Popüler tarih ne işe yarar?
Vaktiyle bu köşede “Hatırlatma sanatı” isimli bir dizi yazarak, tamamen bireysel zevklerim üzerinden birtakım popüler tarih içeriklerini yorumlamış, onların seyircilerinin tarihe bakışına nasıl katkıda bulunmuş olabileceği üzerine birkaç kelam etmiştim. Bu yazımda ise bir tür olarak popüler tarihin kapsamını ve işlevini tartışacağım.
Öncelikle ‘popüler tarih’ derken neyi kastettiğimizi açmak şart. Bu konuda bana ilham olan Edhen Eldem’in “Osmanlı Tarihini Türklerden kurtarmak” makalesinde kullandığı sınıflamayı referans alacağım. Burada Eldem, tarihi içerikleri “akademik”, “vülgarize” ve nihayet “popüler” olmak üzere üç sınıfta değerlendiriyor. Bunlardan bilhassa ikinci ve üçüncüsü arasındaki çizgiyi çekmek önemli, zira popüler tarih derken istemeden vülgarize tarihe atıfta bulunuyor olabiliriz. Aradaki fark odur ki: Vülgarize tarih akademik olmayan, gündelik bir üslupla yazılsa da bir tarihçi veya disiplini tarihle temas halinde olan bir akademisyen; örneğin sosyolog, ekonomist veya antropolog tarafından yazılır. Oysa popüler tarih derken kastedilen, tarihçi olmayan bir yazarın, ekseriyetle yine tarihçiler tarafından yazılmış ikincil literatüre dayanarak meydana çıkardığı hikayeler, başka deyimle kurgulardır.
Elbette bu tasnifin tenkide şayan tarafları olabilir. Dahası, belgesel türünü nereye yerleştireceğimiz üzerinde kesin bir karara varmak mümkün olmayabilir. O nedenle bu yazıda sadece tarihi roman, piyes, film ve dizilerin işlevine odaklanalım.
Bu türlere ait eserlerin ortak özelliği Muhteşem Yüzyıl’ın her bölümünün girişinde yazdığı üzere “tarihten ilham alarak kurgulanmış” olmalarıdır. Yazarın amacı akademik tarihte olduğu gibi tarih biliminin güncel literatürüne katkıda bulunarak beşeriyetin tarihe dair bilgisini genişletmek olmadığı gibi, vülgarize tarihte olduğu gibi akademik bilgiyi ‘halka indirmek’ de değildir. Amaç tarihi kullanarak bir hikaye anlatmak, bu vasıtayla okurda veya seyircide estetik zevk uyandırmak ve onun duygularını manipüle ederek aynı diğer hikaye türlerinde olduğu gibi hissiyat oluşturmaktır.
Böyle bakınca popüler tarih veya tarihi kurgunun yazarı, akademik tarihin şüpheci yaklaşımından kendini arındırmak, anlattığı olayla muhatabı arasındaki mesafeyi olabildiğince ortadan kaldırmak zorundadır. O nedenle çoğu zaman akademik tarihçinin bilimsel saiklerle boş bıraktığı yerleri kendi muhayyilesini kullanarak doldurmaya yatkındır. Örneğin Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurtması tarihten alınmış bir vaka iken, detayların olabildiğince dramatize edilmesi senaristin olayın gerçekliğine dair bir iddiası değildir. Burada amaç seyircinin karakterlerle olabildiğince özdeşleşmesi, onların içinde bulunduğu durumu hissetmesidir.
Tam da bu nedenle tarihi kurgudan, olayları oldukları gibi anlatmasını beklemek abestir. Tarihçiler bile gerçeklik arayışı sırasında çoğu zaman kaynakların aydınlatmadığı belli hususları tahayyül veya tasavvur yoluyla tamamlamak, neden sonuç ilişkilerini kurarken kendi yorumlarını devreye sokmak zorundadırlar. Ancak bilimsel yaklaşım, böyle durumlarda bunun şahsi bir yorum olduğunun belirtilmesini şart koşar. Halbuki kurguda olay, yazarın bu yolla yaratmaya çalıştığı bir gizem yok ise, olabildiğince şüpheden uzak, kesin bir dille anlatılmak zorundadır. Aksi takdirde seyirci özdeşleşmek bir yana, yabancılaşacaktır.
Burada seyirciye düşen bir görev varsa, o da tükettiği materyalin kurgu olduğunun bilincinde olmak, ona gerçeğin ta kendisi muamelesi yapmaktan kaçınmaktır. Geçmişin bilgisi tarihçiye bile rüyasında malum olmaz; maziden bugüne kalmış izlerin, yani belgeler, çağdaş anlatılar ve mimari-arkeolojik-sanatsal kalıntıların eleştirel bir sentezi yoluyla, bu alanda yapılmış önceki çalışmalar da değerlendirilerek, onun tarafından kurgulanır. Ancak bu kurguda gerçeği yansıtma, hiç değilse ona yaklaşma iddiası vardır. Oysa popüler tarihte yapılan kurgu eleştirel olmadığı gibi, yeni bulgularla sınanmaya açık olmayı da vaat etmez.
Dolayısıyla popüler tarihi tüketme amacımız tarih bilgisi edinmek olduğu takdirde bizi topal bırakacağı açıktır. Üstelik herhangi bir tarihi roman yazarı eserini ‘tarihi gerçeklere’ -yani elde edebildiği akademik literatürdeki anlatıya- birebir uyacak şekilde kurguladığı takdirde (tabii böyle bir şey mümkünse) bunun bir roman olarak yazılmasının ne manası olduğu sorusunu sormak gerekecektir. Bir kurmaca, her şeyden önce gerçekliğe değil, yazarın muhayyilesine dayanarak inşa edilir. Okuruna yapacağı en verimli katkı, ona tarih veya herhangi bir şey öğretmek değil, geçmişin içinde yaşama illüzyonunu vermek ve bu iliüzyonun tetikleyeceği duygularla onu baş başa bırakmaktır.
Kaynaklar ve Tavsiyeler:
Edhen Eldem, “Osmanlı Tarihini Türklerden Kurtarmak”, Cogito sayı 73, Yapı Kredi Yayınları, Bahar 2013: syf. 260-282.
Umberto Eco, Edebiyata Dair, trc. Betül Parlak, Can Yayınları, 2017.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.