Pamir Şen
Pamir Şen - Yazar

Zahit bizi tan eyleme!

Geçenlerde sosyal medyada güzel bir reel’e denk geldim. Burada HBO-BBC işbirliğiyle hazırlanan 2004 yapımı Roma dizisinde Sezar’ın senatoda öldürüldüğü sahne, arka fona “Zahit bizi tan eyleme” şarkısı monte edilerek takdim edilmekteydi.

Esasen geleneksel bir türkü olan Zahit’in modern yorumları genellikle ‘mazlumun hakkı yendi’ temalı popüler dizi ve filmlerde kullanılmaya başlandı. Bunlardan benim hatırladığım iki örnek, Hatırla Sevgili ve Muhteşem Yüzyıl’dır. İlkinde ‘solcu gençlerin’ davasına, ikincisinde ise babası Süleyman tarafından boğdurulacak olan Şehzade Mustafa’ya atfedilmiştir.

Bir açıdan Zahit, kaçınılmaz sonların melodisidir. Sezar’ın, üvey oğlu Brütüs’ün de içinde bulunduğu, hatta Cassius ile beraber liderliğini üstlendiği bir suikaste kurban gitmesi de böylesi bir ‘hicranlı ölüm’dür. Her ne kadar dönemin çağdaşı büyük filozof ve retorik ustası Cicero ve benzeri cumhuriyetçiler bu suikasti hayırlı bir vaka olarak yorumlasalar da, Roma halkı diktatörünü sevmektedir ve Marcus Antonius ve geleceğin imparatoru Octavian gibi Sezar taraftarları da vardır. Bu isimlerin hafızasında Sezar, kahpece katledilmiş bir mazlumdur. Benzer bir durum VIII. Henry’nin ‘içi kan ağlayarak’ aldığı kararla kafası kesilen dostu Sir Thomas More ve karısı Anne Boleyn için de geçerlidir.

Sezar, Şehzade Mustafa gibi insanların ‘beklenmedik’ katledilişleri, genellikle onları sevenler ve destekleyenler üzerinde travma etkisi yaratmıştır. Bugünün popüler dizi ve filmlerinde bu ölümlerin aksettirilmesi de bu travmaların yankılarını barındırır. Mehmet Ali Birand’ın Menderes’in katli için söylediğine benzer şekilde bir sürü insan, travmayı adeta miras alarak hep bir ağızdan, “böyle olmamalıydı” derken, sanki arkada Zahit melodisi çalmaktadır.

Olayın bir diğer boyutu da, bu dizileri ve filmleri izleyen bizlerin, sonucu biliyor olmamızdır. Tarih uzmanı olmayanlar bile Sezar’ın, More’un, Boleyn’in ve Mustafa’nın ‘en yakınlarından’ gelecek bir ölüme yazgılı olduğunu bilirler. Bu durum kaçınılmaz son yaklaştıkça seyircideki gerilimin git gide artmasına, “böyle olmasın” nidalarının yükselmesine neden olur.

Yazarlar da bu durumu bildiklerinden, belki de yazarken kendileri de aynı duyguları hissettiklerinden ötürü, seyircinin farklı bir sona dair umudunu canlı tutmak isterler. Olay bizzat yaşanana kadar, ortada bir belirsizlik hali vardır. Son noktaya geldiğimizde ise seyircinin olacağını zaten bildiği, ama karakterin bihaber olduğu felaket gerçekleşir.

Roma dizisinde bir bölümün tamamı, Brütüs’ün Sezar’ın katli için gerekli atılımı başlatmaya ikna edilmesini işler. Doğrusu Brütüs’ün kendisi de bu ikna sürecinin bir parçasıdır. Bizler ise sadece Sezar’ın öleceğini değil, Brütüs’ün bu kararı vereceğini de bilmekteyizdir. Böylelikle seyirci adeta tanrı rolünü üstlenir. Ama bu tanrının elinden de olayları izlemekten başka bir şey gelmemektedir, o da maktulun kendisi kadar çaresizdir ve belki de bu çaresizlik hali onun maktul ile özdeşleşmesini kolaylaştırmaktadır.

Bu özdeşleşme ve duygusal yakınlık besleme hali, bir bakıma seyirci, tarih ve kurgunun işbirliğini ortaya çıkarır. Tarihin kendisi yazara, alternatifi mümkün olmayan bir olaylar dizisi takdim etmiştir. Yazar, eğer çok avangart bir şeyler yapmak niyetinde değilse (ki Tarantino iki filminde bunu yapmıştır) karakterlerini kaçınılmaz akıbetlerine götürmeye mecburdur. Seyirci de hem karakterin kendisini bekleyen felaketi bilmeme halini, hem de bu felaketin gerçekleşmesini temaşa etmeye mecburdur. Tüm bunlar birleşince de Sezar, More, Boleyn, Mustafa, ve sayısız benzer ‘kader kurbanı’ adeta bir ritüel edasıyla kim bilir kaçıncı kez, kendilerini bekleyen felakete gözleri kapalı yürürler.

Toplam 1198 defa okunmuştur.

Pamir Şen diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.