Prof. Dr. Sait Yılmaz
Prof. Dr. Sait Yılmaz - Yazar

Siyasetçi ve Devlet Adamı

“Bir devletin zenginliği ve gücü; ne pamuğu ile,
ne altını ile, ne de ipliği ile ölçülür.
Devletin zenginliği ve gücü
en önce gerçek devlet adamlarıyladır.”
                                                                                        Napoleon Bonapart

Siyasi seçimler, bize atalarımızdan kalan uzun bir tartışmanın uzantısıdır. Siyasi seçimler, belirsizlik ve güvensizliği aşmak için yapılır. Ama seçimlerle doğru kişileri mi seçmiş oluruz? Türkiye’de yakın zamanda yapılacak genel seçimler için aday adayı olanlara baktığımızda ne kadar liyakatli olduğu tartışılır insan figürleri görüyoruz. Partilerin başındaki kişiler de bu adayların içinden bir eleme yaparken bilimsel değerlere göre bir liyakat ölçümü yapmıyor. Bu sübjektiflik zaten tüm devlet yapısını sarmış. Öte yandan, toplum içinden tedavi edilemez, acınası, fanatik kişiler de seçimleri kazanabilir. Hatta bunlar bazen yakınımızda en sevdiğimiz kişiler de olabilir. Amerikalıların seçtiği ve hala paralarının üzerinde resmi olan başkanlardan bazılarının köleleri vardı. Amerika’da kendilerine oy hakkı verilmesini isteyen kadınlar, siyahların oy vermesine karşı çıkıyordu. Bir diktatörü ya da bir insanlık düşmanını gözü kararmışçasına ya da bilmeden destekliyor olabilirsiniz. Ya da bazıları bir şeylerden yararlanmak için bu kişilerin etrafında her şeye göz yumabilir. Bu tür istekler bencildir, bireyler için bir arınmadır ve fikirleri ifade etmenin bir yoludur. Başarılı olup olmayacağını görmenin isteğidir. Birilerini suçlayıp, onun kötü addettiği mirasından faydalanmak üzere kurgulanan devlet yönetimi yozlaşır. İnsanlar gerçek kimliklerinden uzaklaşmak, ikiyüzlü olmak zorunda kalır. Bu yollara itilenlerin pek çoğu bedel ödemek zorunda bırakılmıştır. En kötü içgüdülerimizle olan ilişkimiz gerçekten karmaşıktır.
Demokrasi belli bir oy çokluğuyla iktidar olup, geri kalanları yok sayma, onları düşman belirleme, ezme ve ortadan kaldırma becerisi değildir. Bu olsa olsa alt kültür saplantılarının aşağılık komplekslerinden kaynaklanan intikam hevesidir. Bu coğrafya yüzlerce yıldır bu hastalıklı durumu yaşıyor. Bunları aşmanın yolu doğru bilgi ve rasyonel akıl ile ülke yönetecek insanları iktidara ve bürokrasiye taşımaktır. Siyaset, din ya da başka bir ideoloji adına insanları aldatma becerisi ile değil, bilimsel bilgi ve birikim mücadelesi ile yürütülmelidir. Geçmişten bugüne gücü elinde tutan önderler, siyasiler, elitler ve daha altta toplanan ticaret adamları ve bilgi yayıcıların esas görevi geleneksele dayanan hınç mekanizmasının verimliliğini artırmak oldu. Bu yönetim anlayışında meşruiyeti sağlamak için iktidarın kaynağı olarak genellikle ‘din’ kullanıldı ve ‘teokrasi’ bu tür liderlerin yönetim biçimi oldu. Nitekim Ortaçağ boyunca din adamları ile krallar ve feodal beyler arasında dönemin şartlarına göre bir tür uzlaşı sürüp gitti. Günümüzde dünya devletlerinin ve insanlarının gelirleri ve yaşam standartları arasında önemli farklılıklar var. Demokrasi, insan hak ve özgürlüklerinin uygulamaları dünya genelinde yetersiz. Yolsuzluklar, küresel olarak ciddi bir problem, artarak milli ekonomilerin kanseri olmaya devam ediyor. Dünya genelinde ahlaki çöküş yaşanmakta, diğer yandan köktencilik, dini fanatizm ve devlet liderlerinin otoriter eğilimleri yükselmekte. 
Bir ülkenin geleceğini, tarih içindeki yolculuğu ve coğrafyası kadar devlet adamlarının kalibresi ve vizyonu, halkın kimi seçtiği ya da razı olduğu da belirler. Tarih boyunca halkların kaderi, despotların baskısı altında ezilmek olmuştur ve mesele bugün de despotlardan ve gerçek adaletin olmadığı, yolsuzluklara batmış mafyatik (başarısız) devlet sistemlerinden kurtulmaktır. Devletler güç ister çünkü dünyadaki her biyolojik yaratık gibi insanlar da güç olmak ister. Gücümüzü artırdıkça diğerlerini daha az önemseriz. Yaptırım uygulayacak bir dünya düzeni olmadığından devletler birbirini avlar ya da cezalandırır. Bundan dolayı uluslararası ortama güç hâkim olur. Günümüz dünyasında da farklı demokratik rejimlerde otoriter figürlerin yükselişi, umutsuzluğun siyasi ifade şeklidir. Modern politikacıların görevi; devletin gücünü ehlileştirmek, devletin faaliyetlerini hizmet ettiği halkın rızası doğrultusunda yürütmek ve nihayet özgürlükleri ve adalet olgusunu korurken, refahı ve eşitliği artırmaktır. Ancak, dünya genelinde göreceli olarak genel refah seviyesi artıyor gözükse de otoriter eğilimler artıyor, halklar mutsuz. Gözlerimize bakamayan insanlar tarafından yönetiliyoruz. Ama iletişim çağında diktatör adaylarının işi zorlaşıyor; korku, sindirme ve zülüm ile yönetmek yani istibdat rejimini sürdürmek artık kolay değil. 
Karar verme mekanizması içinde yer alanlar için güç; genellikle bir ‘araç’ değil ‘amaç’tır. Sürekli gücünü artırmak peşindedir, karşısındaki herkesi düşman olarak görür ama gücü rasyonel şekilde kullanmayı bilmez. Ülkelere ve bizlere düşen kral olma ve imparatorluk kurma merakında olanların önünü kesmek, kişisel çıkarları ve keyfi idaresi için devleti ele geçirmek isteyenleri en başından taviz vermeden eleyecek bir anayasal sistem ve uygulama gücü getirmektir. Ama işimiz bununla bitmiyor. Bir ülkeyi büyük yapan ya da büyük yapacak olan nedir? Bunun ölçütleri nelerdir? Her ülke kendi tarihi çizgisi içinde bir anomalidir. Biz kimiz? İdeal miyiz? Bir tür etnik devlet miyiz? Bu tartışmalar felsefi ve teorik açıdan yapıldı. Bu, ne olduğumuza karar vereceğimiz uzun bir tartışma ve mücadelenin devamıdır. Bir etnik grubun baskın olduğu devletlerde etnik bir kimlik olması mantıklıdır. Pek çok ülkede devletler kimlik problemleri ile uğraşıyor, farklı etnik grupların duyduğu güvensizlik ya da ayrılıkçı istekler aşılamıyor. İnsanların vazgeçilmez hakları üzerine yapılan tartışmalara rağmen etnik çatışmalar önlenemiyor. Bütün bunlar bizim kim olduğumuz ile ilgili tartışmaların bir parçası. Dünya değişir ama insanlar değişmez; bu yüzden, açgözlülük ve çıkar çatışması dolayısı ile savaşlar ve şiddet hiç bitmez. Çağımızın küresel hedefi, savaş köpeklerine tasma vururken, uluslararası düzeni bir dengeye ulaştırmaktır. İşte mesele bu; açgözlü, sadece ben bilirim diye insanların iktidardan nasıl uzak tutulacağıdır. Bu makalede, seçimlere hazırlanan Türkiye için devlet, devlet adamı, siyasetçi, liderlik ve devlet yönetimi üzerine derin bir tartışma yapacağız.  

İktidarın Meşruiyeti & Rıza Teorisi

Siyaset, bir toplumdan meşru otoriteye dayanmak suretiyle yapılan varlık ve değer dağıtma faaliyetidir. İktidarın öğeleri; güç ve zorlama ya da benimseme/kabul edilme şeklindedir. İktidarların nihai olarak iki kaynağı vardır: güç ve meşruiyet. Güç ve meşruiyetin araçları zaman ve teknoloji ile değişmekte ise de hem güç hem de meşruiyet düzen için gerekli olmayı sürdürür. Meşru olmayan güç kaos getirir; gücü olmayan meşruiyet ise alaşağı edilir. 
Siyasi iktidarlar için meşruiyet; sadece yasaya değil, kamu vicdanına da uygun olandır. Yoksa ülkeyi yönetenler zamanla meşruiyetini kaybeder ve ‘rıza’ teorisine göre baş aşağı edilirler. 

                              Şekil 1: Devlet ve Şiddet

s1.png 
Meşruiyet sorunun temelinde rıza sorunu ile birlikte devlet yönetiminde güç kullanmayı bilmemek de etkili olur. İktidar, kuvvetler ayrılığı yerine daha fazla güç kazanmaya çalıştıkça bu toplumsal fay hatlarında gerilime yol açar. 
Eğer bir devleti yönetenler halkın rızasını büyük ölçüde dikkate almıyorlarsa zamanla halkın muhalefeti pasif mukavemetten aktif şiddete dönüşür. Birçok devlet halen bu direniş ölçüsünde göreceli olarak meşruiyetini kaybetme riski ile karşı karşıyadır. Bu karşı devrim kendi halkından gelebileceği gibi dış güçler de bu fırsatı kullanmak isterler.
Güçler ayrılığı teorisine göre; devlet organları olan yasama, yürütme ve yargı güçlerin birbirinden ayrılmış oldukları bir devlet yönetim modelidir.

                             Şekil 2: Kuvvetler Dengesi

0s2.png 
Bu üç organ arasında seçimle iş başına gelen siyasiler (seçilmişler) ; genellikle yasama ve icra organının devlet başkanı ve hükümet kısmında yer alır. İktidara kim gelirse gelsin, kamu görevini devam ettirmekle sorumlu olan devlet memurları ise atanmışlardır. Eğer iktidara gelen ve hükümet olan siyasi irade;

- Devlet başkanı düzeyinde tarafsız davranmaz, kendi siyasi eğilimleri dışında olanları dışlar,
- Yürütme içinde tarafsız hareket etmesi gereken (ordu, polis, istihbarat vb.) kurumları siyasi eğilimlerine göre atar, siyasi eğilimlerine göre kadrolaşır,
- Yasama organını kanun hükmünde kararnameler ile işlevsiz hale getirir ve muhalefeti dikkate almaz,
- Yargı atamalarına müdahil olarak yargı ve denetim işlevlerine müdahil olur,
- Ülkedeki sivil toplum örgütleri ve kanaat gruplarını dikkate almaz, 
- Medyayı kendi siyasi yayın organı haline getirirse,

Devlet yönetiminde demokrasinin temeli olan kuvvetler dengesi kaybolur, ülke yönetimi otoriter bir hal alır ve tek parti rejimi kurulmuş olur.
Atanmışlar, devletin tarafsızlığının ve sürekliliğinin temelidir. 
Bu tür geleneksel yönetimde “liyakat” yerine daha çok üst makamların “bende”si, “hizmetkâr”ı veya koşulsuz “kul”u olmak önemlidir. Siyasal sistem kamu gücü ile toplumsal yaşamın hemen her alanına karışır, nüfuz eder. Sistemin merkezindeki otoriter lider, toplumla birlikte tekil bir tarihsel macera içindedir.
Böyle bir devletin meşruiyeti erir ya da belirli yerlerde yok olur. Bu durumda, onu başka devletler, silahlı gruplar, siyasi hareketler doldurur. Bu yapılar, devletin meşruiyeti ve kredisi yok sayarak, halk üzerinde kendi otoritelerini şiddet veya şiddet dışı yöntemlerle sürdürmeye çalışırlar. 

İktidar & Halk Çatışması

Meşruiyetin olumlu göstergeleri olarak; 

- Siyasi şiddetin azlığı, 
- Polis ve asker sayısı, 
- Göç oranı kullanılabilir.

Ancak, bazı güçlü devletlerde meşruiyet belirli bir elite bırakılmış ve yönetim için zora başvuruluyor olabilir. Bu tür devletlerde devletin zorlayıcı gücü yeterlidir ama hukukun üstünlüğüne tabi değildir. Bu tür devletlere Çin, Rusya ve İran örnek verilebilir. Devlet bazı temel işlevlerini sağlamakta ama devlet performansı nadiren kuvvetlidir. Kuzey Kore gibi bazı devletler ise temel işlevlerini bile yerine getiremeyebilir ama kalabalık bir ordu ve nükleer silahları ile kuvvetli kategorisinde yer alabilir.
Eğer halk, ortak amaç bir işgalciden ya da diktatörden kurtulmak isterse direniş rejim değişikliği getirecektir. Bu değişim üç alandaki dönüşüm ile sağlanır;

- Elitlerin öncü olacağı ‘dönüşümler’,
- Muhaliflerin liderliğinde ‘yer değiştirmeler’,
- Hükümet ve muhaliflerin müşterek yapacağı ‘kontenjan’ çalışmaları.

Rejim içinde iki siyasi faaliyet birbirine meydan okur; seçim ve anayasal düzen. Bu yüzden itaatsizlik ve anayasaya karşı olmak bir madalyonun iki yüzüdür. Sonuç olarak, modern bir devlette silahlı kuvvetler düşmanı alt edecek kadar kuvvetli olmalı ama kolluk güçleri bütün halkını alt edecek kadar güçlü olmamalıdır. Halkın gücünün kaynakları şunlardır; 

- Toplum içinde pek çok insan siyasi rejimi değiştirmek için protestoları sürdürme ve günlük yaşamlarını riske atmaya hatta yaralanma ve ölümü göze almaya eğilimlidir.
- Genel olarak belirli bir tırmanmadan sonra barışçı yöntemler yerine şiddet ve hatta silahlı mücadele eğilimi ağır basar.

                 Tablo 1: Şiddet ve Aktörler

t1.png

Halkın gücünü ölçmekte bazı kriterler kullanılabilir;

- Gösterilere veya diğer direniş (grev vb.) yöntemlerine katılanların miktarı,
- Toplumun hangi kesimlerinin katıldığı ve konu ile ne kadar ilgi kurduğu,
- Direnişçilerin sürekliliği,
- Direnişi geliştirmek için kurulan yapılanmanın büyüklüğü ve kapasitesi.
Maskeli ve saklı direniş açık isyana dönüşebilir yani fazla su alan bir baraj patlayabilir. Arap Hareketlerinin bu kadar hızlı yayılmasının arkasında da böyle bir patlama vardı.
Halk gücü ve halkın savaşının (özellikle uzun vadeli mücadelede) beş genel stratejik amacı vardır;
- Çoğunluğun desteğini sağlamak,
- Nüfusun diğer kesimlerini de harekete geçirmek,
- Asker ve polisi yanına çekmek,
- En alttan itibaren alternatif kurumlar inşa etmek,
- Dayanışma ve korkusuzluğu geliştirmek.

Bunlara ilave olarak, sivil direniş stratejisini zamanla aktif şiddete dönüştürmek ister. Bu aktif direniş eğer uygun şartları sağlarsa şiddeti gittikçe artan illegal şiddet olaylarından gerilla savaşına da kadar ileri gidebilir. 

İdeal Politikacı

Politikacılar ve bilim adamları dünyayı genellikle içgüdüleri ve kökleri bazı filozofların büyük fikirlerine dayanan varsayımlarına göre izlerler. Gazeteciler ve akademisyenler genellikle politikacıları hor görür. Hâlbuki politikacıların bilgi kaynakları ve yöntemleri onlar da yoktur. Bu yüzden, oldukça farklı bir düşünce yapısı ve ruhla olaylara yaklaşırlar. Clinton, aktif bir siyasetçi iken Saddam negatif bir kişiliğe sahipti. Franklin Roosevelt’in hipertansiyon hastalığı 1945 yılında onu ülkeyi yönetemeyecek hale getirmişti. Adolf Hitler, sağlık sorunları nedeni ile davranışlarında dengesizdi.  Henry Kissinger, aşırı alkol kullanan Richard Nixon’a “benim sarhoş arkadaşım” diye hitap ederdi. Saddam, kendini Selahattin Eyyubi gibi Haçlı seferlerini durdurma misyonu ile bağlı görürken, Bush’un da kutsal bir savaşta olma ihtirası vardı. Bush, ailesine çok yakındı ve 1991’de babasının yapamadığını başarmak için Saddam’ı hedef seçmişti. Bill Clinton için ABD, dünya ülkesinin kontrolünde, teknolojiye dayanan ve her şeyin birbiri ile bağlantılı olduğu karmaşık bir yerdi. Oğul Bush’un bazı devletleri “serseri” diye algılaması savaş açması için gerekli bir neden oluşturmuştu.

         Liderlerin bireysel özellikleri Tablo 2’de görülmektedir.

t2.png

Max Weber’e göre bir siyasetçide olması ve olmaması gereken özellikler şunlardır:
Bir siyasetçi de olması gerekli özellikler: Gerçekleri ve olayları içselleştirme, sürdürülebilir tutkuya sahip olmak, sorumluluk bilinci, ölçülülük, olaylara ve insanlara mesafeli olmak, gerçek iktidar sahibi olmak, nesnel olma özelliğine sahip olmak.
Bir siyasetçi de olmaması gereken özellikler: Nesnellikten yoksunluk, tutkudan yoksunluk, sorumsuzluk, ölçüsüzlük, kendini beğenmişlik, eylemlerini hafife almak, iktidar için iktidardan kaçınmamak, kısır heyecan peşinden koşmak, parlak iktidar peşinden koşmak. 
Max Weber’e göre, tutku tek başına politikayı belirleyen temel şart değildir. Bir politikacının, siyasal eylemlerini gerçekleştirirken kendini bir davaya adamasının yanı sıra olayları içselleştirmesi ve rasyonel bir çizgiye oturtması gerekir. Çünkü siyaset güç temelinde ele alınır ve güç temeli üzerinden işlem yapar. Siyasetçi, siyaset ve güç ilişkilerini çok iyi ayarlayabilmelidir.
Son olarak, yarının ve bugünün Türkiye’yi liderleri ve devlet adamlarında bulunması gerekenlere gelecek olursak uzun bir liste yapabiliriz ama olmazsa olmazlar şunlardır;

  • Atatürk’ün Nutku’nu ve Devrim Tarihini ezbere bilmeli, Atatürk’ün düşüncelerini özümsemiş olmalıdır. 
  • Atatürk milliyetçisi ve Türkçü olmalıdır; vizyonu sadece Türkiye’nin değil, Türk Dünyasının birliği ve gelişmesini kapsamalıdır.
  • Türkiye’yi yönetenlerin öncelikle ülkesinin birlik ve beraberliğine, toprak bütünlüğüne ve çıkarlarına son derece bağlı, milliyetçi ve Realist insanlar olması beklenir. Bu kapsamda, her devlet adamının asli görevi olan şu üç temel ulusal çıkarın farkında ve takipçisi olmalıdır;
  1. Ülkenin bekası ve toprak bütünlüğünün korunması.
  2. Halkın refah seviyesi ve yaşam standartlarının geliştirilmesi.
  3. Başta Türklük olmak üzere ülke kimliğinin (din, dil, tarih vb.) ve homojenliğinin korunması.

- Ülkesindeki her kesimin hak ve beklentilerini karşılayacak ve onları da kapsayacak İdealist bir karakterde olması gerekir. Bu idealizm, sadece ülkesinin değil, diğer ülkelerin beklentilerine de saygı gösterecek, iklim ısınması ve terörle mücadele gibi küresel çıkarların gözetilmesini içermelidir. 
- Sağlam karakterli, algılama ve analiz yeteneği yüksek, (bürokrasi ve diğer ülkelerin devlet adamları ile) iyi iletişim kuracak, nazik, kibar ve empati yeteneği yüksek biri olmalıdır. 
- Ülkenin çıkarlarını ve gerçekliği göz ardı edecek kadar sübjektif (din, ideoloji vb.) akımlara kapılmamış, objektif biri olmalıdır. 
- İktidarı bir çıkar grubu ile birlikte değil, sivil toplum ile birlikte yönetmeli, başta medya ve bilimsel kurumlar olmak üzere çok sesliliğe ve şeffaflığa önem vermelidir.
- Demokrasiye inanmış ve başarısız olduğunda kendiliğinden görevi bırakacak nitelikte olmalıdır. 
- Ülkeyi demokrasinin temeli olan laik esaslara göre yönetmelidir.
- Her durumda hukuka saygılı olmalı, hukukun üstünlüğünü devlet olmanın temeline yerleştirmelidir.
- Milli güvenlik politikaları, milli savunma planlaması, politika ve strateji geliştirme, politika-istihbarat ilişkisi, ekonomi yönetimi gibi temel konularda yeterli bilgi düzeyinde olmalıdır. 

Ülkemizin yönetiminde yer alan ve almak isteyen bireylerimiz için son maddeye yer verdiğim bilgileri kapsayan; “Devlet Adamı El Kitabı” isimli bir başvuru kitabı hazırlıyorum. Bu aşamada daha önce yayınladığım “Uluslararası Güvenlik” ve “Ulusal Savunma” kitaplarımı okumalarını tavsiye ederim.
Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;
https://www.academia.edu/99921280/Siyasetçi_ve_Devlet_Adamı

Toplam 1677 defa okunmuştur.

Prof. Dr. Sait Yılmaz diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.