Prof. Dr. Sait Yılmaz
Prof. Dr. Sait Yılmaz - Yazar

Her şeyin teorisi... (Tanrı ve Fizik)

Cennet, göklerde dönerek sana sonsuz ihtişamını göstermekte, ama senin gözlerin hala yerlerde. - Dante

Biz, yüz milyarlarca galaksi içindeki ortalama bir yıldızın ufak bir gezegeninde, beyni hala çok gelişmemiş bir canlı türüyüz. Bizi özel yapan şey evreni anlayabiliyor olmamız. Aç gözlülüğümüz ve aptallığımızla kendimizi yok etme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Kafamızı kaldırdığımızda gökyüzünde devasa bir boşluk var ve onun ötesinde sonu yokmuş gibi gözüken yıldızlar, gezegenler ve galaksiler. Bilim insanları, dinlerin anladığı şekilde bir Tanrı’nın var olduğu varsayımına şüphe ile bakmakta ama evrene ince ayar veren bir gücü daha olası görmektedir. Kısaca, dinlerin Tanrısı ile fiziğin Tanrısı ayrı ayrı kavramlardır. Bu makalede, evren bilimin geldiği noktayı sorgularken, fiziğin Tanrısı ile ilgili düşünceleri de paylaşacağız.

Din ve Tanrı...

Din otoritelerine göre, bitki ve hayvan türleri ayrı ayrı yaratılmış ve her tür kendi benzerini yaratarak sabit kalmıştır. Bu dünya görüşü, büyük ölçüde durağandı ve önemli değişiklikleri kabul etmiyordu. Her farklı türün zaman içinde fazla uzak olmayan bir tarihte belki 6.000 yıl önce ayrı ayrı yaratılmıştı. Özellikle Nuh tufanı olmak üzere çeşitli felaketlerin açıkladığı ve dünyanın görünen tasarımının mimarı olan ve onun tarihsel gelişiminde etkin ve kutsal olan bir rol oynayan Tanrı’nın yarattığı evrende insanların özel bir yeri olduğu düşüncesi hakimdi.

Ancak, 1830 yılında Charles Lyell’in Jeolojinin Prensipleri (Principles of Geology) kitabındaki tezleri ile birkaç bin yıllık dünya tarihi inancı kırıldı ve dünya tarihi 4.5 milyar yıl geriye gitti. 1859’da yayınlanan Charles Darwin’in Türlerin Kökeni (The Origins of Species) kitabında türlerin değişmez olmadığını, ayrı ayrı yaratılışlar olmadığını, çevremizde gözlemlediğimiz yaşam biçimlerinin doğal ayıklanma süreciyle milyarlarca yıllık bir süre içinde evrim geçirdiğini ortaya koydu. Böylece, insanların doğanın tarihinde basit nesnelerden fazla bir şey olmadığı ve doğanın araştırılmasında mucizelerin ya da kutsal bir planın yeri olmadığı gibi kökten farklı görüşler güç kazanmaya başladı.

Fizik ve Tanrı...

İngiliz fizikçi Isaac Newton (1642-1727), Tanrıyı kendi mekanik sistemine indirgemişti. Tanrı doğal fiziksel düzenin bir devamıydı, böyle bir makinist olmadan sistemi var olamazdı. Newton, İncil’den bahsetmez; Tanrıyı yalnızca düşünmekle biliriz. Newton, dış dünyanın Tanrı için bir kanıt oluşturduğunu düşünmüyordu. Newton’un Tanrısı ile Hristiyanlığın Tanrısı aynı değildi.

Aydınlanmacılara göre, din akla uygun olmalıydı. Voltaire’in (1694-1778) sorunu Tanrı değil, aklın ölçütlerine karşı suç işlemiş Tanrı hakkındaki öğretilerdi.

Fransız fizikçisi Pierre-Simon Laplace (1749-1827), Tanrıyı fizikten çıkardı. Napolyon; “Tanrı adını kullanmadan bana evrenin sistemi üzerine koca bir kitap yazdığınız söylendi” deyince, Laplace’in cevabı şöyle olur;

O varsayıma hiç ihtiyacım olmadı.”

Immanuel Kant, kendi ifadesi ile ‘dinin, dua ve ayin gibi tuzaklarını bir kenara atmıştı’ ama Tanrı düşüncesine özünde karşı değildi. Tanrının varlığını kanıtlamak imkansızdı ama Tanrı düşüncesi gerekliydi. Bundan dolayı, Kant’a göre Tanrı yalnızca kötüye kullanılabilen bir kolaylıktı.

George Wilhelm Hegel’e (1770-1831) göre; “Şimdi barbar Tanrıyı bir kenara atmanın ve insani duruma daha aydın bir bakış getirmenin zamanıydı”.

Karl Marx (1818-1885), dini “baskı gören yaratığın iç çekişi.. bu acıyı dayanabilir kılan, halkların afyonu” olarak gördü.

Batı modern teknik çağına girerken, bazı insanlar yeni teoloji çalışmaları ile Tanrıyı kurtarmaya çalışsa da, eski Tanrı kavramları yetersiz kalmıştı. Büyük filozoflar, birbiri ardına Tanrıya meydan okumaya başladılar. Filozoflar, Tanrının öldüğünü ilan etmek için sıradaydı. Doğa üstü bir ilahi fikri onları kızdırıyordu.

Görünmeyeni görmek; Tanrı nerede?

Genel olarak baktığımızda her şeyin önceden belirlenmiş olduğunu seziyoruz ama olmayabilir de, çünkü gerçekte neyin belirlenmiş olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz. Genellikle Evren’in iyi tanımlanmış yasalara göre evrimleştiği kabul edilmektedir. Bu yasalar bilimin bulacağı yeni yasalar olabileceği gibi Tanrı’nın yasaları da olabilir. Fakat göründüğü kadarı ile Tanrı bu yasaları bozmak üzere Evren’e müdahalede bulunmuyor. Din ve bilim arasındaki tartışmalardan Tanrı ile ilgili üç tür görüşün ağırlık kazandığını görüyoruz;

(1) Dinlerin Tanrısı; her şeyi yaratmış ve yaratmaya devam etmektedir. Her şeyi gören ve bilendir, doğaüstü bir olgudur. Evren ve hayat insan merkezlidir. İnsan, bilinci ve eylemleri ile bir imtihandadır. Cennet ve cehennem yani insanlar için hesap günü vardır.

(2) Bilimin (daha çok Fiziğin) Tanrısı; evrim teorisine inanmakla birlikte, evrenin büyük tasarımını yapan, ince ayarın sahibi bir güçtür (bu genellikle dinlerin Tanrısı değildir). Fiziğin tanrısı, aradığımız büyük zeka, bedensiz bir beyin olabilir.

(3) Tanrı yoktur diyenler; evrim bilim teorisine inansın ya da inanmasın metafiziğe veya herhangi bir Tanrı olgusuna inanmayan, her şeyin rastlantısal olduğunu ya da bilimsel bir açıklamasının olduğunu düşünenler.

Tarihsel olarak, Tanrının rolü; din ile bilim arasındaki zıtlığın büyük bir parçasıdır. Dinin bahsettiği Tanrı kişisel ilişki kurulabilecek bir Tanrı’dır. Fiziğin Tanrısı ile dinlerin Tanrısını birbirine karıştırmamalıyız. Tanrı; doğayla, fizik yasalarıyla ya da evreni düşünürken kapıldığımız dehşet duygusuyla özdeşleştirilirse, böyle bir kavramın dünyayı düşünmek için yararlı bir şeyler sağlayacağı deneysel alanın dışındadır. Tanrı için fiziksel evrenin işleyişinde kanıtlar arayan çok farklı gelenekler, ilahiyatçı yaklaşımlar vardır.

Hiç kuşkusuz evrendeki olup biten her şeyi bilmiyoruz. Evreni ve yaşamı anlamak için de öncelikle doğru soruyu bulmalıyız. Yeni bir bilim felsefesine ya da ütopyaya ihtiyaç var. Bu da en doğru soru ve yeni bakış açıları ile işe devam etmemizi gerektiriyor. Kanaatimce insanlar evrenin sırlarını galaksilerin ötesinde olduğu kadar, yakınında göremediği dünyada aramalılar. Belki de hakikat, uzayın derinliklerinde değil, çok yakınlarımızda bir yerde, beynimizin açılmayan bir bölümünde ya da gözümüzdeki perdenin arkasındadır. Son olarak, unutmayalım, ölümlü yaratıklarız ama ölümsüz olan ruhtur. İnsanın en büyük problemi ruhunun ölümsüz olduğunu bilmemesi, algılayamamasıdır. Yukarı doğru tırmanan “Ben”e evriliyoruz. Ebediyen yenilenmiş, yine de ebediyen aynı.

Makalenin tamamı ve devamı için;

Toplam 4037 defa okunmuştur.

Prof. Dr. Sait Yılmaz diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.