Yoksulluk eken öfke biçer
Yirminci yüz yıl edebiyatı büyük oranda insan eğmeği ve direnişi üstünden yürüdü. Tarlada, fabrikada, sırada direnmek! Romanlar bunun için vardı, şiirler emeği yüceltmezse olmazdı, zaten insan asla boyun eğmezdi!
Nitekim bu direniş fikri ve edebiyatı, büyük Ekim Devrimi’yle eyleme dönüştü ve Sovyetler kuruldu. O yüz yılın değer yargısı içinde belirleyici olanlar; onur, boğun eğmemek, emeğe saygı, hakkını almak için isyandı!
Aradan yüz yıl geçti. Ne oldu bu yüz yılda, İnsan neden bunca savruldu, değişen ne? Çelişkiler mi yok oldu? Baskı, zulüm görmüş, ötelenmiş, hakkı gasp edilmiş insanlar, yani bu dünyadan eşit hakkı olanlar ve alamayanlar, adil bölüşüme mi sahip oldular?
Niçin edebiyat insan emeğini yüceltemiyor, haksızlığa boyun eğmemeyi erdem olarak görmüyor artık! Göstermelik metinlerden söz etmiyorum ama gerçekten ve en içten, dipten gelen dalgayı öven edebiyattan, şiirden söz ediyorum. Hatta övmek şöyle dursun, bu dipteki dalgayı tetikleyen edebiyattan, devrimci edebiyattan söz ediyorum!
İstatistiki veriler gösteriyor ki, dünyadaki servet dağılımı 20. yüzyılın başından çok daha kötü, çok daha mahvedici bir noktadadır.
Sözgelimi Oxfam (bir İngiliz kuruluşu) bugünlerde bir rapor yayınladı. Bu rapora göre en zengin 26 (yir-mi-al-tı) kişinin serveti, dünya nüfusunun yarısına eşit (üç milyar sekiz yüz milyona). Oxsfam, Forbes ve Credit Suisse’in verilerine dayandırmış bu raporunu. Raporun sonuçları gerçekten korkunç! Dünyayı sarsan, hatta gittikçe yok eden bu büyük haksızlık dalgasının savuruşları arasında edebiyat ve şiir nasıl yol gösterici olamaz! Küçümseme mi, uzlaşma mı, bıkkınlık mı, korku mu, yok oluş mu, yoksa ne? Yeniden uyanışın önündeki engel hangisi!
Üç milyar sekiz yüz milyon insanın varlığına denk bir servetin sahibi olan bu yirmi altı kişi ayrıca, 2018’de servetlerini dokuz yüz milyar dolar arttırmış... Ve daha da vahimi, dünyadaki dolar milyarderinin sayısı 2008 krizinden bu yana iki katına çıkmış.
Aynı zaman dilimi içerisinde açlıktan her beş saniyede bir bebek dünyamızdan ayrılmış, onlarca mülteci çocuğun ölü bedeni vurmuş kıyılara! Peki edebiyat nerede, şiir nerede, yirminci yüz yılı var eden ve hâlâ ışığıyla aydınlandığımız bilinç, onur nerede?
Bu sorulara yanıt aramadan ve bulamadan yürünecek yol, daha da dikenli olacak hiç kuşkunuz olmasın! Her alandaki öncülerin yumruklarını sıkarak bırakmak istemedikleri her neyse, avuçlarını gevşetip ellerinin içindekini bırakmalıdırlar, bu edebiyat için de böyledir. Çünkü avuçlarımızda tuttuklarımız her neyse, asıl hapishanemiz de o’dur. Bizleri daha da yoksullaştıran, boyun eğmeye zorlayan, köleleştiren o’dur!
Genetik ve biyokimya dalında Nobel Tıp Ödülü sahibi Dr. Joseph L. Goldstein şöyle bir gözlem aktarıyor. Bu gözlem, canlılar dünyasının nasıl da birbirinin içinde var olduğunu ve aslında bir bakıma bizleri, 21. yüzyılın bu yeni tür insanını anlatıyor belki de, buyurun:
Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistancevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun eli açıkken sokacağı büyüklüktedir ve elini yumruk yaptığında dışarı çıkaramaz. Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında bu maymunu, tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun neredeyse yok gibidir…
Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur aslında. Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve özgürleşmektir…
İşte bu özgürleşme, bunca yoksulluğu ekenlerin öfkeyi biçtikleri gün demektir ve insanın büyük güçlüklerle sürdürdüğü onur mücadelesindeki yeni başarısıdır. Edebiyat ve şiirin özneleri daha onurlu, daha eylemli günleri hayatlarımıza yeniden çağırarak, 20. yüzyıldan günümüze akan ter ve kana olan diyet borcunun bir kısmını böylece ödemiş olacaktır belki… Çünkü zamanın böylesine kararmasından yorgunum, bunca yoksulluk, haksızlık ve adaletsizlikten bıkkınım!
Ve bu yazıyı bitirdiğim 24 Ocak 2019, Uğur Mumcu’nun bir bombayla parçalanarak katledilişinin 26. Yılı… Ankara’daki bir sokaktan günlerimize akan bu kanın ve rüyalarımıza çağıltıyla boşalan diğer fail-i meçhul kanların hâlâ kurumamış olmasından öfkeliğim!
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.