Ali Haydar Nergis
Ali Haydar Nergis - Bu parmak izleri kimin?

Bu parmak izleri kimin?

Önce, Trabzonda, Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Derneği (TAYAD) bildirisi dağıtmak isteyen 5 genç, Türk bayrağı yakılıyor! denilerek kışkırtılan iki bin kişilik bir grubun saldırısına uğradı. Aynı günlerde Sakaryada benzer olaylar yaşandı. Mersinde, Türk bayrağı yakıldı! kışkırtmasıyla aynı senaryo tekrarlandı. Zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Bir yerlerden düğmeye basıldı! dedi.
 
Sonra, 9 Kasım 2005te, 2 kişinin  ölümüyle  sonuçlanan, Şemdinli Olayı gündeme geldi. 5 Şubat 2006da, Trabzon Santa Maria Katolik Kilisesi Rahibi Andrea Santoro, 16 yaşındaki Oğuzhan Akdin adlı bir çocuk  tarafından  öldürüldü. Başbakan, olaydan sonra, Bir takım hassasiyetlerimizden ve o hassasiyetlere dokunulduğunda olabileceklerden... söz etti. Ankara emniyetinin bir üst düzey yetkilisi, Milliyet Gazetesinden Ali Eyüboğlunun  kulağına, Çocuğun, rahibi son günlerde medyadan izlediği Mehmet Ali Ağca haberlerinden etkilenerek işlemiş olabileceği mesajını fısıldadı.Bu fısıltı, Milliyetin, 10 Şubat tarihli manşetinde şöyle duyuruldu:

RAPORLA KURTULABİLİR - Santoronun katil zanlısı 16 yaşındaki Oğuzhan Akdin ile başbaşa yemek yiyen üst düzey bir görevli, Çocuk, az önce söylediğini az sonra hatırlamıyor. Ruhsal ve fiziksel gelişimi sorunlu dedi. O. A, ruh sağlığı yerinde bulunmazsa kurtulabilir... Cinayet adeta geçiştirildi, örgüt bağlantıları açığa çıkarılamadı. Gerginlik ve kışkırtma amaçlı provakasyonların  sorumluları bulunamadı.

Danıştay saldırısından bir ay kadar önceydi. Başbakan Erdoğan, Bizim Danıştayla sorunumuz var! dedi. Sorunun nedeni, Danıştayın, türbanla ilgili yeni bir sınırlama kararıydı.

Zamanın Meclis Başkanı Bülent Arınç, 23 Nisan çocuk bayramında, 21 yaşındaki bıyıklı bir çocuğu Meclis kürsüsüne çıkardı; O çocuğa, İsteseniz de, istemesiz de imam hatipliler gelecek, ülkeye hakim olacak dedirterek yumruk sallattı! Yapılan eleştirileri de, Meclis kürsüsü hürdür! diyerek geçiştirdi. Aynı 23 Nisanda, Çorluda, Milli Eğitim Müdürünün kararıyla kızlar resmi geçitte kara çarşaflı olarak yürütüldü. AKP Fatsa İlçe Başkanı, Atatürk heykeline gönülsüz çelenk bırakırken sakız çiğnedi, kendisini, Sarımsak yemiştim, ağzım kokmasın diye sakız çiğnedim. diyerek savundu.

Aynı günlerde, Meclis Başkanı Bülent Arınç, Anayasanın değiştirilmesi önerilemez başlangıç ilkelerini tartışmaya açtı.

 Gerilim adım adım tırmandırılıyordu. Başbakan Erdoğan, parmağıyla Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir yazısını göstererek, o davudi sesiyle, Bir gün gelecek; o gün, egemenlik duvardan millete geçecek dedi.

17 Mayıs 2006 da, Danıştay üyelerine toplantı halindeyken silahlı saldırıya uğradı. Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgen öidürüldü. Başbakan, telaşla, Sakın bu olayı türbanla ilişkilendirmeyin! dedi. Meclis Başkanı Arınç, cinayeti işleyen kişi hakkında,O, meczubun tekidir; ne dediğini bilmiyor. değerlendirmesini yaptı. Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahinin sözleri daha da ilginçti:Görün, bakın bu olayın altından neler çıkacak! Daha sonra, olayın altından beklenen ortaya çıktı. Saldırganın, Ben, bu cinayeti, Danıştayın türban kararını protesto etmek amacıyla işledim. demesine karşın, saldırı Ergenekonculara yüklendi...

***

Hrant Dink cinayetine adım adım böyle gelindi.

Hrant Dink, 19 Ocak 2007 günü, cadde ortasında ensesine kurşun sıkılarak öldürüldü. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, Dink cinayetiyle ilgili, Ortada örgüt, mörgüt yok; cinayet milliyetçi  duygularla işlenmiştir. açıklamasını yaptı. Katil Ogün Samast da Cerrahın bu sözlerini doğruladı; Hrant Dinki Türklükle  ilgili sözleri kanına dokunduğu için öldürdüğünü  söyledi. Anımsayalım; Andrea Santoronun katili de, rahibi misyonerlik faaliyetleri kanına dokunduğu için öldürdüğünü  söylemişti.

Hrant Dink, Agos Gazetesindeki  son yazısında şöyle diyordu:
İşte size bedel... İşte size bedel...İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar? Bilir misiniz? Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz? Ölüm-Kalım dedikleri kolay bir süreç değil yaşadıklarım... Ve ailece yaşadıklarımız... Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu. Özellikle de tehditler yakınlarıma ulaştığında...O noktada hep çaresiz kaldım.
Ölüm-Kalım dedikleri bu olsa gerek.
(...)
Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce...

Ölüm-kalım savaşında Hrant Dinke ölüm reva görüldü. Onun, Bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz düşüncesi da bir yanılsamadan ibaretmiş. Güvercinleri de vuruyorlardı, vuracaklardı...

***
Rahip Santoroyu öldürenle ilgili, ruh hastası, Danıştay üyelerini kurşunlayan kişi hakkında da meczup değerlendirmesi yapılıdığını biliyoruz. Her siyasi cinayetten sonra sanıklarla ilgili bu, ruh hastası... meczup... deli... değerlendirmelerini başka yerlerden de anımsıyoruz:

12 Eylül 1980 darbesine gidilen günlerde öldürülen gazeteci Abdi İpekçinin katili Mehmet Ali Ağca da bir ruh hastası ve meczup idi. Cezaevinden kaçıp, Roma Meydanında Papayı vururken de, meczup ve ruh hastası... ydı. Doğrusu, Ağca, bu rolü o günlerde mahkeme salonlarında çok güzel de oynadı. Eski Başbakanımız Ahmet Davudoğlunun, IŞİDle ilgili, Hoşnutsuz ve öfkeli gençlerin reaksiyonu sözünü de bir kenara not edelim…

Toplumları sarsan önemli siyasi cinayetlerin katilleriyle ilgili ruh hastası… meczup… sözlerinin izini sürdürelim:

İsveçin sosyal demokrat Başbakanı Olof Palme 26 Şubat 1986 günü, Stockholmde, caddede yürürken tıpkı Hran Dink gibi, arkadan ensesine kurşun sıkılarak öldürüldü! İsveçe bu olaydan bir yıl sonra gelmiştim. Yıllarca, İsveçliler gibi, ben de Palme cinayetinin aydınlatılmasını bekledim. 32 yıl içinde, sayıları onu geçen sanık gözaltına alındı, yargılandı, tutuklandı, serbest bırakıldı. Resmi açıklamalara göre, o sanıkların hemen hepsi, Ruh hastası, meczup, sabıkalı, uyuşturucu bağımlısı, sabıkalı kişilerdi. Bu tanımlamalar, adeta cinayette hafifletici neden olarak görülüuordu…

Sosyal Demokrat Partili İsveç Dışişleri Bakanı Anna Lindh de, 11 Eylül 2003 günü, Stockholmdeki bir alış veriş merkezinden çıkarken bıçaklanarak öldürüldü. Öldüren kişinin cinayet işleme gerekçesi bizimkilerle yakın benzerlik taşıyordu. O da, daha önce psikolojik tedavi görmüş bir ruh hastası idi. Gerekçesi de bizimkilerinkine benziyordu: Katil Miljailo Mijailovic de Anna Lindhi, Bosna katliamında Sırplarla ilgili ağır bir sözü kanına dokunduğu için öldürmüştü.

Bu bağlamda değerlendirilmesi gereken gereken başka bir olay da, 25 Ağustos 2001 tarihindeki Üzeyir Garih cinayetidir. Emniyet yetkililerinin o günlerdeki açıklamalarına göre, cinayetinin işlenmesini gerektirecek herhangi bir somut neden yoktu. Üzeyir Garih, Eyüp Sultana, bir yakının mezarını ziyaret etmek için gitmişti. Katil de tesadüfen orada bulunuyordu. Üzeyir Garihle de tesadüfen karşılaştılar. Daha önce hırsızlıktan sabıkalı, cinayetten hüküm giymiş ruhsal dengesi bozuk Yener Yenmez, Garihten  para istedi. Vermeyince de bıçağını sapladı. Cinayet bu denli basit bir nedenle işlenmişti(!) Cinayetten sonra Üzeyir Garihin üzerine örtülen Allah yazılı çuvalın gizi ise anlaşılamadı.

***

Olof Palme, Anna Lindh, Üzeyir Garih, Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayetleri hâlâ aydınlatılmayı bekliyor….

Bütün bu olguları alt alta sıralayıp düşündüğümde, sizi bilmem ama bende bir takıntı oluştu:

Türkiye ve dünyanın çeşitli yerlerindeki önemli siyasi cinayetler, ruh hastası görünümlü kişiler eliyle ve bir ideal uğruna görüntüsü verilerek  işleniyor...


 

Toplam 2414 defa okunmuştur.

Ali Haydar Nergis diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.