi sayacağız? Haşa! Ona da bir şans vereceğiz. Ama tek şartla. Ekürisi olan emekle aynı şartlarda var olmak ve yarışmak koşuluyla.

Bir başına “Küreselleşme'' desek, kastedeceğimiz ilkelliği, nobranlığı anlatamayız. Hatta küreselleşme lafının büyüsü bile var. İletişimin ve ulaşımın küreselleşmesi mesela. Canım,hemen, küreselleşmeye o kadarda güzelleme yaptığımız düşünülmesin.

Asıl itibarıyla küreselleşme dediğimiz şey, eski emperyalizmin modernize edilmiş afili isim halidir.

N’olur nolmaz, kavramın güzel büyüsüne kapılanlar da olabilir. Dolayısıyla bu kavram bize tek başına yetmez. O zaman şöyle ağzımızı doldurarak gubarık bir şekilde, “Globalleşme'' çağında “Yeni Dünya Düzeni'' içinde yerimizi almalıyız(!) diyelim.

Globalleşme-Küreselleşme, Yeni Dünya Düzeni… Ne dersek diyelim anlamı çok yalındır. “Taşların bağlanıldığı, itlerin serbest bırakıldığı köy'' demektir. Çok uluslu şirketler öncülüğünde üniter-ulus devletlerin yıkılması, mikro milliyetçilik virüsüyle küçük adacık devletlerin kurulmasıdır. Globalizmin ideali, bildiğimiz eski ABD’nin, Yeni Dünya Düzeni adı altında küresel hegemonyasını kurmaktır.

Çok mu dağıttık?

Baştaki “taş ve it'' teşbihine dönüp konuyu bağlayalım: Sermayenin sınırsız hareket edip de emeğin haklarının kısıtlanmasıdır bu kavramların ortak paydası.

Her düzenin sahipleri karşısında bir de yıkıcıları olur. Yıkıcıları zayıflatmak gerekiyordu. Bu düzenin kurucuları ve yürütücüleri olan çok uluslu şirketleri, yerel düzeylerde savunan adamlar oluşturulmalıydı ki sömürü tuzağına düşürülecek olan toplumlara güven ve güzellik telkin edilsindi. Mesela bizdekilerinin ağababasını analım: Turgut Özal.

Özal,-teokratik emelleri bir yana- toplumun tüm dengesini bozup emeğin gücünü zayıflatmakla görevliydi. Enbüyük fikri lojistiği; iyi yetişmiş, dünyayı tanıyan ve kavrayan solculardan bulacaktı. O zamana kadar tanımsal olarak pek de revaçta olmayan liberalizmin dejenere edilmiş versiyonu olan bize özgü, döneklikten devşirilme “liboşluk'' icat edildi.

İlgi-şefkat, her canlının hakkı ve ihtiyacıdır. O zamana kadar üniversiteler hariç, bürokratik devlet yapısı içinde tu kaka edilmiş, ezilmiş, mayasında fikri bozukluklar olan, solcu sanılan kişiler mest olmuş ruh hali içinde teslim oldular. Döneklik kurumsallaştı artık.

Bir kısım aydında liboşlukla tarif edilebilen bir değişim söz konusuydu. Herakleitos’u anımsarsak değişimin diyalektiğini yadırgamayacağız da değişimin yönünü arayacağız.

Ha işte, değişimi irdelerken iyi-kötü, ileri-geri kavramlarına başvurmuştuk. Sermayeye sonsuz özgürlük, emeğe tutsaklık evrensel adalete uymuyordu ve biz bunu, ne iyilik ne de ilericilik sayacaktık. Düpedüz gericilik ve kötülüktü. İşte bu kötülükleri savunanlara biz gerici dönekler diyecektik. Bu liboşlar, liberalizmin bozulmuş suretleridir.

Eskiden zihni ve kalemi iyi olan yazarlardan biz de ta ki ortaokul seviyelerindeyken yararlanıyorduk. Çocukluk aklımızla nereden bilecektik,bunların, dönekliğin kasnağına gireceklerini? Yazarlar, dönerken kalemini iyi kullanamaz ve kaleminin değeri sevilemez diye evrensel bir kural henüz yok. Ben de söz konusu bu yazarımızın kıvrak, akıcı ve anlaşılabilir üsluptaki kalemini pek severdim ve onun o zamanki entelektüel yetkinliğine dipnot olarak atıfta bulundum. Yani, yazarımızın geçmişineydi âşıklığım.

Ben de biliyorum onun şimdiki zaman herzeliklerini canım! Dönekliği itibarıyla zaten yalakadır. Fakat, muhbirliğini ve fikri pespayeliğini tahmin edemezdim. Sanatçılara gönlümde yer verirken torpil geçişlerimin zaman zaman beni hayal kırıklığına uğrattığı olmuyor değil.

Muhbirlik ve pespayelik yan yana gelince çarpan etkisi yüksek oluyor. Âdemimahlûkat, düştüğü çukurdan yükselebilmek için temiz karakterli insanlarıve kavramları aşağı basarak kaldıraç kurmaya çalışıyor.

Ha, bu düzenin solcusu bir Refik; ha da, bu düzene solcu bir refik*.

Eskinin düzen bozucusu solcu refikimiz; gazeteci, güzel kadın Leyla Umar Hanımefendi’nin eski refikidir. Onun vefatında eski refik olan Refik der ki,

“Çok hoş yıllarımız oldu. Ondan sonra ben saçmaladım.''

Bazı karikatürler yorumsuzdur.

Bu yazının sonuna bir not iliştirmek gerekiyor:

Kâğıda, kalemden kan damladı.

(*) refik: 1. Arkadaş, dost.  2. Koca, eş.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

ABC Kritik Haberleri

100. Yıl törenleri ve Cumhuriyet'i sahiplenme
Merve Dizdar, teşekkür konuşmasında Erdoğan'a övgüler sıraladı, ne olurdu?
Mitingi kalabalık göstermek için hangi hileleri deneyip yakalandılar?
İşte 4 Şubat 2022 tarihli Resmi Gazete'deki karar
Atatürk, İnönü, Özal ve Demirel'in cumhurbaşkanlığı geçerli değil mi?