Fedora
Önümüzdeki haftadan itibaren “Hatırlatma Sanatı” isimli bir yazı dizisine başlama niyetindeyim. Öncesinde hayranı olduğum yönetmen Billy Wilder’ın sondan ikinci filmi olup, Fellini’nin 'Kadınlar Kenti' misali kendi filmlerini ve geçtiği dünyayı kısaca yeniden hatırlayan ve hatırlatan filmi Fedora'ya (1978) dair birkaç kelam etmek istedim.
Filmin yazar ve yönetmeni Billy Wilder, 1906 Avusturya doğumlu olup Viyana ve Berlin’de gazeteci ve senarist olarak geçen bir gençliğin ardından, Nazilerin gelmesiyle çalan tehlike çanlarını hissederek önce Paris’e oradan da Amerika’ya göçmüştür. Bu onun 2002’ye kadar süren uzun hayatının da anahtarı olmuştur. Zira Yahudidir ve kendisi gibi Amerika’ya göçen kardeşi hariç yakınlarını Holokost’ta kaybetmiştir. 30larda Hollywood’da senaryolar yazmaya başlamış, 40lardan itibaren ise yazdığı senaryolara edilen müdahalelere dayanma gücünü yitirerek yönetmenlik zanaatine de el atmaya mecbur kalmıştır. İlk filmi The Major and the Minor (1942)’den son filmi Buddy Buddy’ye (1982) kadar çektiği yirmi altı film olup, en ünlüleri Sunset Bulvarı (1950), Bazıları Sıcak Sever (1959) ve Garsoniyer’dir (1960). Fedora ise Hollywood’a adeta bir veda mektubudur.
Film bir kadının, arkasından "Fedora!" diye bağırılırken gelen trenin altına atlayarak intihar etmesiyle başlar. Anna Karenina’nın sonu düşünüldüğünde bu başlangıç epey manidardır. Zaten filmin protagonisti William Holden’in oynadığı yapımcı Barry "Dutch" Detweiler tam da bu amaçla, modern bir Anna Karenina filmi yapmak, başrolde de Fedora isimli bu eski Hollywood yıldızını oynatmak için Korfu adasına gelmiştir. Zira Fedora film çekmeyi yıllar önce bırakmış ve kendini yaşlı Kontes Sobryanski ve uşaklarıyla beraber bu adaya hapsetmiştir. Üstelik altmış küsür yaşında bir kadına göre oldukça genç görünmektedir.
Filmin ilk yarısı Dutch’ın gözünden Fedora’nın gençliğine gidip gelen flaşbekler, bir yandan da kadının dengesiz ve aklı melekelerinin yerinde olmadığını gösteren tavırlarıyla geçer. Fedora filmde oynamak istemekte ama kontes, uşağı ve doktoru, karşı çıkmaktadır. Fedora’nın Dutch’ı bir kaçış bileti olarak gördüğünü anlarız. Bu eski film yıldızının kontes tarafından bir anlamda rehin tutulduğu aşikardır ama bu durumun nedeninin anlaşılması için cenazesinin beklenmesi gerekmektedir.
Orada Dutch, karanlık gerçeği öğrenir. Kontes olarak gördüğümüz kadın aslında Fedora’nın kendisi, tabutun içindeki de onun kızıdır. Fedora gençleşmek için Viyanalı ‘mucize doktor'una yaptırdığı ameliyatların birinde felç kalmış, yıllarca görmediği gayrimeşru kızını kendi rolünde oynatarak “legend”ini (efsanesini) sürdürmeyi ummuştur. Kızımızın, hayatının annesinin ölümsüz personasına kurban gitmesinden ötürü, delirmesi normal olduğu gibi, intiharı da bir anlamda bedeninin gecikmiş ölümüdür.
Böylelikle artık kontes rolüne bürünmuş olan bir zamanların Fedora’sı tam da istediği gibi genç bir vücutla, açık bir tabutta hayranlarına veda etmeye muvaffak olmuş, dahası bu sahneyi seyretmek kendisine nasip olmuştur. Zihninde yarattığı Fedora o denli tanrısaldır ki, bu hayat dramını oynamak bir değil, iki aktrise düşmüştür.
Film, geçmişe gel-git sekanslarıyla, Billy Wilder’ın kırk yıllık Hollywood macerasının içinde gezinir. Yönetmenin diğer çoğu filmine oranla dramatik ve felsefi bir anlatı takdim eder. Neticede Dutch, çekmeyi planladığı Anna Karenina hikayesinin son derece grotesk bir uyarlamasını kendisi yaşamış olur. Merhumenin cenaze defterine imzasını düşüp, “kontes”in elini öperek adadan ayrılmasıyla hikaye nihayete erer.
Tavsiye:
Charlotte Chandler, Billy Wilder (trc. Can Madenci), Plato Film Yayınları, 2007.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.