Otuz saniye…
Son birkaç senede hayatımıza, daha doğrusu gündelik hayatımıza pek çok yeni ‘fenomen’ dahil oldu. Bunlardan biri de TikTok ile başlayan kısacık ‘reel’lerle geçen saatler. Doğrusu bu tarz içerikler on yıl önce de Vine adı verilen platformda sergileniyordu ama epey sınırlı bir kitleye hitap ediyordu. TikTok belki pandeminin de etkisiyle hacimli bir ivme yakaladı. Bu yeniliğe burun kıvıranlar için Instagram yoluyla bir tür ‘tedricen fetih’ vakası yaşandı ve nihayetinde hepimiz durmaksızın kaydırır olduk.
Esasen sırf reel olsun diye üretilen içerikler ve bunları yayınlayarak geçimini sağlayan içerik üreticiler de olduğu halde, parmağımız altından geçenlerin önemli bir kısmı bir film, dizi veya video gibi uzun içeriklerin kırpılmasıyla ortaya çıkarılıyor. Yani reel olmayandan reele bir ‘devşirme’ durumu söz konusu.
Peki bu devşirme sırasında neler kaybediliyor? İnsanların odak sürelerinin kısaldığı ve yirmi saniyeden uzun hiçbir şeye konsantre olamadığı gibi lafları aramızda epey ediyor, belki durumu biraz abartma isteği de duyuyor olsak da, bu dikkat meselesinde uzmanlık alanım olmadığı ve yeterince bilimsel-akademik çalışmayı elimin altından geçirmediğimden, susmayı tercih ediyorum.
Ancak bir başka husus var ki, kanımca daha bile önemli. İçeriğin bağlamdan koparılması. Bir film veya video, tamamı tüketilsin diye üretilir. En azından sonrasında onu değerlendirecek ve yorumlayacak olanların, tamamını tüketme şartını yerine getirdikten sonra bunları yapması beklenir. Bilhassa YouTube içeriklerinin veya televizyonda yayınlanan kurmaca olmayan içeriklerin reele devşirilmiş hali, bu konuda sıkıntılı bir durum yaratır. Herhangi bir zatın belki bir saat boyunca yaptığı bir konuşmada geçen otuz saniyelik -mümkünse en sansasyonel- kısım, aniden herkesin önüne düşmeye başlar, üstelik ekseriyetle bu reeli alıntılayanların yorumlarıyla beraber. Eğer ortada tartışma yaratabilecek veya ‘birilerini incitebilecek’ bir konu varsa, videoda konuşan zat tahmin edilemez bir hızla ‘linç edilir’.
Bir metin, ister sözlü ister yazılı olsun, bir bütündür. Haliyle herhangi bir kesitin asıl kaynağını incelemeden onun hakkında yorum yapmak hem tembellik hem de tabiri caizse insafsızlıktır. Ancak her gördüğümüz kesitin ana kaynağına giderek tamamını izleyip yorumumuzu ondan sonra yapmak -boş gezenin boş kalfası olsak bile- imkansızdır. Zaten çoğu insan o fikrin doğruluğunu tartışmak için yorum yapmaz. Videosu kırpılmış zata karşı sahip olduğu önyargıların doğrulanması yeterlidir. Birisinin ırkçı olduğunu düşünüyorsak, doğrulamaya programlı zihnimiz yeterli doneyi zaten toplamaya hazırdır. Hele doğrulayıcı materyali devamlı önümüze seren bir servis varsa, işimiz daha da kolaylaşır.
Görür görmez yorum yapmanın cazibesinin ardındaki bir diğer neden, bu konudaki düşüncemiz üzerinden kendi ideolojik-sosyal-siyasi konumumuzu gösterme arzusudur. “Ben böyle düşünmüyorum, bakın ben ne düşünüyorum?” diyerek upuzun bir ‘flood’ döşemenin çekiciliği dürüst olmak gerekirse beni de nice defalar karanlık tarafa geçmeye itti.
Peki bunun ne mahsuru var? diye soracak olursak birkaç cevap verilebilir. Öncelikle insanlar, hak etmedikleri durumlarda lince maruz kalabiliyorlar. Dahası bu linç kampanyaları o kadar hızlı başlayıp, bitip, sıradaki kurbana yöneliyor ki, bir yerden sonra caydırıcılığını da yitiriyor ve kurunun yanında yaş yanarken, yaşın yanında kuru unutuluyor.
İkinci bir mesele, gündemin çok hızlı değişiyor olması, bu yukarıda söylediğim unutulma meselesini de beraberinde getiriyor. Dahası herkese ilgi alanına göre materyalin sunulup hem tüketime, hem de onu kullanarak kolay yoldan içerik üretmeye daima hazır bir gündem sunuluyor. Bu gündem de epey parçalı. Yani benimle yanımdaki kişinin gündemi -belki seçim, deprem gibi olaylar hariç- neredeyse hiç aynı olmuyor. Farklı uçurtmaların peşinden gittiğimiz bir günün ardından konuşacak hiçbir şey bulamayabiliyoruz. Benim gündemim onu, onun gündemi beni ilgilendirmiyor.
Neticede hem bireylerin rahatlıkla ‘onu ima etmedikleri’ durumlarla karşı karşıya gelip olmadık nedenlerle milletin ağzına sakız oldukları, hem de bir topluluğu toplum yapan ortak gündem elementinin ortadan kalktığı bir tür ‘simülasyonlar’ serisine hapsolmuş haldeyiz. Belli başlı ortak sorunlar gündeme bir girip bir çıkarak nöbet değiştirseler dahi, asla toplumun tümünün veya en azından çoğunluğunun ortak gündeminin parçası haline gelemiyorlar. Bu nedenle kamunun eşzamanlı tartışıp çözüme ulaştırmaya hiç değilse gayret edeceği birtakım sorunlar, elden ele dolaştırılarak fiiliyatta yok sayılıyor. O sorunların mağdurları ise mağdur olmaya devam ediyorlar.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.