Yolculuk ve tatil!

SAMİ GÜNALBir insanla anlaşıp anlaşamayacağınızın üç yol garantisi vardır. En azından bana göre böyle.Bir, ortaklık. İki, ev arkadaşlığıdır. Üç, yol arkadaşlığı. Yol denilince içine her yol girse(!) de benim kastım...

SAMİ GÜNAL

Bir insanla anlaşıp anlaşamayacağınızın üç yol garantisi vardır. En azından bana göre böyle.

Bir, ortaklık. İki, ev arkadaşlığıdır. Üç, yol arkadaşlığı. Yol denilince içine her yol girse(!) de benim kastım seyahat arkadaşlığıdır. İlişkinin sürüp sürmeyeceğinin turnusol kâğıdıdır yolculuklar.

Unutamayacağım yolculuklardan birisi de Yunanistan dağlarında Türk çayı ve çorba arama tazyikine maruz kalışımdır. O gün, arabanın içinde kafamı tavanlara vuruşum halen manevi dünyamı zonklatıyor. Zaten, yanlış insanlarla yola çıkmanın “Ervahına yuf olsun.'' (Sövme sözü olarak kullanılır.)

Herkes askerlikten kaçar, bense askerliğe zorla, koşa koşa gittim. İş yerindeki bunalımlı günlerin kurtuluşunu askere kaçmaktan buldum. Örgütsüz bir şekilde tek kişilik ordu gibi tek başına düzene başkaldırmaktan artık bunalmıştım. Çok kişili ordu içine kaçınca kaybolur, rahatlayıveririm diye düşündüm.

Askerlik, benim aklımın ucunda dahi geçmiyordu; kaçak durumdaydım. Bir haber çıktı ki bedelli açılmış, elli altı gün usulen yapılıp dönülecek. Yine umursamıyorum. Ama eninde sonunda bakaya dönemi sonlanacak! Bu fırsatı kaçırmamalıyım, demeye başladım.

Ordunun içinden atılan genç teğmenlerden bir fakülte arkadaşım oldu. Bir gün beni karşısına aldı, üniversitede cevvallığımı bildiği için,

-Bak aslanım, sen, askerlik yapamazsın; ya bol bol dayak yersin ya da bitiremezsin, gel fırsat bu fırsat… Sen, bedelliye git gel, demişti.

Prof. Oğuz Hoca da, okul hayatım konusunda kehanette bulunmuştu. “Sana bu okulu bitirtmeyecekler.'' demişti… Bunun hikâyesini bir yazımda anlatmıştım.

Neyse, biz, teğmen oldurulmamış Mustafa’nın tuzağına düştük, yine çıktık yola… Yolcu edenim dahi olmadı…

Yaşasın! O elli altı gün aslında cennet havasında geçi... İşten uzaklaşmışım ya!

Bre!.. Gittim ama bana oradan da isyan düştü! Bir baktım ki talim adı altında ot yoldurulmaya çıkartılıp doğayı tahrip ettirmeye kalkıştılar. Ettiremezsiniz, dedim. Ettiririz, emre itaatsizlik olmaz, dediler. Canlı şahitlerim var, topuğumu kırdım ve o sürece katılmadan topal ördek gibi askeri birlik içinde gezdim durdum. Durur muyum? Yine başkaldıranların içine girerek kantin kalitesizliğini protesto ayaklanmasına da katılmıştım… (Not: Kırdığım, potinimin topuğudur.)

Zaten olmayan askerliği tatil havasında bitirdik.

Bu arada, Ankara’da ev arkadaşlığı yaptığım, kendisi çok güzel ama takıntılı halleri pek de güzel olmayan, her şeyden bunalan o kızı da göz kulak olması hasebiyle yetmiş sekiz yaşındaki ev sahibim olan Şevket amcaya emanet ederek ayrılmıştım... Askerdeyken bile başımın etini yedi. Bunaldım da bunaldım, diye. (Üniversite hayatım renkli geçti. Titizlik hallerimden mütevellit erkek arkadaşlarımla ev hallerinden dolayı pek anlaşamadım. Daha sonrasında pek de denenmeyen bir öğrenci evi tarzı içinde yaşıyordum. Başa baş ya da ikiye bir olduğu zamanlar da oldu, “Beş tavuk, bir horoz!'' olarak yaşadığımız dönemler de oldu. Hey gidinin günleri!)

Baktım ki terhis gününe dair tüm arkadaşlarımın kapıda bekleyecek olan yakınları terhis öncesinden organize edilmiş durumda... Eh, ben de geri kalmayayım diye kıza dedim ki, zaten bunalmışsın, hadi gel beni terhis günü kapıda karşıla. Burdur-Antalya arası bir buçuk saattir, gider hem de tatil yaparız… Evet, gittik.

Hay mübarek! Sanki daire satın alıp da mobilya döşeyeceğiz! Girdiğimiz o pansiyonun katını beğenmez, bunun komodinlerini-dolabını beğenmez, öbürkünün yatağını beğenmez… En sonunda onun gönlüne bırakmaksızın giriş katta önü 200 metrelik bahçeye açılan daireyi tuttum.

Deniz keyfimizin ters olduğu da ortaya çıktı. Kastım; o denizi sevmiyor, ben seviyorum şeklinde değil. Denize girerim çağırır, yalnız bırakma beni… Ne o? Kısa günde yanmak için uzun uzun kumda yatacak, ben de gölgesini bekleyeceğim. Bre, sen yat kumda, ben bir yüzüp geleyim, yok! Lehe! Sudan çıkar kuaför ararız... Şelalelere gideriz sıkılır. Çünkü zaman kaybıdır yanmaktan alı konulmuş olacak. Ören yerlerini istemez; aman müze falan hiç demeyin! Tahammül sınırım aşındı... Döndük pansiyona.

-Bak, pansiyoner Fatma ablayla dost olduk, çok güvenilir. Ben, Ankara’yı çok özledim. Sen, Fatma ablanın güvenli bakışları altında tatilini bitir, Ankara’ya dönüver.

Olabilecekleri göze aldım ve üç gün sonra… Evet, Ankara dönüşü, dostça ayrıldık.

Ben, bu çekirdek anlatımlarla neyi anlattım?

Seyahatlerin; dostlukların kuruluşunda ve sürdürülebilirliğinin testinde bir turnusol kâğıdı işlevi gördüğünü anlatmak için.

Hadi bana eyvallah!

Hoşça kal İstanbul!

Ne sen beni çekebildin, ne de ben sana dayanabildim bu havalarda.

Sana bir emanetim bile yok, ben gelesiye kadar aman iyi bak, diyecek.

Çok kırıldım sana!

Keşke, giderayak bilinçaltımdaki travmaya dokunmasaydın.

Ey İstanbul!

“Haberin yok, gönlüm yara / Ben gidince hemen beni ara''

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

ABC Kritik Haberleri

100. Yıl törenleri ve Cumhuriyet'i sahiplenme
Merve Dizdar, teşekkür konuşmasında Erdoğan'a övgüler sıraladı, ne olurdu?
Mitingi kalabalık göstermek için hangi hileleri deneyip yakalandılar?
İşte 4 Şubat 2022 tarihli Resmi Gazete'deki karar
Atatürk, İnönü, Özal ve Demirel'in cumhurbaşkanlığı geçerli değil mi?