Kılıcım nerede?
“Kılıcım nerede?” Bu soru, Britanya tarihinde cellatlar tarafından kılıç havaya kaldırıldıktan sonra mahkûma sorulan son soru olurdu. Amaç, yere diz çökmüş ve gözleri bağlı şekilde bekleyen mahkumun kellesini tek bir darbe ile kesmeden önce onun dikkatini dağıtmak ve stabil hale getirmekti. İngiliz kralı VIII. Henry’nin uğruna Papaya kafa tuttuğu aşkı Anne Boleyn’in hayatı da 1536’da böyle bir soru ile sonlanmıştı. Kraliyet içindeki evlilikler, aşklar ve iktidar hırsları hainlik ve kahramanlık arasındaki mesafeyi çok kısa tutuyordu. 1587’de İskoçya kraliçesi Mary’nin kellesini vuran celladın son sözü ise “Beni affet kraliçem!” olmuştu. Bu idamlar ve cinayetler, İngiliz tarihi boyunca sık görülen krallık ve iktidar savaşlarının kaçınılmaz bir parçasıydı. Eğer İngiliz kalelerini gezerseniz, kalenin 11 metre altındaki hücrelerinde mahkum edildikten sonra öldürülen eski prenslerin hala çınlayan çığlıklarını da duyar gibi olursunuz. Tarih boyunca iktidar hırsına kapılanları, riskleri yönetemeyenleri, halkını anlamayanları, üstündeki bekleyen kılıcı yani tehlikeyi göremeyenleri hep böyle bir son buldu. Bugünkü konumuz İngiltere’nin hikâyesi. Birleşik Krallığı iyi günler beklemiyor; hem bölünebilir hem de monarşi tamamen tarihe karışabilir.
İngiliz hegemonyası..
İngiltere’nin büyük bir güç olarak ortaya çıkışı aslında Napolyon’un istemeden verdiği bir hediyeydi. Kuzey Amerika’ya yenilen İngiltere’nin o dönemde deniz gücü diğer Avrupa ülkelerinin donanmaları ile kıyaslandığında üstün değildi. Napolyon’un ilk döneminde Trafalgar’da Fransız donanmasının yok edilmesi ve Waterloo yenilgisi, Fransa’nın deniz gücünü yok etti ve İngilizlere en az 60 yıl üstünlük kurma imkânı verdi. Napolyon’un Avrupa kıtasını mahvetmesi, Fransız gücünün çöküşü ve ABD’nin henüz gelişmekte olması İngiltere için büyük bir avantaj ve fırsattı. İşin sırrı 1800’lerden beri iki silahtaydı; “altın standardı” ve “serbest ticaret”. Abraham Lincoln’un ekonomisti Henry Carey’in dediği gibi “İngiliz İmparatorluğu dünyayı bu iki silah ile sömürgeleştirdi.” Britanya, serbest ticaret ilkesi ile Hindistan, Çin ve Türkiye’de afyon ticaretinden büyük karlar elde etti. Sömürgelerinin, imparatorluğun savunmasını takviye edeceğini düşündü. Denizcilik güçlenince Hindistan ve Asya’daki kaynaklara el atıldı ticaret istasyonları kuruldu. Bu kadar geniş bölgeye yayılan sömürü ve ticaretin doğal olarak rakipleri ortaya çıktı.
1870’lerden itibaren İngiliz hegemonyası inişe geçerken onun halefi olabilmek için yarışan ABD ve Almanya arasındaki mücadeleyi II. Dünya Savaşı’nın sonunda ABD kazandı. 1945’de doğan Birleşik Krallık, imparatorluğun yıkıntısıydı. Eski ticaret gücü kalmamıştı, koloniler birer yüktü. Kuzey İngiltere’deki üretim ve sahillerdeki gemi yapımcılığı küresel rekabet gücünü kaybetmişti. İngilizler; ülke çıkarları, küresel düzen ve Avrupa sistemi gibi pek çok şeyi birden korumak isterken yorgun düştüler ve kaynaklarını bitirdiler. Son 150 yılda nüfus öyle artmıştı ki yiyeceğin yarısını ithal etmek zorundaydı ve para bitmişti. İmparatorluk çökerken İngiltere, Nazi Almanyası’ndan ziyade sömürgeleri çözülen Roma’ya benziyordu. İngiltere, 1939 yılında dünyanın dörtte birini ve dünya nüfusunun beşte birini kontrol altında tutuyordu. Beş yıl içinde İngiliz adaları dışında ufak tefek birkaç yer kaldı. Kuzey İrlanda’da ayaklanma başlamıştı.
Birleşik Krallık çatırdıyor..
Birleşik Krallık, dört ülkeden meydana gelir. Bu ülkeler; İngiltere, Kuzey İrlanda, İskoçya ve Galler'dir. Birleşik Krallığın en eski halklarını Keltler oluşturmaktadır. 5. yüzyılda Germen bir halk olan Anglo-Saksonlar büyük kitleler halinde adaya göç ettiler. 1066-1154 yılları arasında gene bir Germen ırkı olan Normanlar adayı ele geçirdiler. İngilizler, bu Germen ırklarının devamını oluşturmaktadırlar. İskoçlar, Galliler ve İrlandalılar ise Keltler'in devamıdır. Birleşik Krallık, üst-orta bir güçtür; dünyanın beşinci büyük ekonomisine sahip, IMF rakamlarına göre kişi başına gelirde dünya 19.’su olan bir ülkedir. Hala kıtalararası kullanılabilen güçlü bir ordusu var. Üst-orta güç Amerikalılar tarafından tanımlanan önemli bir bölgesel güç ama kendi başına sonuç alamaz. Nüfusun %13’üne sahip Londra, ülke GDP’sinin %22’sini üretiyor. İngiltere’de GDP’nin %55’i finans ve iş hizmetlerinden geliyor, eşya ticareti oldukça geri planda kalıyor. Ülkenin tamamı yabancı sermayeye muhtaçtır. İngiliz donanması artık etkili bir dünya gücü değil ama Londra’dan yapılan bankacılık işlemleri ile küresel ticaret güdüsü devam ediyor.
Demokratik dünya içinde monarşi rejimi bazen süreklilik ve istikrar modeli olarak anılsa da, gerçekte yazılı olmayan anayasal kuralları ile tartışmalara oldukça açıktır. Parlamenter sistem içinde Avam Kamarası’nda yeterli sandalyesi olmayan hiçbir hükümet iktidarda kalamaz. Bu yüzden genellikle koalisyonlara gidilir. Krallığı gerçekte kimin yönettiğinin sorusu ortadadır ve anayasal yorumlara açıktır. Eski başbakanlardan Gordon Brown dediği gibi, egemenlik anayasanın temeli olsa da bir masaldan öte değildir. İngilizler ya eninde sonunda duruma göre değişen kurallar yerine sabit kurallarla yaşamayı yeniden öğrenecek ve sevecek ya da hiçbir kuralı olmayan bir alternatif düzende yaşayacaklardır. Seçimler genellikle ülkelerdeki elektriği artırır ama genellikle bir şey değişmez. İngiltere’deki seçimleri İşçi Partisi veya Torilerin(Muhafazakâr) kazanması pek bir fark yaratmaz. İngiltere için önemli olan ayrılıkçı İskoç partilerinin ne kadar oy aldıklarıdır.
İmparatorluk gideli 70 yıl oldu ve birkaç ülkeden oluşan krallık içinde İskoçlar hala ulusal kimliklerini muhafaza ediyorlar. Onlar kadar olmasa da İrlanda kimliği de hala güçlüdür. Ülkenin parçalanmasında ilk sıra İskoçya’da ve bunun küresel sonuçları olacak. İngiliz nükleer silahları da burada üslenmiş ve ülkenin azalan petrol üretiminin hemen hemen tamamı İskoç sahillerinden yapılıyor. İskoçya’nın bağımsızlığı ile birlikte başta hava kuvvetleri olmak üzere İngiliz ordusunun yarısı da güneye taşınmak zorunda kalacak ve yeni üsler 20 milyar pound’a mal olacak. 300 yıl sonra bile İskoçların %45’i bağımsız bir devlet istiyor. Buna rağmen ülkede milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı yükseliyor. Krallık bir yandan oluşturucu devletlerin kendi kaderini tayin hakkı etrafında manevra yaparken, ulusal çıkar ve ulusun ne olduğu üzerinde çalışıyor. Tabii İskoçlar da kendi çıkarları ve İngilizlerle işbirliği arasında bir konumu sorguluyorlar. Bu daha da büyük ölçekte Birleşik Krallığın dünyadaki yerinin ne olduğu sorusunu da gündeme getiriyor.
Sonuç; İngilizleri neler bekliyor?
İngiltere, Soğuk Savaş yıllarını emperyalist güçten geri çekilme süreci olarak geçirdi ve son 20 yıldır Avrupa kıtası ile ABD arasında kendine bir yer bulmaya çalışıyor. 1962 yılında ABD Dışişleri Bakanı Dean Rusk, İngiltere’nin “İmparatorluğunu kaybetmiş ve kendine bir rol bulamamış bir ülke, eski bir ABD uçak gemisine benzediğini” söylemişti. Pek çok kişi İngiltere’nin artık batmakta olan bir transatlantik köprü ya da uçak gemisi olduğu yorumunu yapıyor. Avrupa Topluluğu’nun kurulduğu 1957’den beri birlikten çıkan ilk ülke İngiltere oldu. Avrupa Birliği’nden sonra İngilizlerin Transatlantik ilişkilerinin içi de boşalıyor. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Birleşik Krallık önce imparatorluğu kaybetti ama artık krallık da parçalanabilir. İskoçlar, tüm Krallığın değil, kendi çıkarlarını seçerlerse durum değişir. Bu Avrupa ve ABD ile ilişkilere de yansır. Şimdilik, İngiltere zaman kazanıyor ve tarihteki büyük değişimler için bekliyor. İngiltere, seçeneklerini açık tutmakta, içeride oyunun sonu beklemektedir. Kılıcı bu sefer Mary’nin intikamı için İskoçların vurması bekleniyor.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.