Teslimiyet önlenirse tezgah bozulur!
Erdoğan-AKP iktidarı 16 Nisan Referandumunda ağır bir yenilgiye uğradı. Bu kesin! Halk iradesinin gasp edilmeye çalışılması, bu yenilginin açık kanıtı durumundadır. Ancak, suç üstü yakalanan ve derin bir meşruiyet krizinin içine düşen iktidar, hile ve sahtekarlıkla da olsa rejimi değiştirme ısrarını sürdürüyor. Siyasal İslamcı hareket zaten içi boşaltılmış olan Cumhuriyeti bütünüyle tasfiye etmek ve dinci-faşist bir diktatörlük kurmak için bütün şartları zorluyor.
Bu tablo Türkiyenin çok katlı ve çok yönlü derin bir siyasal krizin içine sürüklendiğini gösteriyor. Toplum geriliyor. Ülke adeta bir iç savaşa zorlanıyor. Kontürolü kaybeden iktidar tehditle sonuç almaya çalışıyor.
Ancak, hilenin resmi sonuç diye açıklanması ve hukuksal yolun kapandığının doğrudan Tayyip Erdoğan tarafından ilan edilmesi bile iktidarın yenilgisini gizleyemiyor. Öyle ki, Atı kapıp Üsküdarı geçme girişimleri, tam aksine iktidarın yenilgisini daha da dramatik hale getiriyor.
Erdoğan-AKP iktidarı daha şimdiden ülkede ve siyaset üzerindeki kontrolünü büyük ölçüde yitirmeye başladı.
ORTADA BİR PİRUS ZAFERİ BİLE YOK!
Öyle anlaşılıyor ki, referandumu kaybedeceğini anlayan iktidar, önceden birkaç alternatifli hile hazırlığı yapmış. Sandık başlarında muhalefetin aldığı sıkı önlemler nedeniyle elektronik ortamda (bilgisayar şebekesi üzerinde) sonuçlarla pek oynayamayacağını gören AKP yönetimi, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ile işbirliği içinde mühürsüz oy pusulalarıyla amacına uluşmaya çalıştı.
Ancak olmadı, ne dünyaya bunu kabul ettirebildi ne de ülkeye. Halkın tepkisi ve itirazı yükseldi. Başlangıçta bocalayan ve büyük hayal kırıklığına yol açan ana muhalefet partisi, daha sonra toparlanmaya çalışarak, Sonuçları tanımıyoruz, tanımayacağız da.. diye açıklama yaptı. CHPnin en yetkili ağzından böyle bir açıklama yapılması önemlidir!
Kimse, iktidarın kendisi bile, ortada bir zafer bulunmadığının farkında. Bu nedenle, iktidar yanlıları, hatta fanatik milisler bile doğru düzgün kutlama yapmadı, yapamadı. Çünkü ortada bir Pirus zaferi bile yoktu. Toplumun büyük kesimi, fanatik AKPliler bile referandumu kazandıklarına inanamadı.
Durum böyle olmakla birlikte; siyasal İslamcılar kutsal davaları için, yani Allah yolunda cihat ederken her türlü ahlaksızlığı, hırsızlığı, yalanı, hileyi meşru sayar. Onlar kutsal bir dinleri var diye ahlaka ihtiyaçlarının olmadığını düşünür. Tarz-ı siyasetleri budur. Dolayısıyla hile ile alınan referandum sonuçları onlar açısından meşrudur.
HİLEYLE REJİM DEĞİŞİR Mİ?
Hukuksal yollar (Avrupa İnsan hakları Mahkemesine başvurmak gibi) bütünüyle tükenmemiş olsa bile, Türkiyede seçim yargısı (YSK) bu büyük siyasal sahtekarlığı onaylamış görünüyor. İslamcı iktidar ve onunla ittifak yapan fırsatçı, yağmacı, kamu mallarını talan etmeye çalışan kesimler sahtekarlıkla rejimi değiştirmeye çalışıyor.
Ancak, dünyanın hiçbir yerinde, tarihin hiçbir aşamasında rejimlerin hile ile değiştiği görülmedi. Rejimler gerçek siyasal güçlerin ve sınıfların çatışmasıyla değişir. Sancılı dönemeçlerdir rejim değişiklikleri; yaratıcı ya da gerici yıkıcılığın belirleyici olduğu tarihsel uğraklardır.
Diğer taraftan, eğer hileye karşı gelişen toplumsal tepkiye sahip çıkılarak zamanında harekete geçilmezse, sancılı bir sürüklenişle de olsa rejimler değişir. Rejimler, eğer arkasına siyasal bir güç varsa hile ve sahtekarlıkla da yıkılabilir. İşte AKP böyle bir gücü her kritik eşikte attığı adımların arkasına yığıyor.
Çünkü, yukarıda da işaret ettiğim gibi, bu ülkede AKPnin yapacağı sahtekarlığı İslami nedenlerle onaylayacak geniş bir kesim, ne yazık ki var. Bugün Türkiyenin önündeki en büyük tehdit budur.
NE YAPMALI?
Öncelikle CHP, hayır kampanyasını sürdüren güçlerin Amiral Gemisi olmanın yüklediği tarihsel sorumlulukla hareket etmeli, toplumda oluşan tepkiyi sahiplenmelidir. Dahası bu toplumsal tepkiyi iktidara karşı eylemli bir mücadele çizgisine çekerek tezgahı bozmalıdır. Ancak CHPnin bunu yapması zor görünüyor. CHPnin böyle bir tarihsel sorumluluğu alması, ne yazık ki, uzak bir olasılıktır.
Bu nedenle sol, CHPye baskı yaparak onu harekete geçmeye zorlamalıdır. Sol, CHPyi dışlayarak, suçlayarak, karşıya alarak değil, dinci-faşist diktatörlük girişimine karşı birlikte mücadele etmenin şartlarını yaratacak şekilde hareket etmelidir. Eleştiri bu yaklaşımla kurulmalıdır.
Yapılması gereken şey, toplumsal tepkiyi sönümlenmeden örgütlemek ve iktidarı kuşatmaktır. Böyle bir siyasal hattın tarihsel, siyasal ve ahlaki bakımdan meşruiyet zemini çok güçlüdür.
Eğer toplumun yaralanan adalet duygusu, seçim sandığına karşı gelişen derin güvensizlik ve hırsızlığa yönelik öfke yaygın bir protestoya dönüştürülemezse, kısa süre içinde sönümlenecek, dahası bir yılgınlığa dönüşecektir. Sahipsiz, örgütsüz ve öndersiz kitlelerde oluşacak bu yılgınlığın zamanla teslimiyete yol açması kaçınılmazdır.
Bu nedenle Erdoğan da zaten zamana oynamaktadır. Buna izin verilmemelidir. Toplumun tepkisi canlı tutulmalı ve sonuç almaya yönelik eylemlere kanalize edilmelidir. Hile ve sahtekarlıkla diktatörlük kurulmasına bütün olanaklarla karşı konulmalıdır. Değilse, ülke tıpkı Louis Bonapart rejimi gibi uzun yıllar sürecek bir felakete sürüklenecektir.
Oysa, yukarıda da değindiğim gibi, Erdoğan-AKP iktidarı bugün derin bir meşruiyet krizinin içine yuvarlanmış durumda. Dahası, cami cemaatinin bir kesimi dışında anlamlı bir toplumsal desteğinin olmadığı da ortaya çıktı. Çok kararsız olan Evet cephesi, eğer dışlayıcı olmayan bir üslupla yüklenilebilirse kolaylıkla çözülebilecek konumda.
Dolayısıyla bugün izlenmesi gereken tutum, hem Hayır Bloku diyebileceğimiz toplum kesimlerini aydınlanmacı değerler etrafında birleştirerek konsolide etmek hem de karşı tarafa seslenerek kurulmaya çalışılan gerici cepheyi çözmektir. Erdoğan-AKP iktidarı 15 Nisana göre daha güçsüzdür ve eğer meydan boş bırakılmazsa bu meşruiyet krizi içinde ülkeyi eskisi gibi yönetemeyecektir.
Referandum sonucunu, Azerbaycan devlet başkanı Aliyevi bir kenara bırakırsak, Ortadoğunun İslamcı örgütleri ve bazı Arap emirlikleri dışında dünyada kimse tanımadı. Bu durum iyi değerlendirilmelidir. Ancak, alternatif bir siyasal çıkış yapılamaz ise kaçınılmaz olarak dünyada da tablo değişecektir. Bu nedenle muhalefet dünyaya da durumu anlatmalı, bu alanda ısrarlı bir çabanın içinde olmalıdır.
Sonuç olarak; hukuksal mücadele yolu sonuna kadar kullanılmalı, ancak salt bu alanda kalınarak sonuç alınamayacağı da bilinmelidir. Çünkü, böyle tarihsel kırılma anlarında, hukukun kuralları değil siyasetin yasaları belirleyicidir. Dolayısıyla hukuk mücadelesinin arkasına eylemli bir toplumsal ve siyasal güç yığılmalıdır.
Yapılacak ilk iş, uyum yasalarının Mecliste görüşülmesini reddetmektir. Başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere büyük kentlerde, siyasal olarak merkezde ve merkez sağda bulunan yurttaşları da içerecek bir yaklaşım ve kurguyla kitlesel "Hayır mitingleri" düzenlenmelidir. Toplumun duyarlılığı sürekli diri tutulmalıdır.
Toplumun teslimiyeti önlenir ve gereği yapılırsa, referandum tezgahı da bozulabilir.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.