Derenin derinliğini avanağa ölçtürürler…
İsveçte yaklaşık 6 yıl yaşadıktan sonra, doğdukları sulara geri dönen balıklar gibi, yurt özlemim artmış; eşim ve 2 yaşındaki kızımla Türkiyeye dönüş yapmış; Zafer Mutlu- Selahattin Duman yönetimindeki SABAH grubunda işe başlamıştım. İstanbulda, Selahattin Dumanın yanında serbest röportaj muhabirliği yapıyordum. Sevgili Nebil Özgentürkle masalarımız yan yanaydı. Bizim Çukurova ağzıyla, Kıçı bir türlü mindere değmeyen Nebilin telefonlarına bakmak, arayanları not etmek de görevlerim arasındaydı.
Recep Tayyip Erdoğanın, Refah Partisinden; sinema sanatçısı Halil Ergün de SHPden Beyoğlu belediye başkan adayı olduğu 27 Mart 1994 belediye seçimleri öncesiydi. Röportaj konularını sormadan kendim kararlaştırıyor, hazırlayıp Selahattin Dumanın önüne koyuyordum.
Halil Ergün ve Recep Tayyip Erdoğanla röportaj yapmaya karar verdim. Önce Halil Ergünle görüştüm. Beyoğlu ilgili projelerinden, Yılmaz Güneyle anılarından söz etti; Ben bir DEV-GENÇliyim diyerek esip gürledi. Röportajı hazırlayıp bir kenara koydum.
Sıra Recep Tayyip Erdoğana geldi. Refah Partisinin İstanbul belediye Başkan adayı Recep Tayyip Erdoğanla da görüşecek, iki röportajı aynı anda yayımlayacaktım. Habercilikte tarafsız ve eşit davranmak gazetecilik etiğinin de bir gereğiydi.
Erdoğan, o sırada Refah Partisi İstanbul İl Başkanıydı. Partiden kimseyi tanımıyordum. Randevu almak için telefon ettim. Adımı, soyadımı, çalıştığım yayın organını sordular, Erdoğana ulaşamadım. Birkaç gün sonra, tekrar aradığımda, Size tekrar döneceğiz dediler. Beklemeye başladım. O arada, gazetede benimle aynı serviste çalışan, işe birlikte gelip gittiğimiz için Kavacıkta oturduğunu bildiğim, adını şu anda anımsayamadığım biri yanıma geldi, ürkek bir ifadeyle, "Refah Partisi İl Başkanı Recep Beyle röportaj yapmak istiyormuşsunuz; bana soruldu, olumlu görüş bildirdim." dedi. Çok şaşırdım. Bu, benim anlayamayacağım bir durumdu. Röportaj yapmak isteyen bir gazeteci, neden aynı gazetede çalışan başka bir gazeteciye soruluyordu? Çok geçmedem, Refah Partisi İl Merkezinden beklediğim telefon geldi; Recep Tayyip Erdoğanla yapacağım röportajın gününü, saatini bildirdiler.
Randevu günü, elimde mikro kasetli küçük ses alıcımla Refah Partisinin Topkapıda, sanayi bölgesinin içindeki il merkezine gittim. Bir merdiven çıktıktan sonra Erdoğanın odasına aldılar. Erdoğan, sakin, kuşkucu ve mesafeli görünüyordu. Ismarladığı ıhlamuru içerken, Sizi, SABAH gazetesinde çalışan partili arkadaşımız (...)a sordum. dedi. "Biliyorum dedim, tedirgin bir ifadeyle.
İsveçten, Malmöden gelmişsiniz. Orada, Mardinli (…) ailesi var; geniş bir ailedir, onları tanıyor musunuz? Yakın dostlarım olurlar…
O aileyi duydum, ancak tanıdığım kimse yok!
Başlayabiliriz... dedi.
Ses kasetinde kayıtlı konuşmayı hâlâ saklıyorum. O soru ve yanıtları da başka bir yazı konusu yaparım belki…
Görüşmeden çıkarken düşünceli ve huzursuzdum. Sorduğum sorulara yanıt yerine, karşı sorularla adeta sorgulanmış, çok rahatsız olmuştum.
O gün, edindiğim izlenim şuydu: Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendisine bağlı çok güçlü bir özel istihbarat ağı oluşturmuştu. Selam vereceği kişiyi dahi araştırarak seçiyordu.
Halil Ergünle yaptığım röportaj yayımlandı. Recep Tayyip Erdoğan röportajı bilemediğim bir nedenle yayımlanmadı. Medya, İsveçe giderken geride bıraktığım medya değildi artık. Köprülerin altından çok sular geçmiş, Turgut Özalla birlikte medyada bir çürüme ve yozlaşma başlamıştı. SABAH maceram uzun sürmedi. Kısa bir süre sonra, pılımı, pırtımı toplayıp İsveçe geri döndüm. Daha sonra, başarısız iki dönüş denemesi daha yaptım. Birincide, Kanal 6 televizyonunda çalıştım. Sonuncusunda, Ankarada, Çevre Bakanı İmren Aykutun Basın Danışmanlığı görevinde bulundum. Ardından da izzet-i ikbal ile terk eyledim Türkiyedeki medya dünyasını…
AKP iktidar olduktan ve Sabah grubuna karşı operasyon başladıktan sonra, beynimin içindeki sorular yanıtlarını buldu: Dinç Bilgin ile Erdoğan arasında, çok eskilerden kalma bir "husumet" devam ediyordu...
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fetullahçı darbe girişiminden sonra, Darbeden haberim yoktu! dediğinde, kendisiyle röportaj yaptığım günleri anımsadım ve olamaz! diyerek havaya zıpladım! Sonra, elâlemin ne dediğini anlamak için tanıdığım aklı erer İsveçlilerle, parti yetkilileriyle görüştüm. Türkiyedeki Fetullahçı darbe girişiminden söz edildiğinde, alay edercesine gülümseyerek gözümün içine bakıyorlardı. Bizim ayırdına varamadığımız şeyler biliyorlardı sanki. Aynı kişiler, AKPnin iktidara geldiği ilk yıllarda, Erdoğanı demokrasi kahramanı ilan ediyor, Türkiyenin Avrupa Birliğine gireceğine inanıyorlardı. Neden bu kadar değiştiler; kafalarına saksı mı düştü, anlayamadım…
Elbette, darbe girişiminde kuşkulu birçok karanlık nokta vardı. O günlerde, gazeteci Levent Gültekinin darbe girişiminden kısa bir süre önce yazdığı bir yazıyı anımsadım hemen: AKP iktidarında üst düzey görev yapmış bir bürokrat, emekliye ayrılacağı günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğanla vedalaşmaya gidiyor. Oradan, buradan konuşurlarken Erdoğan, kafasındaki bazı projelerden söz ediyor. Bürokrat, Aman efendim, bunları yaparsanız Türkiyede iç savaş çıkar! diyor. Erdoğan, sakin bir ifadeyle şu yanıtı veriyor: Çıksın; iç savaş çıkarsa, ezer geçeriz! Demek ki, bir darbeyi veya iç savaşı bastırma özgüvenini kendisinde buluyordu.
Eski CIA görevlilerinin, Amerikan gazetelerinin aylar öncesinden, Türkiyede darbe olacak! söylemleri, Türkiyede, darbe öncesinde yazılıp çizilenler birer dolgu malzemesiydi.
Fetullahın elbette önemli bir gücü vardı. Ancak, ona olduğundan fazla bir güç atfettiler; "ordunun yüzde sekseni senin" dediler. Fetullahı buna inandırdılar… Köylülerin bir yılan avlama yöntemi var. Yılanı çıkarmak için, girdiği deliğin önüne bir kâse süt bırakırlar. Sütün kokusuna dayanamayan yılanın delikten başını uzattığında kafasını ezerler.
Derenin derinliğini avanağa ölçtürürler.…
Saddam Hüseyine yaptıklarının aynısını yaptılar Fetullaha. Saddama da, "sen aslansın, kaplansın; senin devrim muhafızların, cehennem topların var; silip süpürürsün" diyerek Kuveyte soktular. Sonra tepesine bindiler.
28 Şubat gibi, e- muhtıra gibi bir darbe söylemine gereksinme vardı. Fetullahın, Allahın bir lütfu olan darbe girişimi bu beklentiyi karşıladı. Durumdan vazife çıkarıldı. Karşı darbeye, Olağanüstü Hale kapı aralandı.
Erdoğanın, Fetullahçı darbe girişiminden habersiz olduğunu düşünemiyorum.
Kimse bana, Sarayın bu darbe girişiminden habersiz olduğuna inandıramaz…
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.