Tuğrul Keskin
Tuğrul Keskin - 'Tanrı'dan gelen ileti'

'Tanrı'dan gelen ileti'

Yaşam, farklı farklı alanlarda ama en çok da gündelik olanda sıkıştırıyor hepinizi, biliyorum… Acıyorsunuz, kanıyorsunuz, yanıyorsunuz biliyorum! Aynı şeyleri ve sıkışmışlığı gün be gün ve en sarsıcı içerikle yaşıyorum, biliyorum...

Akla karşı metafiziğin, mertliğe karşı ikiyüzlülüğün, dürüstlüğe karşı sahteciliğin, emeğe karşı köşe dönmeciliğin her tür etik ve estetik değerin yerine geçtiği bu kirli, korkunç çağda, bir de her köşe başında Tanrı adına konuşanlar var ki; en çok da bunlar yaşamı dayanılmaz kılıyor, biliyorum.

Sözgelimi, şiirin kapısını aralasanız, onlar zaten orada başköşededirler ve onlar; bilirler! Hiç bilmedikleri ve hak etmedikleri işlerin üstadı onlardır. Aslında “Osmanlı torunudurlar evelallah” ama milli mücadeleyi de onlar kazanmıştır! Cennet onlar içindir; çünkü onlar daha doğarken, Tanrı tarafından kutsanmışlardır! Böyle olmadığını, her şeyi “Allah’ın bildiğini” söyleseler de ağız ucuyla, her gün her yerde dayattıkları budur! Çünkü onlar karanlığın ve cehaletin vücut bulmuş halleridir! İnsanlığın acısından, bunca zulüm ve kederden sorumlu olanlar da onlardır!

Bu “ahval ve şerait” içindeyken dün gece, tanrıdan geldiği savı ile bir ileti düştü e-posta kutuma ve kopyalayıp yapıştırmaktan başka bir çare düşünemedim. O’nun Cennetinden uzak kalmayı kim ister ki?

Şöyle buyuruyor yüce Tanrı:

“Desem ki ben hiçbir zaman var olmadım, o zaman bu iletimi boş verin; gidin adam gibi yaşamaya bakın. Eğer var olduysam; benim adıma neden elçi ve vekil yaratıp birbirinizi kandırıyorsunuz?

Bunu anladık diyelim, peki benim adımı niçin ortaya atıp en ağır şekillerde ve cinayetlerde kullanıyorsunuz?

Eğer ben Tanrı’ysam; niye Musa'yı göndererek Cumartesi'yi, İsa'yı göndererek Pazar’ı ve Muhammed’le Cuma gününü tatil yapayım? Dünyayı altı günde yaratan ben, dinlendiğim yedinci günü mü şaşırdım?

Niye Davut’a şarap için, Musa’ya içmeyin diyeyim. İsa'nın müritlerine kilisede rahatça şarabı içirip, diğerleri içtiğinde kırbaç cezasına mahkum edeyim, hatta cennetimden uzağa düşüreyim?

Niye birisini kara çarşafa sokmam, başını bohçalamam gerekirken, diğerinin üstsüz gezmesine izin vereyim?

Bir kulum imamı ile diğer kullarım peygamberi ile bir başkası hayalleri ile mutlu olsun; ancak sonunda neden birisi hatem (çok zengin Arap emiri) diğeri matem (yas içinde) olsun?

Eğer ben varsam ve dinlerin anlattığı denli sevgi doluysam; tarihteki en kanlı savaşlar ve toplu katliamlar neden hep din adına gerçekleşti? Hiç düşündünüz mü bu savaşlarda sözde benim adıma ölenler, Cennet de mi yoksa Cehennem de midirler?

Ya da hiç düşündünüz mü Cennet ve Cehennem altı/yedi bin yıldır varsa eğer; Davut, Musa, İsa ve Muhammed öncesindeki bir milyar yılda doğan ve ölenlerin hesabına nasıl bakılacak?

Ve hiç düşündünüz mü; ben böyle bir Tanrı olsaydım; niye o zaman birçok yamuk insanın benim adıma allahlık yapmasına, benim vekilimmiş gibi davranmasına ve yeryüzünü cehenneme çevirmesine izin veriyorum?

Kullarının ona tapmasına (İbadete) muhtaç olan bir Tanrı olur mu? Emirlerinden vazgeçenleri acımasızca cehenneme göndereceğine yemin eden bir Tanrı? Yeryüzünü bir deney ortamı ve insanları deney faresi gibi gören ve yeryüzünde yasakladığı her şeyi (şarap içmek, zina gibi şeyleri) Cennet için vaat eden bir Tanrı? Emin olun ki, o ben değilim ve olamam!

Arkadaş! El/pençe divan bekliyorsun; falanca ermiş, filan cübbeli gelecek ve seni yüceltecek, cennetime sokacak öyle mi? Madem ki onu bekliyorsun, bugünden itibaren cennetin kapısını mühürledim! Kimseyi sokmayacağım içeri, anlaşıldı mı?

Hepinizin beyninde bir kaç milyar gri hücre var, bozulmasınlar yahut tozlanmasınlar diye onları çalıştırın biraz ve artık her şeyi benden beklemeyin, yeter!

Dünyanın içine edip, dönüp bir de "benim (Tanrı’nın) takdirim" olduğunu utanmadan söylüyorsunuz. Yani ormanlarınızı ve içindeki güzelim canlıları ben mi yok ediyorum? Suları kirletip, denizlerdeki balıkları arsızca ben mi tüketiyorum? Dünyanızın var oluşunu sağlayan madenleri ben mi topraktan çıkartıp, sarayıma altın klozet yaptırıyorum? Bunları benim yapmam mümkün mü? Asla.

Hiç mi aklınıza gelmiyor? Siz bir kez Google için sign-in(giriş) yapınca uzun bir süre o bağlantıyı koparmadan götürebiliyorsunuz. Peki her gün benim için 5 defa sign-in(giriş) yapmanıza ne gerek var. Gönülden benimleyseniz bu yeterli, bir ömür ve sürekli olarak o bağlantı ile devam edebiliriz değil mi?

Şahsınız ve yakın çevreniz için ettiğiniz dualarınıza gelince; emin olun onların %99.99 spam olarak kalıyor ve hiç mail box'ıma yansımıyor.

Size düşünün diye akıl verdim, harekete geçin diye el verdim, yürüyesiniz diye ayak verdim, göz, kulak, ağız ve diğerleri siz karar veresiniz, uygulamaya koyasınız diye verildi. Yaşamınız için gereken buyrukları, bunlara sahip ve sizden asla üstün olmayan bir başkasından alasınız diye değil!

Aksini düşünsem, bütün bu azaları sizlere vermeyip dualarla, muskalarla, kendi yasalarımla sizin yerinize karar verip uygulamaya koyardım. Siz benim her dini yaratırken birisi veya birilerinin huyuna ve zevkine göre ve aralarında bu denli farklılıklar bulunabilecek kadar kararsız ve dengesiz olduğumu nasıl düşünürsünüz? Veya her yeni din ile birlikte her şeyi temelden değiştirmemi nasıl beklersiniz? Aklınızı kullanmanızı öneririm size! Yalnızca aklınızı!”

İleti böyle. Umarım bu ironiyi muhatapları doğru bir yerinden kavrar ve yüzlerini ilk insanın erdemine, sevgiye, iyilik ve saflığa dönerler. Dünyamız ve zavallı insancık da kısacık ömürlerinde bir “oh”luk nefes alırlar. Çok şey mi istemiş olurum?

Toplam 2483 defa okunmuştur.

Tuğrul Keskin diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.