Kurultay Notları; CHP Kritik Fırsatı Nasıl Kaçırdı?
CHP’nin henüz Kurultay sürecini yaşadığı, ilçe ve il kongrelerini yaptığı günlerde ABC’de yazdığım (5 Ocak 2018 tarihli) bir analizde, bu partinin siyaset ve muhalefet yapma tarzını tartışmış, bir dizi köklü eleştiri yöneltmiştim. Nitekim CHP, 3-4 Şubat 2018 tarihlerinde Ankara’da toplanan ve benim de gazeteci olarak izlediğim 36. Olağan Kurultayı’nda, ne yazık ki, bütün eleştirilerimi doğrulayan bir tablo sergiledi.
Kurultay sırasında, TELE 1 televizyonu olarak salondan gerçekleştirdiğimiz canlı yayınlarda sıcağı sıcağına yaptığım değerlendirmeleri kamuoyu ile paylaştım. Kurultaydan üç gün sonra, fazla gecikmemeye çalışarak kaleme aldığım bu yazıda, daha soğukkanlı bir değerlendirme yapmayı umarak, ortaya çıkan tabloyu maddeler halinde analiz etmeye çalışacağım.
Bu değerlendirme ve analizin, bir tercih ya da tutum deklerasyonu değil, bir durum tespiti olduğunu ifade etmeyi bir kez daha unutmadan, Kurultay hakkındaki görüşlerimi şöyle sıralayabilirim:
1. CHP kendisine oy veren geniş seçmen kitlesinin bekletisi olan Cumhuruyetin savunulması konusundaki kararsızlığını Kurultay’da da sürdürdü. Öyle anlaşılıyor ki, CHP, Cumhuriyetin kurumları ve kazanımlarını savunmayı, liberal ve gerici eleştirilerin de etkisiyle statüko bekçiliği, daha başka bir ifadeyle, devletin sicilindeki bütün kötülüklerin sorumluluğunun üstlenilmesi gibi anlaşılmasından korkuyor. Çünkü CHP’yi yöneten akıl da böyle düşünüyor. Bilimsel yaklaşımdan uzak, temelsiz ve mantık dışı bu anlayış, CHP’nin elini bağlıyor. Bu tutum, Kurultay'da da gözlendiği gibi utangaç, ikincikli ve kararlılıktan uzak bir siyasete yol açıyor.
2. CHP Kurultayı, Cumhuriyet’in (ondan geriye ne kaldıysa) yıkılmasının tamamlanması amacıyla, 2019’da yapılması gereken seçimleri de yeterince tartışmadı ve ülkenin kaderini belirleyecek bu tarihsel dönemece ilişkin bir mücadele stratejisi belirlemedi. Sahtekarlık ve hile ile malül 16 Nisan 2017 referandumunda halkın iradesine sahip çıkamayan CHP’nin olağanüstü bir döneme girilirken, olağan dönemlere özgü bir tutumla siyaset yapmayı sürdürmek konusundaki ısrarının onun en büyük zaafını oluşturduğu bir kez daha ortaya çıktı. Kurultay, AKP lideri Tayyip Erdoğan ve hükümetin, 2019 seçimlerine verdiği önemin farkında olmadığını gösterdi. Oysa Erdoğan, 2019 seçimlerini son yüzyılın yeni bir “kader anı” diye tanımlayarak, stratejik ve tarihsel önemine açıkça işaret edip, partisini ve taraftarlarını bu kavgaya hazırlıyor.
3. Bir siyasal parti ya da aktörün etkili, kalıcı ve sonuç alıcı olmasının, hatta varlık nedeninin ilk koşulu rakiplerinden siyasal, ideolojik, felsefi, sınıfsal ve kültürel farkını açık ve belirgin şekilde ortaya koymasına bağlı olduğu halde, CHP tam tersine bir rota izliyor. İslamcılar kadar Müslüman, milliyetçiler kadar millyetçi, neo-liberaller kadar piyasacı, ikinci cumhuriyetçiler kadar statüko karşıtı, ‘Yetmez ama Evet’çiler kadar ‘demokrat’ olduğunu kanıtlamaya çalışarak böyle bir fark oluşturulamaz. Kurultay’a da bu tutum ve üslubun egemen olduğunu saptamak gerekiyor. Çünkü, Kurultay’da siyaset, program, ideolojik perspektif ve dinci-faşizan bir diktatörlük kurmaya çalışan iktidara karşı izlenecek mücadele stratejisini tartışmak yerine, daha çok gündelik politikanın sorunları üzerinden ve çoğu derinliksiz konuşmalar yapıldı.
4. Genel başkan adayı Muharrem İnce’nin yaptığı konuşmanın, ideolojik ve teorik arka planı pek doldurulmasa da etkili olmasının nedeni, siyasal rakipleri ve iktidar partisi karşısında bir farklılık koymaya çalışmasındaydı. Herkesin daha ulusalcı bir konuşma yapmasını beklediği İnce’nin daha sol bir dili benimsemesi de böyle bir farkı oluşturma çabasıydı. İktidar vurgusu ve iktidara karşı radikal bir mücadele çizgisi izleyeceğinin işaretini vermesi de Kurultay’ı televizyonlardan izleyen yurttaşlar ve tribünlerdeki parti üyeleri üzerinde İnce'nin etkili olmasını sağladı. Ancak, saydığımız bütün bu üstünlüklerine karşın, İnce'nin kişisel bir hırsla hareket ettiği izlenimi yaygındı. Dahası, İnce'nin muhalefet stratejisinin de neredeyse Erdoğan ve AKP'ye "daha iyi çakmak" diye özetlenebilecek bir anlayışa dayandığı anlaşılıyordu. Nitekim İnce, seçimi kaybetmesine karşın ezilmedi ve hayli yüksek bir oy (447) aldı. Eğer İnce, “mükerrer imza” tartşmasından sonra, delegeleri de suçlayıcıları ikinci konuşmayı yapmasaydı, oy sayısı daha yüksek olabilirdi. (*)
5. Esas olan siyasal tartışma ve eylem programı üzerindeki çalışma yapılmayınca delegelerin parti için iktidar mücadelesine kilitlendiği görüldü. Öyle ki, yukarıda ifade ettiğimiz bütün eleştirilere karşın, beklenenin hayli ilerisinde bir siyasal yaklaşım ve mücadele programını ifade eden ‘Kurultay Sonuç Bildirgesi’ bile salonda tartışılmadı. Önemli bir siyasal metin olduğu halde kimsenin bu bildiriden haberi bile olmadı. ABC Gazetesi ve TELE 1 televizyonu dışında hiçbir medya organında yayımlanmadı. Divan üyelerinden birinin, salondaki Parti Meclisi yarışının karambolünde ve ‘monoton’ bir sesle okuduğu, dolayısıyla, bırakın tartışılması ve delegelerin katkı yapmasını, neredeyse kimsenin dinlemediği Sonuç Bildirgesi’nin partiye yön vermesi de çok zor görünüyor.
6. Durum böyle olunca; dünyada neo-liberal dalganın geri çekildiği, sol ve sosyal demokrat partilerde kamucu politikaların yeniden öne çıktığı koşullarda CHP, kendisini ideolojik ve siyasal bakımdan yenileme fırsatını da kaçırmış oldu. CHP’nin sosyalist ya da Marksist bir parti olmasını kimse beklemiyor. Böyle bir şey gerekmiyor da… Ama, CHP’nin daha kamucu, halkçı, devrimci, cumhuriyetçi, bağımsızlıkçı (yurtsever) ve demokratik bir parti olmasını beklemek de herkesin hakkı. Bu özelliklerin partinin simgesi olan 6 Ok’ta zaten bulunduğunu unutmamak gerekiyor. Ancak CHP’nin, “1930’ların dünyasını istemek” klişesiyle ifade edilen liberal-gerici eleştiriye fazlasıyla takıldığı, dolayısıyla bu ilkeleri utangaç şekilde ve somut politik karşılığı olmayan bir anlayışya savunduğu açık.
7. CHP, solculuğu ya da devrimciliği kültürel bir kategori sanıyor. Örneğin, hem piyasacı hem de solcu olunur diye düşünüyor. Bir toplantıda biraz Mustafa Kemal biraz da Deniz Gezmiş vurgusu yaptığınızda, özelleştirmeyi savunsanız da solcu olunabileceği gibi tuhaf bir yanılmasa içinde bulunuyor. Oysa, sınıfsal, siyasal ve eylem bağlamı olmayan, ideolojik ve felsefi arka planı kurulamayan bir solculuğun ve kamuculuğun olamayacağını bilmek gerekiyor. Bu durumu Kurultay boyunca gözlemlemek mümkündü. Söz alan bazı delegeler bol bol bu sol retoriği kullandı, salona asılan pankartlar ve afişlerde partide gerçek bir karşılığı olmayan sloganlar sıkça kullanıldı.
8. Oysa, söz konusu bildirge taslağı daha önce ilçe ve il kongrelerinde tartışılarak örgütün iradesi arkasına alınabilir, Kurultay’ın ilk günü parti lideri ya da divan başkanı tarafından okunarak delegelerin tartşmasına ve katkısına açılabilirdi. Örneğin Avrupa Birliği maddesi gibi konularda daha farklı bir tutumun takınılması sağlanabilirdi. Böylece Kurultayın gücünü de arkasına alarak bütün parti üyelerinin ortak tutumunu ve iradesini yansıtması sağlanabilirdi. Sonuç Bildirgesi ancak o zaman güçlü ve yön gösterici bir mücadele programı işlevi görebilirdi. Bütün eksikliklerine karşın ve CHP’nin izlediği yakın dönem siyaset göz önüne alındığında ortaya iyi bir metin çıkarılmış olduğu halde, ne yazık ki, Kurultay’da bu fırsat da kaçmış görünüyor. Umarız, bu konuda yeni parti yönetimi tarafından etkili bir hamle yapılarak söz konusu bildirge öne çıkarılır.
9. Parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Kurultay’da yaptığı konuşmada, bugüne kadar izlediği muhalefet ve siyaset tarzını tekrarlamakla birlikte, önceki tutum ve konuşmalarına göre daha kararlı ve sert bir üslubu benimsediği gözlendi. Bu durum, yasal durum gereği 2019’da yapılacak ve ülkenin kaderi üzerinde köklü bir rol oynayacak seçimlerde daha farklı bir muhalefet tarzı izleneceğinin işareti gibi görülebilirdi. İktidara doğru ve yerinde eleştiriler yönelten Kılıçdaroğlu, katıldığı seçimleri kaybeden bir lider olmanın yüküyle kurultaya girdiğinin farkındaydı. O nedenle, yeni dönemde bir kazanma iradesi oluşturmak istediği anlaşılıyordu. Ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda yeni bir yaklaşımı ortaya koymaktan uzak bir kurultay yapıldı.
10. Kurultay tamamlandığında hiç kimse tatmin olmamıştı. Kılıçdaroğlu’nun liderliği hiç olmadığı kadar tartışılmış, genel başkanlık yarışı 447’ye karşı ancak 790 oyla kazanılmıştı. Donanımsız ve hazırlıksız olmasına, güçlü bir ekibi ve kadrosu bulunmamasına, ortaya bütünlüklü bir siyasal program ve mücadele hattı koymamasına karşın Muharrem İnce’nin bu kadar etkili olması, partideki değişim arayışının bir sonucuydu. Kılıçdaroğlu da, önümüzdeki dönemde CHP’yi daha etkili ve başarılı bir parti haline getiremediği takdirde, liderliğinin sürekli tartışılacağını anlıyor, koltuğunun korlanacağını görüyordu.
11. Sonuç olarak Kurultay’da parti kendisini tekrarlamış ve zaten fazlasıyla eleştirilen siyaset ve mücadele çizgisinde patinaj yapmıştı. Bunun yol açtığı acı bir tat hemen herkesin dudaklarındaydı. Bütün umut, yeni seçilen parti yönetiminin kendisini tekrarlama hatasına düşmeden yeni bir siyaset ve mücadele programını, eylem ve söylem tarzını benimsenme olasılığına ertelenmişti. Ancak, bu olasılığı zayıf görenler, 3-5 ay sonra bir “olağanüstü kurultay” toplanma olasılığını, daha 36. Kurultay devam ederken, salonda açıkça ifade etmeye, bu görüşünü bizimle paylaşmaya başlamıştı. Bu durum, parti içi mücadelenin yeni bir aşamaya sıçrayacağını, arayışın devam edeceğini gösteriyordu.
12. Dolayısıyla, yeni parti yönetimi önümüzdeki dönemde daha başarılı bir profil vermek ve siyasal pratik sergilemek istiyorsa, CHP’nin örgüt içi mücadeleyi askıya almasını ve bütünlük içinde zorlu bir politik mücadeleye hazırlanmasını sağlaması şarttır. CHP’nin yeni yönetiminin bu dönemdeki önemli diğer görevlerinden biri de, parti programını halkçı ve kamucu bir perspektifle yeniden ele almak, Sonuç Bildirgesi’nin ışığında yeni bir mücadele ve eylem hattı kurmaktır. Bu amaçla, parti içi demokrasiyi genişleten tüzük değişikliğini hazırlayıp en kısa zamanda “olağanüstü tüzük kurultayı” toplamak da yeni yönetimin kısa vadeli işlerinden biri olmalıdır.
Türkiye’nin AKP eliyle dinci-faşizan bir diktatörlüğe doğru sürüklendiği bir tarihsel dönemeçte CHP’nin bu gidişi durduracak en büyük potansiyele sahip tek örgüt olduğunu unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla CHP’nin, siyasal programı ve izlediği muhalefet tarzından bağımsız olarak, taşıdığı önem de buradan kaynaklanıyor. Bu nedenle, siyasal yelpazenin neresinde bulunursanız bulunun, CHP’ye kayıtsız kalmak mümkün değildir. Özellikle solda olanların (parti, grup, aydın vb) CHP'nin sınıfsal karakteri ve 'müesses nizam' ile ilişkilerini unutmadan, bu partinin gericiliğe ve faşizme karşı mücadelede oynayacağı nesnel ve pozitif rolü hesaba katması gerekiyor. Bu nedenle sosyalist solun, CHP ile devrimci eleştiri-dostluk diyalektiğinin belirlediği bir ilişkiyi kurmasında yarar bulunuyor.
(*) Tüzük gereği, genel başkan adaylığı için delegelerin yüzde 10’nun imzasını taşıyan bir önergeyle başvuru zorunluluğu bulunuyor. Bu durumda 127 delegenin imzası gerekiyor. Kurultay'da, divana verilen genel başkan adaylığı önergelerinde 49 delegenin hem İnce’nin hem de Kılıçdaroğlu’nun dilekçesine imza attığı, bunlar düşüldüğünde İnce’nin imza sayısının 115’te kalarak adaylık için yeterli sayıya ulaşamadığı açıklandı. Ancak, duruma Kılıçdaroğlu müdahale etti ve ince divan kararıyla aday oldu. Seçimde İnce’nin 447 oy alması, imzaların mükerrer olmadığını ve bazı delegelerin baskıyla diğer önergeye de imza attığını ortaya koydu.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.