Prof. Dr. Sait Yılmaz
Prof. Dr. Sait Yılmaz - Yazar

Üçüncü nükleer çağ...

    ABD yönetimi 1987’de imzalanan Orta Menzilli Nükleer Güçler Anlaşması’ndan (INF) çekilmeyi ve anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesini istiyor. ABD başkanı Donald Trump, kararının gerekçesini ‘Rusya ve Çin sürekli silahlanırken biz buna müsaade edemeyiz’ şeklinde açıkladı. Bu iddialar, Amerikalıların nükleer silahlarını modernize etme, artırma yanında füze, denizaltı ve savaş uçakları gibi nükleer silah atma platformlarını geliştirme gerekçesi olarak sunuluyor. Nükleer silahların azaltılması konusunda yakın zamanda tekrar bir işbirliği veya silahlanmadan vazgeçme olasılığı gözükmüyor ama nükleer kabiliyetleri artırma çalışmaları hızla devam ediyor. Putin ise Nükleer Armageddon’dan (Kıyamet Savaşı) bahsediyor. Gelinen durum Soğuk Savaş döneminden daha kötü. Neler oluyor ve olabilir? Anlatalım...

Nükleer çağ...
Nükleer silahlanma gayretlerini üç ayrı döneme ayırabiliriz. 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki’nin bombalanması ile başlayan ilk dönemde nükleer silahlar, Doğu ile Batı arasındaki muhtemel bir çatışmanın korkutucu unsurlarıydı. Önceleri Amerikalılar, nükleer silahları savaşta daha fazla insanı yok etmek için ‘topçunun takviyesi’ rolünde gördüler. Bu dönemin önemli bir virajı 1962 yılında yaşanan Küba Krizi oldu ve nükleer savaşın kazananının olmayacağı düşüncesi yani nükleer silahtan kullanmaktan uzak durulması gereği kafalara iyice yerleşti. Artık nükleer silahlar ‘caydırıcılık’ vasıtasıydı. 
  

İkinci nükleer çağ, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ile başladı ve Soğuk Savaş’ın son döneminde imzalanan anlaşmaların gereği ve genel iyimserlik havası içinde taraflarca nükleer silah envanterleri önemli ölçüde azaltıldı. Ancak, Rusya tarafında nükleer silahlar, eski Sovyet gücüne ulaşmanın ve dünya gücü kalmanın bir garantisi olarak görülmeye devam etti. Rusya’nın elde kalan ortaklıkları da onun nükleer gücünden cesaret alıyordu. 1998 yılında Hindistan ve Pakistan tarafından yapılan nükleer testler bu çağın yeni zorluklarının habercisi oldu.

Üçüncü nükleer çağın başlangıç noktası, 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi oldu. 1990 sonrasında konvansiyonel kabiliyetlerinin ABD’nin çok gerisinde olduğunun farkında olan Ruslar, ikinci çağda nükleer kabiliyetlerine dayalı bir savunma anlayışını korumuşlardı. Şimdi ise konvansiyonel gücü sınırlı olan Rusya’nın nükleer gücü komşuları için ciddi bir endişe konusudur. Çünkü Ruslar, nükleer kabiliyetlerini konvansiyonel savaşta kullanmanın hesaplarını yapıyorlar. Diğer yandan Kuzey Kore ve İran’ın nükleer programları, Üçüncü Çağ’da nükleer silahların rolü konusunda yeni tartışmalar başlattı. 

Nükleer stratejik ortamdaki değişimler...

Bugünün stratejik ortamı 30 yıl öncesinden çok farklı. Soğuk Savaş sonrası nükleer silahlar konusundaki trendleri şu şekilde sıralayabiliriz;
    - ABD ve Rusya, nükleer savaş başlık sayısını azaltmaktaydı. Her ikisi de, 1991 yılından beri stoklarını %75 azalttı.
    - Ruslar 1990’ların sonundan itibaren nükleer silah atma sistemlerini modernize etmeye başlarken, ABD ise kendi sistemleri için araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ciddi fonlar ayırmaya başladı. ABD bir nükleer atma sistemini son olarak 1994’de kurarken, Ruslar en son yeni bir sistemi 2016’da kurdular.
    - ABD’ye göre kendi nükleer modernizasyon programı Yeni START Anlaşması’na uygun olarak 1.550 kurulu savaş başlığı sınırları içinde yürümektedir. Gene Amerikalılara göre Ruslar, bu sınırı 2011’de aştılar. 
    - ABD, Avrupa’daki ‘stratejik olmayan’ nükleer silah sayısını 1970’lerdeki yaklaşık 7.000’den bugün 180’e düşürdü. Sovyetler Birliği döneminde bu miktar yaklaşık 20.000 civarındaydı. Bugün ise Ruslarda 2.000 - 4.000 civarında bulunduğu iddia ediliyor. Dolayısı ile ABD, Rusları azaltma yönündeki kendi trendini izlememekle suçluyor.
    - Amerikalılar, Rusların her yıl daha akıllı ve etkili nükleer savaş başlıkları üretirken, kendilerinin yeni kabiliyetler inşa etmediğini iddia ediyorlar. Hatta 1980’lerden beri yeni bir nükleer başlık, 1990’ların başından beri ise hiçbir yeni başlık üretmediklerini söylüyorlar. Rusların, kilotondan daha düşük ve taktik nükleer silah üreterek, Batının Avrupa’daki olası müdahalelerini önleme niyetinde oldukları düşünülüyor.
Bu iddialara dayanarak ABD, Rus nükleer kabiliyetlerine bir reaksiyon olarak yeni bir strateji ihtiyacı arayışındadır. Sadece Rusya’ya karşı değil Çin’e yönelik olarak da nükleer gücünün modernize edilmesi ve caydırıcı seviyeye ulaştırılması hedefleniyor.
    ABD, gerçekte ne yapmak istiyor?
ABD, 2010’lu yılların başından itibaren Rusları sık sık INF Anlaşması’nı ihlalle suçlamaya başlamıştı. INF’nin ABD’ye diğer bir yararı da Çin, Kuzey Kore ve İran’a yönelik sınırlamaların da ortadan kalkması olacak. Özetle nükleer çılgınlığın önü tamamen açılıyor. Öte yandan ABD’nin Çin ile Güney Çin Denizi’nde beklenen savaşında kullanacağı ASB (Hava - Deniz Muharebe) Konsepti ile Çin’in A2/AD önleme konsepti INF düzenlemeleri içinde uygulanamaz. 
    INF’nin kalkması Washington’a Rusya’ya karşı daha yakın ve saldırgan vasıtalar sağlayacak. ABD, Doğu Asya’da gemileri ve denizaltıları dışında da Çin’i nükleer füzelerle kuşatabilecek. Trump, INF’den çekilerek ABD’nin nükleer envanterini geliştirmenin önünü açacak. ABD yönetiminin nükleer silahlanmaya kamu desteği sağlamak için medyada propaganda teması “daha güvenli ülke”. Bu Rusların da işine gelecek. Putin, askeri gücünü ancak nükleer gücü ile ayakta tutabileceğinin ve bu şekilde Rus çıkarlarını ve gündemini sürdürebileceğinin, bunun da kendi varlığını meşru kılmanın en önemli sahnesi olduğunun farkında. Nitekim Putin, şimdi bir konferanstan diğerine gidip korku senaryoları anlatıyor. 

Sonuç...

Eğer nükleer silahlanmayı durduramazsak, bu sefer Soğuk Savaş’taki gibi şanslı olmayabiliriz. ABD yeni nükleer stratejisinin gerekçelerine inandırmak için hikâyeler düzerken, NATO içinde yeni strateji tartışmalarını başlatarak, her zaman olduğu gibi başta İran olmak üzere kendi tehdidini diğerlerine satmak istiyor. Nitekim Temmuz 2016’daki NATO’nun Varşova Zirvesi’nin ana gündem konularından birisi ‘yeni nükleer strateji’ oldu. Avrupa’nın öte yakasındaki Rusların nükleer kabiliyetli savaş uçakları, denizaltıları komşu ülkelere yönelik tehdidin ana kaynağıdır. Caydırıcılık ve karşı koymak için ABD’den çok bizlerin yeni stratejilere ihtiyaç var.  

Bizim gibi ülkelere düşen, hava savunma sistemleri yani denizden ya da havadan atılacak bu savaş başlıklarını ve atma vasıtalarını vuracak kabiliyetleri edinmektir. Rusya’nın ise en yakın potansiyel tehdit olduğunu göz önüne alırsak, kendi milli hava savunma sistemimizi geliştirmek için oldukça yolumuz olduğunu ve ABD tarafından NATO içinde 70 yıldır uyutulmaya devam ettiğimizi söyleyebiliriz. En iyi savunma, ‘taarruz’ olduğuna göre belki de kendi nükleer silahımızı yapmamızın zamanı gelmedi mi? Türkiye’nin nükleer stratejisi kendi askeri hedeflerine uygun, daha çok taktik seviyede olmalıdır; bunun için de bazı fikirlerimiz var..

Bu makalenin geniş versiyonu için;

Toplam 1712 defa okunmuştur.

Prof. Dr. Sait Yılmaz diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.