MALMÖ... Tükenmişlik Sendromu
Kimi gelir, kimi gider haber yok
Yürü yalan dünya sana ne deyim- Aşık Mahzuni
Sendromlar ülkesi İsveç,Stockholm sendromundan sonra, şimdi de, dünyada hızla yaygınlaşan Tükenmişlik sendromuna ev sahipliği yapıyor..
Stockholm Sendromu, 1970li yıllarda, bir banka soygunundan sonra yaşanan bir sendromun adıydı. Stockholmdeki bir soygunda rehin alınan banka çalışanlarıyla soyguncular arasında duygusal bir bağ oluşmuş, rehineler, birlikte geçirdikleri süre içinde banka soyguncularına psikolojik bir yakınlık duymaya başlamışlardı. Olayı inceleyen Psikiyatr Nils Bejerot, bu ruh haline Stockholm sendromu adını vermişti.
İsveçte hızla yaygınlaşan sendrom ise, adı daha önceden de bilinen Tükenmişlik sendromu… İleri aşamalarında intihar eğilimlerini de tetikleyebilen bu sendromu yaşayanlar, kendilerini dünyadan soyutluyor; yalnızlığın, umutsuzluğun ve tükenmişliğin kollarına terk ediyorlar…
Karin, (gerçek adı bende saklı), Malmöde görev yapan bir öğretmen. Çalıştığı okulda, öğrencileri ve arkadaşları tarafından sevilen biri. Meslekte 25 yılını doldurdu. Okullar Genel Müdürlüğü, 25 yılını dolduran öğretmenler için düzenlenen geleneksel bir törenle ona da de başarı ödülü verdi. Emekli olmasına daha 20 yıl vardı. Oturduğu ev kendisine aitti. Arabası yeniydi. Borcu yoktu. Sorunsuz biri gibi görünüyordu. Ancak, ödül töreninden sonra birden ortadan kayboldu. Bir hafta boyunca okula gelmedi. Telefonlara çıkmadı. Sonunda izini buldular. Ağır bir travma geçiriyordu. Rahatsızlığının adı, Tükenmişlik sendromuydu.
Stefan, bir şirkette başarılı bir elemandı.Yılın birçok ayını başka ülkelerde görevli olarak geçiriyordu. Son zamanlarda yorgunluk, bezginlik ve umutsuzluk belirtileri göstermeye başladı. Para kazanmayı, rahat yaşamayı anlamsız bulduğunu söylüyordu. Bir akşam, eşi, onu boş gözlerle tavana bakarken buldu. Sorulara yanıt vermiyor, sürekli susuyordu. Saatler sonra konuşabildi. Artık işe gitmek, çalışmak istemiyordu. Eski zamanların dervişleri gibi, köşesine çekilip sadece düşünmek istiyordu. Şirketteki görevini başka bir arkadaşına devretti: Yalnızlığına ve sessizliğine çekildi. Onun da sorunu Tükenmişlik sendromuydu.
Johan, emekli işçi; Ahmad, yaşamını sosyal yardım alarak sürdüren sığınmacı; Gabriella üniversite öğrencisiydi. Üçünün de raharsızlığı ortaktı; kendilerini yorgun, bitkin ve işlevsiz hissediyorlardı. Onların da tanıları aynıydı: Tükenmişlik Sendromu..
İsveçin ırkçı partisi İsveç Demokratlarının Lideri Jimmie Åkesson da Yalnızlık sendromuna yakalananlardan… Geçen seçimlerde, milletvekili sayısını 20den48e çıkardı. Politik başarısına karşın mutsuzdu. Duygusal biriydi. Irkçı partinin liderliğiyle örtüşmeyen masum bir yüzü vardı. İçinde kopmalar yaşıyordu. Parti içinde yükseldikçe, sanki gizli bir el, paçalarından tutup onu aşağıya doğru çekiyordu. Bir gün, kendisini bir paçavra gibi hissetmeye başladığını söyledi arkadaşlarına. Dramatik bir kararla parti liderliğini Mattias Karlssona bırakıp siyasetten çekildi. Ne politikanın çekiliciliği, ne partisinin seçim başarısı onun içindeki tükenmişlik boşluğunu dolduramadı. Jimmie Åkesson, tedavi sürecinde, ruhsal durumu şöyle anlattı:
Seçimlerden sonra parti olarak daha çok milletvekili çıkarmamıza karşın, kendimi iyi hissetmiyordum. Siyasal başarı, içimdeki yalnızlık ve tükenmişlik duygusunu gideremiyordu. Doktorlar, rahatsızlığımı Tükenmişlik sendromu olarak tanımladılar. Partiden ve politikadan bir süre uzak kalmam gerektiğine karar verdik. Seçim kampanyaları sırasında, bana ve partime yönelik ağır ırkçılık eleştirileri; stresli, yorucu seçim gezileri, aile ortamından sürekli uzak kalmak ruhsal dengemi bozmuştu. Bir iç çöküntü yaşıyordum. Partideki görevimi sürdürmek, sağlığımın daha da bozulması anlamına gelecekti...
İsveçte yaşanan çok sayıdaki sendromların bir bölümü ileri aşamalarında intihar eğilimlerini tetikliyor. İsveç, dünya intihar istatistiklerinin ilk sıralarında yer alıyor. Televizyonlar, gazeteler, intihar haberlerini yayımlamıyor. Biz kendi halimize yanıp duruyoruz ama, mutsuzlar ülkesi İsveçte insanların yüzü gülmüyor. Şaştım kaldım. Gelişmiş demokratik koşullara, geniş insan hakları ve özgürlüklere, ileri derecedeki ekonomik refaha karşın insanlar mutlu olamıyor. Halkının yüzde 80i ateist; sığınacakları bir tanrıları da yok…
Neyse, zülfüyare fazla dokunmadan konumuza döneyim:
Tükenmişlik sendromunun son kurbanlarından biri de bizim Murat. (Gerçek adı bende saklı.)
Murat, yaklaşık 5 yıldır Türkiyeye temelli dönmekten, Egede bir sahil kasabasına yerleşmekten söz ediyordu. Hepimizin böyle düşleri vardı. Onun bu isteğini sıradan buluyor, kayıtsızlıkla geçiştiriyordum. Geçen yıl, dönüş isteğini gerçeğe dönüştürdü. Önce, Türkiyeye gitmek istemeyen eşinden boşandı. Dönüş gerekçeleri kendince inandırıcıydı:
Ali kardaşım; git, Malmödeki Müslüman gömütlüğüne bir bak; çoğu, ülkelerine geri dönüş özlemiyle ölmüşler. Düşlerini gerçekleştiremeden boylamışlar tahtalı köyü. 40 yılı aşkın süredir İsveçteyim. Bir başarı hikâyem yok. Burada, keçinin kuyruğu gibi, ne kısaldım; ne uzadım. Geldiğim gün adım göçmendi, yine göçmenim. Yarın, torunlarım, Dede, Türkiyenin kötü günlerinde herkes haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, baskıya ve zulme karşı mücadele ederken; bu uğurda hapislerde sürünürken, işkence görürken, ölürken sen neredeydin? diye sorduklarında, verilecek bir yanıtım olmalı..
Onu yatıştırmak için, oportünist bir tavır izledim:
Bırak bu hamaset nutuklarını Murat. Madem bu kadar idealisttin, neden kaçıp geldin, ne işin vardı buralarda? Herkes, ülkeden çıkmanın bir yolunu arıyorken, sen Stockholm sendromuna yakalanmışçasına celladına karşı gidiyorsun. Gerçekçi ol biraz! İsveçin rahatlığı senin iliklerine işlemiş, terk edip gidemezsin; oralarda yapamazsın. Hepimiz için en doğrusu buralara hiç gelmemekti. Geldikten sonra buralarda kök salıyor insan, bir daha dönemiyor geriye…
Sözlerimi alaylı bir gülümsemeyle karşıladı; valizini alıp gitti. Söylediği gibi, Egedeki bir sahil kasabasına yerleşti, orada yaşamaya başladı. Günaşırı telefonlar açtı, bilgisayardan yazıştık. Düşlerinin çağırdığı yere gitmişti; mutlu olduğunu söylüyordu: Buralar cennet hocam; oraları bırak, buralara gel; buralara sana da iyi gelecek diyordu. İçindeki yanılsamayı farklı yansıtmaya çalıştığını nereden bilebilirdim. Oradaki akrabalarının, arkadaşlarının, Aklını peynir, ekmekle mi yedin; buralarda belanı mı arıyorsun! dediklerinden hiç söz etmedi...
Yanılmış olmayı ne çok isterdim. Daha bir yılını bile doldurmadan, Murat, tıpkı gittiği gibi, ansızın çıkıp geldi.
Yine kendince inandırıcı bir hikâyesi vardı:
Ülke yaşanmaz, tanınmaz hale gelmiş hocam! tümcesiyle özetledi orada yaşadıklarını… Geriye dönüşünü, yaşamaya başladığı bazı sağlık sorunlarına bağlıyordu. İsveçte tedavi gördükten sonra tekrar gidecekti. Kendini bu düşüncelerle avutmaya çalışıyordu. Biliyordum, Murat, en azından daha uzunca bir süre Türkiyeye dönmeyecekti. İsveçe geldikten sonra geriye dönemeyen ilk kişi değildi, sonuncusu da olmayacaktı.
Muratın ruhsal sağlığında bozulmalar olmuştu. Başka sağlık sorunları da vardı. Hastaneye telefon edip zaman ayırttık. Tedavi sürecinde onu yalnız bırakmadım. Doktorlar,Tükenmişlik sendromu dediler. Şimdilerde psikolojik destek alıyor, ilaç kullanıyor; sağlığı iyiye gidiyor.
Söylediklerimize kendimi de inandırabildim mi, bilmiyorum; söz verdik birbirimize; moralimizi güçlü, düşlerimizi canlı tutacağız. Güzel, güneşli günlerde Muratla birlikte döneceğiz ülkeye...
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.