Tuğrul Keskin
Tuğrul Keskin - Çocuklara kıymayın efendiler

Çocuklara kıymayın efendiler

Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.

Nazım Hikmet, Bulutlar Adam Öldürmesin adlı şiirinde, çocukların hayatı üstünden karanlık planlar yapan efendilere böyle sesleniyordu. Zamanla çocuklara kıyma biçimleri değişse de, hayatı karartılanların çocuklar olması gerçeği hiç değişmedi. Zamanın ilerliyor olması, “çağdaşlaşıyoruz” anlamını da taşımıyor yazık ki. Tam tersine çok daha sıkıntılı bir geleceğe kapı aralıyor. Kurşunlarla yok edilen çocukların yerini, okullarda geleceği karartılan ve karartıldıkça da aslında görünmez insanlara dönüşerek yok olan çocuklar alıyor.

Bir kuşağın (neslin) dünyalı (seküler) değerlerle yetişmesini, okur/yazar olmasını, okuduğunu anlamasını sağlamak kimin görevi acaba, yalnızca ailenin mi? Böyle olmasa gerekir fakat bütün bu eğitimsel sorunlar, gündelik politikanın kıskacında ve geleceği berbat etmek üstünden yürüdüğü için şimdilerde, okuduğunu anlamayan çocuklar yetiştiren bir sistem, yazık ki geleceği, geleceğimizi de yok ediyor.

Hatırlar mısınız? 2010 yılında muhalif her duruşa, sözde çağdaşlaşma dersi vererek, deyim yerindeyse “eze eze”  başlatılan ve pek övülüp, çok bütçe ayrılan bir FATİH projesi vardı. Bu projeyle okullar, tablet bilgisayar, akıllı tahta vs. ile donatılmış ve sözde çağdaş nesiller yetiştirilmesinin ilk ve büyük hamlesi böylece gerçekleştirilmişti!

Geçenlerde bir gazetede bu projenin hüsrana uğramış sonuçlarını okuyunca içim burgaçlandı. Demek ki bir nesli teknolojinin olanaklarıyla buluşturmak, çağdaş kavrayışlar yaratmak için yeterli değilmiş. Seküler, tarihsel, kültürel alt yapıdan yoksun bırakılan nesiller, dışarıdan ithal edilen teknolojiyle milli bir nesil olamıyormuş.

Bunları yazarken eğitim politikalarını bir eğitimci edasıyla eleştirmek niyetinde değilim, zaten eğitimci de değilim. Eğitilmiş, okuduğunu anlayan, bir sanat yapıtına tepki verebilen bireyin değerinin altını çizmek ve yazılan şiirleri, edebiyat metinlerini kavrayabilen bir gençlik beklentimden ötürü bu kaygı… Ve sanırım uyarmak da bizler gibi insanların görevi olsa gerek.

Nesillerin nasıl yetişeceğine karar veren mekanizmanın da en tepesinde tek başına oturan “başyüce”miz, dünya sıralamasının ilk beş yüzünde bir tek üniversitemizin bile bulunmamasını, sanki ülkeyi başkaları yönetiyormuş da, o da muhalefet ediyormuşçasına üzüntüyle anlattı geçenlerde. Fakat liselerin, o liselerden çıkıp üniversitelere giden öğrencilerin içler acısı durumundan hiç söz etmedi. Üniversitelerin içine düşürüldüğü durumdan, üniversitelere yeni başlayan öğrencilerin (hatta üniversite öğrencilerinin) bir şiiri yahut bir edebiyat metnini yorumlamakta, anlamakta ne kadar eksik kaldığından söz etmedi zaten bu kısım başyüce’nin işleri arasında değil. Onun işi, kendi yaptıklarını eleştirirken bile, kendisini yüceltmekti. Böylesi bir ortamda aydınlık bir gelecek nasıl inşa edilebilir ki?

Bir tablet vererek, akıllı tahta sahibi yaparak, çağdaş bir nesil yetiştirebilir misiniz? Ders kitaplarında evrim teorisini inkâr edip, yaşadığımız çağın tamamen dışında bir öğretiyi esas alıp, sonra bundan şikayet etmek de olacak bir iş değil elbette.

Sözgelimi 10. sınıflar için “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi” kitabında; “Şiirler inanç, ahlak, dürüstlük ve benzeri konularla ilgili olarak yazılmış, İslam inanç ve ahlakına uygun düşmeyen edebiyat türlerinden kaçınılmıştır…” diye öğretip, edebiyat, şiir alanında gelişebilecek bir çocuğa görünmez sınırlar çizerek, özgür ve yaşamın bütün haksızlıklarına karşı şiir söyleyen, direnen, mücadele eden bir şair, yahut aklın bütün olanaklarını kullanarak kurgular yapan, bunu hayatla buluşturan bir romancı, öykücü çıkmasını nasıl bekleyebilirsiniz?

Yine aynı kitabın bir başka sayfasında müziğe ilişkin olarak “İslam dini musikiyi yasaklayan bir tutuma sahip değildir. İslam’ın musikiye bakışı ve diğer sanatlardan beklentisi dinin öğretileriyle ters düşmemesidir. Musikinin Allahtan (c.c.) uzaklaştırmayan, iyiye ve güzele yönlendiren bir yapıda olması temel kuraldır…” böylesi bir yönlendirme ve evrim teorisine açılmış bir savaş ortamının varlığı da düşünülünce, çağını yorumlayabilen bir müzisyen, yahut başkaca alanlarda uluslararası düzeyde sanatçılar, bilim insanları nasıl çıkabilir ki?

Şöyle düşünün; her evde büyüyen çocuk değerlidir kuşkusuz. Her aile, çocuğu eğitirken yanlışları, doğruları uzun uzun tartar. Hangi şeyin nasıl sonuçlanacağını önceden hesaplamaya çalışır. Bizim evimizde de pek düşkün olduğumuz bir kızımız var; Asya Şiir. Daha iki yaşında. Onun neler öğreneceği, ne yiyeceği, nasıl oynayacağı en ciddi sorunumuz, çünkü onun iyi eğitilmesini, iyi bir yurttaş olmasını istiyoruz ve bunun için de onun çağının gerçeklerinden kopmadan bir eğitim alması için çabalıyoruz. Ne yazık ki devlet baba bizler, yani sıradan babalar gibi davranamıyor ve devletin çocukları daha işin başındayken kaybedenler kulübünün üyeleri oluyorlar.

Biliyoruz ki bu çocuklar hepimizin ve onlara çizilen görünmez sınırlar, hepimizi içine çekip yutan kara deliklere dönüşüyor… Çok kıydınız hayli zamandır. Artık usanın, utanın; çocuklara kıymayın efendiler!

Toplam 1666 defa okunmuştur.

Tuğrul Keskin diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.