Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi
Devlet Bahçelinin, 2002 yılında, bilinmeyen bir nedenle DSP, MHP, ANAP koalisyonunu bozup erken seçim kararı alması AKPnin yolunu açtı. 12 Eylül darbesinden kalma yüzde 10 seçim barajıyla seçime gidildi ve AKP iş başına geldi.
Geçmişteki koalisyon hükümetlerinin hiç biri, bu seçim barajını aşağıya çekme yoluna gitmedi. Baraj düşürülürse, Kürt partileri barajı aşacak, Meclise girecekti; korkulan, önlenmek istenen buydu...
Kime niyet, kime kısmet... Kimi partilerine karşı önlem olsun diye korunan seçim barajı, AKPnin işini kolaylaştırdı, Mecliste ezici bir çoğunluğa ulaşıp tek başına Hükümet kurdu; ancak, devleti bütün kurumlarıyla yönetecek gücü gösteremedi.
Milli Görüş geleneği, Reisin yolunu izlemedi, Erbakan hocasının arkasında durdu.
Bürokraside AKPye bağlılık gösterebilecek kadrolar azdı. Derme çatma imam hatip kadrolarıyla işi götürmek, değirmeni döndürmek zordu.
Sonradan açıkça ifade ettikleri gibi,Milliyetçiliği ayakları altına aldıkları için, MHPnin deneyimli kadrolarından yeterince yararlanamıyorlardı. İki ayyaşın partisiyle bir yakınlıkları da söz konusu olamazdı..
Bir yerlerden kadro devşirmeleri gerekiyordu.
İşte, o anda Hocaefendinin altın nesli yetişti imdatlarına.
El ele verdiler, birlikte yürüdüler o yollarda, yağmurlarda birlikte ıslandılar.
Davul, Reisin boynunda, tokmak Hocaefendinin elindeydi artık...
Arada bir, Danıştay üyeliğine eski tenis federasyonu başkanını, TÜBİTAKın başına hayvanat bahçesi müdürünü, Sağlık Bakanlığı yardımcılığına bir inşaat mühendisini, İstanbul Şehir Tiyatrolarının başına güreş hakemini, Kürtçe yayın yapan TRT 6(şeş)in Haber Müdürlüğüne Genelkurmayda muhabere başçavuş olarak görev yapmış birini atasalar da; özellikle yargıç ve savcı görevlendirmelerinde işler iyi götürüyorlardı. Hocaefendinin Alnı secdeye gelen altın nesli bütün hızıyla bürokrasiye yerleşti. Bülent Arınçın deyişiyle, Yüce Mevlâm verdikçe veriyordu...
Onlar da, Hocaefendiye ne istediyse veriyorlardı.
Ancak, gözü bir türlü doymak bilmeyen Hocaefendi, devletin tamamını istiyordu. Yaşı 80e yaklaşıyordu. Kırk yılı aşkın süredir emek verdiği altın neslin mürüvvetini görmek istiyordu ölmeden once... Bir gün, ansızın Amerikadan uçağa binecek, Türkiye hava limanlarına halife olarak inecekti; düşlediği buydu...
Hocaefendi, bir yandan da altın neslin yeni kadrolarını yetiştirmeye hiç ara vermedi. Sınav soruları çalındı, her yıl askeri okullara, Işık evlerinde eğitilmiş yeni öğrenciler yerleştirildi.
Reis de boş durmadı hani. O da, Dindar ve kindar bir nesil yetiştirmenin çabası içindeydi.Getirilen 4+4 sistemiyle okullar tarumar edildi, imam hatip okullarına dönüştürüldü.
Hocaefendi ile aralarında zaman zaman ufak tefek sürtüşmeler olsa da, ülkeyi birlikte gül gibi yönetip gidiyorlardı..
İşler tıkırında yürüyordu.
Gemicikler engin denizlere açılıyordu.
Ergenekon ve Balyoz süreçlerini böyle kotardılar.
Açılan davaları Hocaefendinin yargıçlar yürüttü, fahri savcılık görevini ise Reis üstlendi.
Halk dilinde bir söz var; Ayağıma yer edeyim, gör sana neler edeyim.
Keser döndü, sap döndü, gün geldi hesap döndü.
Bir gün kafasına dank etti: Yine kandırıldırılmıştı
Reis, hastahane odalarında canının derdine düşmüşken, MİT Müsteşarını tutuklamak istediler. Ayağımın altındaki halıyı çekip bana ulaşmaya çalışıyorlar dedi. Kara bulutların hızla üzerine doğru geldiğini gördü, ancak çok geç kalmıştı.
17- 25 Aralık yolsuzluk operayonuyla birlikte AK kuzu, kara kuzu kendini belli ettirdi iyice...
Birileri, olanı, biteni birem birem not etmiş, her şeyi kayda geçirmişti....
Reis, 17-25 Aralıkta yaşadığı kısa süreli bir şaşkınlıktan sonra durumu toparlamaya çalıştı
O mahallenin kıdemli gazetecilerinden Fehmi Koru, Ben Böyle Gördüm adlı son kitabında anlatıyor, biz onun yalancısıyız.
17-25 Aralık patlak verdiğinde, Reis, Fehmi Koruyu çağırıyor..
Hemen Amerikaya gitmesini, Hocaefendi ile arasını bulmasını istiyor.
Fehmi Koru, bir kaç gün sonrası için THY uçağından yer ayırtıyor.
Reis, Durum çok vahim, Cumhurbaşkanlığına ait özel uçağa atla ve hemen git! diyor.
Koru, bu öneriyi kabul etmiyor, kararlaştırdığı tarihte gidiyor.
Ancak, Ankaraya eli boş dönüyor.
Uzlaştırma çabaları sonuçuz kalıyor..
Reis, 17-25 Aralıkı gerçekleştirenlere karşı başlattığı karşı operasyonlara hız veriyor.
Bir yandan da uzlaşma arayışlarını sürdürüyor.
17-25 Aralıkı izleyen aylarda, Reis, Amerikaya giderken, gazeteciler, havalimanında soruyor:
Amerikada Fetullah Gülenle de görüşecek misiniz?
Reisin, bu soruya yanıtı şöyle oluyor: Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi..
Hocaefendi tarafından, gök yüzünden sadece bomba yağdırılırdı, bunu iş işten geçtikten sonra fark edecekti.
Halen, Cumhurbaşkanlığı sitesinde duran o sözlerin devamı şöyle:
Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi,
Toprağa ne ekildi bitmedi,
Bu dünyaya kim geldi de gitmedi,
Hangi dert hangi sıkıntı bitmedi.
Belki de, sadece bunun için gidilmişti. Amerikada, beklenen buluşma gerçekleştirilemiyor.
Reis de Ankaraya eli boş dönüyor.
Açık hesaplaşma ondan sonra başlıyor.
Adım adım darbe girişimi günlerine böyle gidiliyor.
Anlaşılıyor ki;
Eğer, Hocaefendi ile uzlaşma çabaları sonuç verseydi, yağmur yağacak, yarıklar kapanacak, yeniden eski günlerine dönülecekti.
O zaman belki de bu kanlı darbe girişimi yaşanmayacaktı..
FETÖ, hain ilan edilmeyecek; itibarlı Hocaefendi olarak perde arkasından varlığını sürdürecekti.
Bu bir yazı/ tura oyunudur.
Bir yüzü kazanırken, diğer yüzü kaybeder.
FETÖ bir hain!
Tamam, bu konuda bir görüş ayrılığımız yok.
Ancak, benim, yanıtını aradığım soru şu:
Anladık, Hain olmak ağır bir suç, bunun mutlaka bir bedeli var. Peki, o hainle iş tutanların, iktidarı paylaşanların hiç mi suçları, günahları yok?...
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.