Pamir Şen
Pamir Şen - Yazar

Osmanlı Tarihini Dönemlere Ayirmak

     Tarih bilimi ister istemez dönemlendirmelere ihtiyaç duyar. Öyle ki bugün hala geçerliliğini koruyan, İlk Çağ, Ortaçağ, Yeniçağ ve Yakın Çağ terimleri, en geniş anlamıyla yazının bulunmasından içinde bulunduğumuz günlere kadar tarih sınıflandırmaya yarar. Elbette tüm dönemlendirmeler tenkide açıktır veya bir çağın nerede bittiği, nerede başladığı, tarihçinin hangi olguları öncelikli gördüğüne göre değişiklik gösterebilir. Örneğin Ortaçağ'ın bitişini Türkler çoğunlukla İstanbul’un fethine endekslerken, Amerika’nın keşfi dünya çapında daha kabul gören bir tarihtir, ama elbette ona da itirazlar vardır.

     Osmanlı tarihini dönemlendirmek kolay değildir ve her dönemlendirme hatalar barındıracaktır. Ancak altı yüz senelik bir hanedanın hakimiyetinin dönemlendirilmeme şansı yoktur. Zira bu uzun saltanat döneminde sadece Türkiye değil, dünya da çok değişmiştir ve içerideki değişimini tartışırken haricin değişimini göz önüne almamak olmaz.

     Farklı dönemlendirmelerin hemen hepsinin buluştuğu ortak görüş, Kanuni döneminin bir tür "altın çağ" olduğudur. Buna itiraz edenler, birçok sorunun bu dönemde başladığını söyleseler de, dışarıdan bakıldığında bu dönemin yine de parlak olduğunu reddedemezler. Zira bu dönem devlet en geniş sınırlarına henüz gelmemiş olsa da ihtişamının zirvesindedir. Sultan Süleyman hem at üstünde sefere gitmekte -seferde kaldığı süre mütedeyyin kesimce epey abartılmış olsa da- hem de devletin temel kurumlarını oturtmak için kanunlar düzenlemektedir. Rodos ve Budin fethedilmiş, Viyana kuşatılmıştır. Avrupalılar Türklerin hükümdarından “muhteşem” sıfatını esirgemezler. Jane Hathaway konuyla ilgili bir makalesinde bu dönemin hafızalarda, Abbasi Halifesi Harun Reşid’inki gibi mistik bir havaya büründürüldüğünü yazar. Bugün hala “duraklama” olarak anılan zamanın böylesi bir zirveden sonra gelmesi tesadüf değildir.

     Kanuni dönemi kadim düzenin altın çağıysa, bir diğer mihenk noktası olarak da Tanzimat, yani devletin modernleşme/batılılaşma yolunda kesin bir kararlılıkla harekete geçmesi, bunu devlet politikası haline getirmesi alınabilir. Ancak burada, modernleşmeyi prensipte veya yöntem olarak reddedenlerle onu benimseyenlerin ihtilafa düşmesi durumu görülür. Zira batıya benzemenin, imparatorluğun sonunu getiren esas neden olduğunu savunanlar vardır. Tam karşısında ise, Osmanlı’yı 19. yüzyılda yeterince hızlı ve radikal şekilde modernleşememekle itham eden, “Kemalist” veya “modernist” olarak adlandırılabilecek grup vardır. İki grubu birer otopsi uzmanı rolünde görecek olursak, imparatorluğun “ölüm sebebi”ne taban tabana zıt iki rapor yazacakları kesindir.

     Iki zıt görüşün uzlaştığı bir nokta varsa, o da 1566 (Süleyman’ın ölümü) ile 1826 (Yeniçeri Ocağının imhası) arasındaki dönemin “günah keçisi” ilan edilmesidir. Ilk gruba göre devletin kuruluş ideolojisi olan “gaza” ruhunun kaybıyla Osmanlı, onu Osmanlı yapan değerlerden kopmuştur. Bu değerlerin başlıcası olan fetih siyasetinin artık eskisi gibi sürdürülemez olmasıyla sınırların genişlemesinin durması, bir “duraklama” işaretidir. Öbür gruba göre ise Batı medeniyeti, Rönesans, Reform ve bilim devrimlerini, en sonunda sanayi inkılabını gerçekleştirirken yerinde sayan Osmanlı, adeta tortuya bulanmış, Ortaçağ’da kalmış bir devlettir. Bağnazlığın neden olduğu bu duraklama, imparatorluğu yıkılma noktasına getirmiş, bu noktada II. Mahmut’la başlayan ıslahatlar “geç kalmış tedavi” işlevi görmüştür.

     Ancak gerileme paradigması 1960'lardan beri sorgulanmaktadır ve günümüzde en azından yerli-yabancı Osmanlı tarihçilerinin ekseriyeti nezdinde itibarını kaybetmiştir. Bunun iki temel nedeni vardır. İlk olarak, Batı modernleşmesinin dışında kalmış dünyanın çoğunu teşkil eden nice ülkeyi “geri kalmak”la itham edebilmek mümkün değildir. Emrah Safa Gürkan’ın Bunu Herkes Bilir’de de yazdığı gibi ortada ekstrem bir ilerleme gösteren Avrupa, ve onun çevresinde kalan dünyanın geri kalanı vardır. Geri kalan dünyanın XIX. yüzyıl boyunca adım adım Batı’nın siyasi veya ekonomik etki alanına girmesi, bu ülkelerin okumuş kesimine “neden böyle oldu?” sorusunu sordururken, cevap olarak kendilerinin geri kaldığı sonucuna varmışlardı. Osmanlı Türkleri de batılılaşmayı bir lüks değil, zaruret haline gelmesinden sonra benimsendi. Islahatlar adeta hayatta kalma içgüdüsünün sonucuydu.

     Gerileme paradigmasının reddinin ardındaki ikinci sebep ise, fetihler seyreldiği halde, XVII. yüzyıldan itibaren okuryazar oranının görece artması, askeri teknolojilere uyum sağlamaktaki isteklilik ve performans bakımından düşünüldüğü kadar yerinde sayılmıyor olmasıdır. Köprülüler devrinde imparatorluk Batı’da ilerleme kabiliyetini yeniden kazanmıştı. 1683 Viyana Kuşatması bozgunla sonuçlandı ve sonrasında Belgrad kaybedildi ama XVIII. yüzyılın başlarında geri de alındı. 1730'larda ilk Türk Matbaası faaliyete başladı. Lale devri olarak anılan dönem, Batı’ya o kadar da kapalı bir toplum olunmadığını gösteriyordu. III. Mustafa’dan itibaren köklü ıslahat çalışmaları başladı, bunlara Yeniçeri ve Ulema direniş gösteriyordu ama direniş olabilmesi için ortada bir siyasetin de olması gerekirdi ve yenilikle mücadele eden grupların ortaya çıkması bize mahsus değil. XIX. yüzyılda İngiltere’de tekstil işçileri, “işlerini ellerinden alan” makinelerle adeta savaş açmıştı.

     Bu faktörler gözönüne alındığında Osmanlı tarihinin alışılageldik dönemlendirmesinin sorgulanması gerektiği açıktır. Burada Linda T. Darling’in 2002’de ortaya attığı yeni bir dönemlendirmeden bahsetmek istiyorum. Buna göre Osmanlı tarihi "Genişleme Dönemi" (1300-1550), "Konsolidasyon/Pekiştirme dönemi" (1550-1718) ve "Değişim dönemi" olmak üzere üç ayrı başlık altında incelenebilir. Bu isimlendirme, "yükselme" ve "gerileme" gibi değer yargısı içeren tanımlara daha soğukkanlı alternatifler getirdiği gibi, Darling’in de ifade ettiği üzere imparatorluğun tarihini Avrupadaki ve Dünyadaki gelişmelerle paralel olarak incelemeyi kolaylaştıracaktır.

     Darling’inki gibi başka alternatifler üretilebilir. Ancak mevcut paradigmanın sorgulanması, gerekli olmakla beraber, şimdilik sadece akademik ortamla sınırlıdır. Halkın geneli için ise siyasi söylemlerin ve duygusal hamasetin yönlendirdiği, herkesin bir şekilde memnun olduğu geleneksel anlatılar, hükmünü korumaktadır. Bu durumu olumlu yönde değiştirebilecek bir eğitim reformunu ise, maalesef ufukta göremiyorum.

Kaynaklar ve Tavsiyeler

Linda T. Darling, "Another Look at Periodization in Ottoman History," The Turkish Studies Association Journal 26, no. 2 (Fall 2002): 19-28, accessed at https://www.jstor.org/stable/43383654.

Emrah Safa Gürkan, Bunu Herkes Bilir: Tarihte Yanlış Sorulara Doğru Cevaplar, (Kronik Kitap, 2020)

Jane Hathaway, "Problems of Periodization in Ottoman History: The Fifteenth through the Eighteenth Centuries," Turkish Studies Association Bulletin 20, no. 2 (Fall 1996): 25-31, accessed at https://www.jstor.org/stable/43384563.

Toplam 4664 defa okunmuştur.

Pamir Şen diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.