Türk Milliyetçiliği yeni binyıla hazır mı?
Türk’ün Sünni’si, Alevi’si, Hıristiyan’ı olmaz; Türk, Türk’tür
“Türklük kader, din seçimdir.”
Ahmet Yesevi
Türkiye’de milliyetçilik, hem güncel siyasi tartışmalarda, hem de daha derindeki siyasal süreçlerin oluşmasında en etkili eğilim olmuştur. En soldan en sağa kadar bütün siyasi akımların içinde, farklı tonlarda ve dozlarda bir milliyetçilik mayası, en azından etki gücü vardır. Neredeyse bütün siyasi yapıların içinde temsil edilen milliyetçilik, Türkiye'nin pek çok meselesinde, kolay açıklamalar ve tepkiler için sık başvurulan ve çoğunlukla başarıyla işleyen şablonları da sağlar. Önceki makalemizde (Yeni Milliyetçilik) anlattığımız gibi, Türkiye’deki milliyetçiliğin, dünyada yükselmekte olan yeni sağ popülizm ve yeni tür milliyetçiliklerle benzerlikleri yanında, önemli farkları da bulunuyor. Meşrutiyet döneminde iktidarda olan İttihat ve Terakki Partisi çevresinde destek bulan milliyetçilik, Turan ülküsü (Dünyadaki bütün Türkleri tek bayrak altında toplamak) gibi aksiyoner heveslerle ilişkisine rağmen, aslında bir savunma ideolojisiydi. Kurtuluş Savaşı’nın yürütücü, Cumhuriyet’in kurucu ve günümüz sivil siyasetinin itici dinamiği de Türk milliyetçiliğidir. Bununla beraber, milliyetçilik ilkesinin aleyhinde en yaralayıcı, en alçaltıcı ve en tahripkâr hamleleri tasarlayıp uygulayanların sayısı gün geçtikçe çoğalıyor.
İsmet İnönü döneminde durgunlaşan milliyetçilik ve Türkçülük, 1970’lerde yükselişe geçti. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardında ortaya çıkan Türk Cumhuriyetleri 1990’larda yeni bir heyecan yarattı. Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurulması ve atılmakta olan ciddi adımlar ve her şeyden önemlisi Türk Devletlerinin Rus edilgenliğinden kurtulmak için cesaretli tutumları önümüzdeki binyıl için bizlere umut veriyor. Ancak, bir yandan ülkemizde birileri hala “Türk” ve “Türkiye Cumhuriyeti” kavramından rahatsız oluyor. Türkistan, Türklerin atayurdu, Türkiye Cumhuriyeti ise Türk Dünyasının motor gücüdür. Bu ülkeyi yönetenlerin binlerce yıldır “Türk” adını yaşatanlara, çeşitli ülkelerin içinde hala esir yaşayan Türk kardeşlerimize ve Türk Birliği’nin kurulması hayalini yaşayanlara borcu vardır. Ancak, Türk milliyetçiliğinin dışarıdan yönetilen ve yönlendirilen bir akım haline getirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Türk milliyetçiliğinin yeni konjonktüre adapte edilmesi için yeni teorik çalışmalara ve yeni stratejilere ihtiyacımız var. Bu makalede, Türk milliyetçiliğinin Anadolu coğrafyasında geldiği yol ile ilgili bir özet yapacağız. Şüphesiz diğer Türk devletlerindeki kardeşlerimizin de (Kazak Şair Mukağali’den Uygur savaşçı Osman Batum’a) özellikle Sovyet/Rus ve Çin esareti dönemine ve bugüne Türk kimliğine koruma mücadelelerine ilişkin anlatacakları uzun birer hikâyeleri var.
Osmanlı ve milliyetçilik
Türk milliyetçiliği, Osmanlı’nın ümmet anlayışını 19. yüzyılın sonuna kadar sürdürmesi nedeni ile gecikmiş bir milliyetçiliktir. II. Abdülhamit devri, yasaklara rağmen ‘milliyetçilik’ akımının Türkiye’de şekillenmeye başladığı devirdir. 1860'larda Namık Kemal öncülüğündeki Genç Osmanlılar, İslam ümmetinin geleneksel ayrıcalıklarını gayrimüslimlerle paylaşmayı reddeden bir milliyetçilik türünü savundular.
19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu ülke içindeki etnik grupların ayrılıkçı milliyetçi hareketleri ile karşılaşınca, II. Abdülhamit (1876-1909) yönetimi tüm etnik grupları kapsayabilmek için Osmanlıcılık bayrağına sarılmıştı. Ancak, etnik gruplar bir bir bağımsızlığını kazanıp, kopmaya başlayınca II. Abdülhamit bu sefer İslamcılık yolunu seçti.
Muhtelif etnik, dil ve din gruplarından oluşan Osmanlının bu ideale yaklaşması söz konusu olamazdı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında Türk olmayan grupların aşırı milliyetçi istekleri karşısında, bunlarla bir arada yaşamanın mümkün olmadığı anlaşılmaya başlandı ve “Türkçü” hareket böylece başladı.
Türk milliyetçiliği, daha çok Avrupa, Balkan ve Slav milliyetçiliğine karşı bir reaksiyon ve hayatta kalma ideolojisi olarak doğmuştur. Osmanlı döneminin savunmacı milliyetçiliği daha sonra Turan ülküsü (bütün Türkleri bir bayrak altında toplama) ile ilişkilendirilmiştir. Türk milliyetçiliği, önce Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve ulus-devletin kurulması için sosyolojik bir temel daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni bir arada tutan çimento olmuştur.
Osmanlıların Kırım Savaşından sonra Orta Asya Türkleri ile olan siyasal ilişkileri de Türklerde milliyetçiliğin canlanmasında önemli rol oynamıştır. Rus yayılmacılığından etkilenen Orta Asya Türklerinin Osmanlı Devletinden İslam birliği adına yardım talepleri ile başlayan bu ilişkiler, Osmanlılar da; Osmanlı olmayan Türkler konusunda bir bilinçlenmeye yol açmıştı. Ancak, bundan çok daha önemli ve etkili olan gelişme Rusya da Çarlık yönetiminin baskılarından kaçarak Osmanlı devletine sığınan Türk aydınlarının, Türkiye de önce kültürel sonra siyasal Türkçülüğün gelişmesine olan önemli katkılarıdır.
1789 Fransız Devrimi Osmanlı Devleti’nde farklı düşüncelerin çıkmasına da sebep olmuştur. Devletin çöküşünün önüne geçmek için Osmanlıcılık, Türkçülük, Batıcılık ve İslamcılık olarak dört ana görüş ortaya çıkmıştır.
- Osmanlıcılık; Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan insanları din, dil, ırk ve millet gözetmeksizin Osmanlı şemsiyesi altında toplama düşüncesidir. Bu düşünce Balkan Savaşları sonunda, Balkanlardaki azınlıklarının bağımsızlıklarını kazanması sonucu etkinliğini kaybetmiştir.
- İslamcılık akımı ise; ırkı ne olursa olsun Osmanlı çatısı altında yaşayan Müslümanları birleştirmeyi hedefleyen bu görüş, 1. Dünya Savaşı’nda bağımsız bir Arap devleti kurma planları sonucu önemini yitirmiştir.
- Batıcılık fikri; Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve gerçekleşen tüm ıslahatlar kaynağını bu akımdan almaktadır. İlk olarak askeri alanda başlayan batılılaşma hareketi daha sonra siyasi ve ekonomik alana da sıçramıştır.
- Türkçülük akımı ise Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarının uygulanamadığı bir zeminde ortaya çıkmıştır. İlk etapta edebiyat ve sanat alanında ortaya çıkan akım zaman içinde siyasi bir tavır olarak da yerini almıştır.
19. Yüzyıl Osmanlı aydınları arasında belirli bir yer tutan dilde sadeleşme (dilde Türkçülük), 20. Yüzyıl başlarında kültürde Türkçülüğe, ‘bütün Türkçülüğe’ ve nihayet siyasi Türkçülüğe varmıştı. Böylece Dış Türkler meselesinin (dış Türklerin bağımsızlığı veya bir bayrak altında toplanmaları) temelleri de atılıyordu. İstanbul’da toplanan Türkçülük akımı taraftarları hem yayınlarının sayısını artırmış hem de teşkilatlanmaya başlamışlardı.
Atatürk milliyetçiliği
Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük fikirlerinin aydınlar arasında gerçekleşen mücadeleleri arasında kendi fikirlerini oluşturdu. Atatürk, Türk milletini oluşturan tarihî gerçekleri “siyasî varlıkta birlik”, “dil birliği”, “yurt birliği”, “ırk ve menşe birliği”, “tarihî yakınlık” ve “ahlâkî yakınlık” olarak sıraladıktan sonra Türk milletinin oluşumunda yer alan bu şartların diğer milletlerin çoğunda olmadığını belirtmiştir.
Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, Türk milletinin bağımsız, mutlu, zengin ve çağdaş bir şekilde yaşamasını amaçlayan ancak bunu yaparken de millî çıkarlarına bir saldırı olmazsa diğer milletlerle uyum içinde çalışan, diğer milletlerin haklarına saygı gösteren bir milliyetçilik anlayışıdır. Atatürk’ün milliyetçi anlayışı başlangıçta ve Anayasa’da belirtildiği ifadesi ile Türk olsun olmasın tüm vatandaşları kapsayan bir milliyetçiliktir. Ancak, Atatürk aynı zamanda Ziya Gökalp gibi en önemli Türkçülerden biridir. Bu düşünceleri özellikle Cumhuriyetin kurulmasından sonra eylem boyutuna geçecektir.
Kurtuluş Savaşı ile birlikte Türk milliyetçiliği, bir aydın hareketi olmaktan çıkıp devletin savunma ideolojisine dönüştü. Atatürk’ün Yusuf Akçura’yı 1923 yılında İstanbul mebusu olarak Meclise sokması ve onu Kurtuluş Savaşı sonrası TBMM adına İstanbul'u İtilaf Devletleri temsilcilerinden resmi olarak teslim almaya göndermesi çok dikkat çekicidir. Fikirleri ve faaliyetleriyle Mustafa Kemal Atatürk’ün de takdirini kazanan Akçura, Cumhuriyetin ilanı ile birlikte tarihçiliğiyle Türk toplumuna hizmet etmiştir. Yine Fahrettin Paşaya “Altay” soyadını vermesi, Afet İnan’a yaptırdığı tarih çalışmaları, kendisinin okuduğu kitaplar ve bunlara düştüğü notlar Atatürk’ün Türkiye dışındaki Türklere de ilgi duyan bir Türk milliyetçisi olduğunu ortaya koymaktadır.
Atatürk, Fuat Köprülü’ye kurdurduğu Türkiyat Enstitüsünde Türk Ocağı içinde akademik bir faaliyete dönüşmesini beklediği dil ve tarih araştırmaları’nın istediği kadar hızlı ve verimli olmadığını görünce, 1931 yılında Türk Tarih Kurumunu, 1932 yılında Türk Dil Kurumunu kurup Türkoloji biliminin verilerinin hayatımıza taşınmasını sağladı. Devletin temel değerleri, eğitimin hareket noktası ve hedefi hâline getirmek üzere, bu yöndeki bütün çalışmaların içinde bizzat bulundu.
Bazı kişiler Atatürk milliyetçiliği ve Türk milliyetçiliği arasında bir fark olup olmadığına ilişkin kafa karışıklığı da yaşamaktadır. Sanırım buna en iyi cevabı Prof.Dr.Ümit Özdağ şu sözleri ile cevap veriyor;
“Ben, Atatürk milliyetçisi değilim, Atatürk’ün yorumladığı çerçevede Türk milliyetçisiyim. Atatürk, Türk milliyetçisi idi. Biz Türk milliyetçileri de öyleyiz. Eğer Türk milliyetçisi olduğunu söyleyen birisinin Atatürk ile ilgili herhangi bir sorunu varsa bilin ki ya Atatürk’ü gerçekten anlamamıştır ya da gerçekten Türk milliyetçisi değildir.
Türk Solu ve milliyetçilik
Türk solunda “millet (ulus)” ve “Sol” kavramlarının bağlamı en önemli düşünsel sorunlardan birisi olmuştur. Cumhuriyet aydınları için ‘devleti korumak kollamak’ birinci vazife idi. O zamandan beri ‘milli birlik beraberlik’ ‘ulusal çıkarları korumak’ öncelik halini aldı. Bu gelenek, Cumhuriyet tarihi boyunca da Sol’un anladığı demokratik ve özgürlükçü ortamın ortaya çıkışını en azından 1961 Anayasası’na kadar engelledi.
1963 seçimlerindeki Türkiye İşçi Partisi deneyimi ve CHP’nin 1974 ve 1977 seçimlerindeki başarıları, kısmen 1990’lar başındaki SHP deneyimi haricinde Türkiye’de siyaseten bir soldan bahsetmek mümkün değildir. Bunlar dışında kendine sol, sosyalist diyen parti, grup ve örgütlerin hiçbirinin bir halk tabanı olmamıştır. Altı okunda devletçilik ve milliyetçilik olan Atatürk'ün CHP’si, İnönü’nün operasyonu ve Ecevit’in girişimleri ile solcu bir parti olmuştu.
Bugün sol düşünceyi temsil eden CHP, DSP ya da Vatan Partisi gibi siyasi yapıların milliyetçi partileri bile aşan söylemleri ile ne kadar solcu oldukları tartışılır hale geldi. Bu durum Türkiye’de suni olarak ulusalcı ve milliyetçi ayırımını yarattı. Sol düşünce içinde yeşerip gelişen ve solu ayrılık için kullanan bölücülük ve mezhepçilik de bugün Sol düşünceden büyük ölçüde sıyrıldı.
Son yıllarda kavram kargaşası yaratan “ulusalcı” ve “milliyetçi” ayırımı konusuna değinmemiz gerekir. Bu konuda iki görüş var. Birincisine göre ikisi arasında bir fark yoktur. İkincisine göre; ulusalcılara sola yakın, milliyetçiler ise sağa yakındır. Bu yüzden, ulusalcılara emperyalizme, ABD ve NATO’ya kafayı takmışken, milliyetçiler daha liberal bir bakış açısına sahiptir. Türk milliyetçiliğin siyasal tabanı geniş, entelektüel birikimi zayıftır. Tam tersine Marksist sol, entelektüel olarak güçlü, siyasal taban olarak zayıftır.
Türk Solunun içinde de Marksist, Maocu olduğu kadar; ulusalcı, Atatürkçü, Kürtçü olan olmayan pek çok eğilim ya da grup var. Örneğin Doğan Avcıoğlu, Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy gibi Sol görüşlü değerli bilim insanlarımız Atatürkçü ve milliyetçi idi. Aynı şekilde Türk Solu dergisini çıkaran Deniz Gezmiş gibi pek çok tanınmış devrimci de milliyetçi idi.
Bugün için bir ayırım yapmak gerekirse, anahtar kelime “Türk” yerine “Türkiye” kelimesini kullananlar ile ilgilidir.
- “Türk” kelimesini kullananların genellikle milliyetçilikle bir problemi yoktur. Ancak, bunların arasında da konu dış Türkler, örneğin Doğu Türkistan ya da Türk Devletleri olduğu zaman milliyetçilik sona ermektedir.
- Kendini tanımlamak için “Türkiye” kelimesini kullananlar ise Türk kimliği yerine çoklu etnik yapıyı tercih eden, HDP’ye veya Ermeniler gibi diğer etnik/azınlık gruplara yakın olan kesimlerdir. Örneğin geçtiğimiz yıllarda TKP’den ayrıldıktan sonra Kürt olmadığı halde HDP’den milletvekili olanlar bu gruptadır. Ulusalcıları, Türk kimliğini egemen güçlerin istedikleri şekilde algılamakla suçlamaktadırlar.
Sol’un Türk yerine çoklu etnik yapıyı vurgulamak için ‘Türkiye’ kelimesini tercih etmesi, 1923 Devrimi yerine akıllarına ‘Dersim olayları’nın gelmesi, 12 Eylül ve Kürt sorununa takılıp kalmış olmaları; Türk kimliği ve Türk tarihi ile bütünleşmelerine engel olmaktadır.
İslamcılık ve milliyetçilik
İslamcılık, İngiliz patentli bir akım olarak İngiliz sömürgesi Hindistan üzerinden Osmanlı Türkiyesi’ne gelmiştir. İslamcılığın ilk ideologu Cemaleddin Afgani (1838-1897), Osmanlı’daki İslamcıların düşünsel haritalarını çizen kişiydi. Onun ateşlemesi ve öncülüğünde İslamcılık siyasal bir akım haline geldi.
20. yüzyılın başlarında Türkiye’de İslamcı düşüncenin gelişmesinde, Cemalettin Afgani’nin düşünce çizgisini sürdüren Muhammed Abduh’un etkisi önemli olmuştur. Osmanlı’da ise İslamcılık akımını milli ve ümmetçi (gayr-i milli) olmak üzere iki ayrı kategoride ele almak gerekir.
- Bunlardan “milli” olanı Mehmet Akif’in (Ersoy) başını çektiği ve 1980’lerde Türk-İslam sentezi olarak ortaya çıkan akımın öncüleri olan gruptur.
- “Ümmetçi” kolda ise Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, damadı İbrahim Bey gibi İstanbul’un işgali sırasında yabancılarla işbirliği yapan ve gerici ayaklanmalarına yol açan düşünce sahipleri bulunmaktadır.
Mehmet Akif, ilk TBMM’ne Burdur Milletvekili olarak girmesine rağmen, 1925 yılında devletin insanımızı rasyonelleştirme (dünyevileşme) gayretleri karşısında küserek Mısır’a gitti. Bu dönemde, Atatürk’ten kaçarak Mısır’a gelen Şeyhülislam Mustafa Sabri ve damadı İbrahim Bey’in, Atatürk’e karşı birlikte çalışma teklifini, Mehmet Akif reddetti.
Mehmet Akif, Osmanlı döneminde Teşkilat-ı Mahsusa için çalışan, dindar olduğu kadar milliyetçi de bir aydındı. Atatürk, 28 Nisan 1920’de ilk Meclis’in açılışında onu Meclis kapısında kucaklayarak karşılamıştı. Nitekim 1936 yılı Haziran ayında Mehmet Akif Türkiye’ye geri döndüğünde, Atatürk, ona maaş bağlattı. Atatürk, her 15 günde bir gazeteci Hakkı Tarık Us vasıtası ile hasta yatağında onu ziyaret ettirerek, bir isteği olup-olmadığını sordurdu.
Bugün Türk milliyetçileri hem tavanda hem de tabanda bölünmüştür. Bugününe baktığımızda Türk milliyetçiliğini temsil eden tek bir siyasi parti yok ama parçalanmış durumda bir akım var. Türk milliyetçiliği kendi mecrası dışından yönetilen ve yönlendirilen bir konuma düşmemeli, başka akımlara maske olmamalıdır. Türkçülüğün üç temeli; Türk tarihi, Türk dili ve Türk kültürü; bu üç konuya dayanmayan Türkçülük olmaz. Ancak, milliyetçilik ve Türkçülüğün tek odak noktası Türkler değildir. Ekolojiden küresel konulara yeni düşünceler ortaya çıkaracak aydınlar gereklidir. Türkiye’de artık Milliyetçi Aydın yetişmemektedir. Olanlara da sahip çıkılmamaktadır. Türk milliyetçiliği konusunda yeni doktrin çalışmaları yapacak ciddi sosyologlara ihtiyacımız var.
Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;
https://www.academia.edu/94558813/Türk_Milliyetçiliği_yeni_binyıla_hazır_mı
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.