Prof. Dr. Sait Yılmaz
Prof. Dr. Sait Yılmaz - Yazar

Cumhuriyetin 100. Yılında Devrimcilik ve Atatürkçülük

Türkiye’de “devrim” kelimesi öncelikle ve doğru olarak Mustafa Kemal Atatürk ile özdeşleştirilir. Ancak, Anadolu coğrafyasının uzun bir ayaklanma ve devrim tecrübesi var. “Kamu malları halka dağıtılmalıdır” diyen ilk Türk sosyalist, Şeyh Bedrettin 1 örneğinde olduğu gibi pek çok devrimci düşünce ortaya çıktı. “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir”
diyen Dadaloğlu gibi pek çok devrimci Osmanlı tarihine kahramanlık hikâyeleri ile geçti.
Modern dönemin ilk devrimcileri Jön Türklerdi ama onların yeni devrim anlayışı II. Abdülhamit’in devrilmesi ve yeni bir anayasa yapılması hedefine odaklanmıştı. Atatürk’ten sonra 1968 olaylarından etkilenen bir grup genç Küba’yı örnek alarak silahlı eylem yoluyla, “Tam Bağımsız Türkiye” sloganıyla yola çıktı ve ezildiler.
Atatürk’ün devrimciliği sadece Türkiye değil, dünya tarihi içinde önemli ve örnek olmuş bir devrim modelidir. Ulusal Kurtuluş Savaşı, antiemperyalist niteliği, işgal edilmiş bir ülkede halkın ezici çoğunluğunu vatan savunması etrafında seferber etmesi, mücadelenin ulus egemenliğine dayanan, laik, çağdaş bir devlet kurularak sonuçlanması ve sonrasında yapılan atılımlar nedeniyle, tarihte çok özgün ve başarılı bir savaş olarak kabul edilir. Mustafa Kemal
Paşa, yurdunu ve bağımsızlığını savunup, çağdaş bir devlet modelini yaşama geçirmek için Batı emperyalizmine karşı savaşırken, aydınlanmacı ve çağdaşlaşmacı bir yolda yürüdüğü için de, seçkin bir devlet adamı olarak saygı görür. Atatürk, Türk milletini eski çağdan yeni bir çağa taşımış, modern bir devlet kurmuştur.
Atatürk’e göre devrim, eski şeyleri onarmak yani reform değil, yeni ve çağın şartlarına uygun bir eser ortaya koymaktır. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılının heyecanını yaşadığımız bugünlerde Atatürk’ün eseri, köhnemiş bir imparatorluğun arkasından emperyalizme karşı silahlı bir kurtuluş mücadelesinin ötesinde, Türk milliyetçiliğine ve Türk kimliğine dayalı bir ulus-devlet kurma projesidir. Atatürk, yeni bir ulus inşa etmiş ve devrimci ilkeleriyle yirmi
birinci yüzyıla da rehberlik etmektedir. Türkiye’nin bugün de Atatürk’ün rehberliğinde devrimcilere ihtiyacı var çünkü Altı Ok’un ucu açıktır. Atatürk devrimlerini geliştirmek ve hedeflerine ulaştırmak için çok çalışmalıyız. Bu makalede, Osmanlı döneminden başlayarak Türk devrimciliğini, Atatürk’ün düşünce sistemini ve Cumhuriyetimizin 100. yılına kadar yaşanan gelişmeler çerçevesinde Atatürkçülüğün geldiği aşamayı tartışacağız.
Türkiye’de Devrimci Durum Türk halkı devrimcidir; tarih boyunca kötü yönetime, adaletsizliğe, baskıya, yoksulluğa ve yozlaşmaya karşı her zaman tepki vermiştir. Osmanlı döneminde ayaklanmalar, özellikle Türklerin yoğun olarak yaşadığı Anadolu’da hiçbir zaman eksik olmamış, pek çok kez acımasızca bastırılmış ama zulüm ve baskı rejimi devam etmiştir. Batıdan geri kalmışlığın fark edilmesi karşısında Osmanlı’da çağdaşlaşma gayretleri ilk kez Lale Devri’nde (1703-1730) reform hareketleri ile başlamış ancak 1730 yılındaki gerici Patrona Halil İsyanı ile sona
ermiştir. On dokuzuncu yüzyılda ki Tanzimat ve Islahat Hareketleri ise Osmanlı devlet yönetimi ve toplumsal düzeninde radikal değişimlerin önünü açmıştır. Modernleşme gayretleri, padişahlık ve hilafet düzeninden beslenen, ümmet odaklı İslamcılığın tepkisi ile karşılaşmıştır. Başını Mehmet Akif Ersoy’un çektiği milliyetçi muhafazakârları bu gruptan ayırmak gerekir. Yaşanan değişimler, Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük gibi düşünce akımlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Kurtuluş Savaşı ile yeni bir devlet kuracak olan Mustafa Kemal ve bürokrasisi, Batıcıların görüşlerinden geniş ölçüde etkilenmiştir.
Nihayetinde son 150 yıldır Hürriyet ve İstiklal için mücadele eden Türk devrimci aydınının ümidi iki kez gerçekleşti;

(1) Birincisi, 1908 Jön Türk Devrimi’ydi. Hem yarımdı, hem de kısa sürdü. II.Abdülhamit istibdadını deviren Jön Türkler; Resneli Niyaziler ve Enver’ler, Hürriyet Devrimi için genç yaşlarında Balkan Dağlarına çıkmışlardı.
1876’da ilk anayasa ilan edilmiş, 1908’de ilan olunan İkinci Meşrutiyetle de siyasal katılım, temsil, siyasal parti ve halk, hâkimiyet-i milliye olguları siyaset alanına dâhil olmuştur. İmparatorluğun son dönemine yalnızca savaş değil rejime yönelik kuramsal ve eylemli mücadeleler de damgasını vurmuştur. Bu dönemde, siyasal aktörlerin sınıfsal kimliği de değişmiştir. İşte bu süreklilik içinde Cumhuriyet önemli bir sıçrama olarak doğmuştur.
On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Genç Osmanlılar, imparatorlukta yükselen etnik milliyetçiliği bastırmak, bir vatan bilinci oluşturmak ve ilk kez sınırlı demokrasi getirmek için Osmanlı milliyetçiliği (Osmanlıcılık) ideolojisini kurmaya çalıştı. Yirminci yüzyılın başlarında ise, Jön Türkler, nispeten seküler bir siyasi bakış açısı benimserken, erken Türk
milliyetçiliği lehine Osmanlı milliyetçiliğini terk ettiler.
Jön Türkler 1918’de iktidarları sona erinceye kadar, önce Panislamizm ile daha sonra İslam’ın bile imparatorluğa bağlılık için temel oluşturamayacağı ortaya çıkınca 1913’ten sonra giderek daha çok Pan-Türkizm ile siyaset yolu izlediler 2 . Hepsi sonuç olarak ‘Hasta Adam’ kabul edilen Osmanlı’nın yeniden toparlanması ve anayasanın yürürlüğe konulması için çaba göstermiş, özelde veya yöntemde ufak tefek farkları olsa da dönemin konjonktürüne bağlı olarak
hemen hepsi temelde aynı amacı savunmuşlardır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasının ardından, hem Genç Osmanlıların hem de
Jön Türklerin başarılarından ve başarısızlıklarından etkilenen Atatürk, daha önceki laiklik ve
Türk milliyetçiliği akımlarından da esinlenerek 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanına
öncülük etti. Atatürkçülük (Kemalizm), Türkiye Cumhuriyeti’nin esas alan kurucu ideolojidir.
Osmanlı son dönem aydınlarının pek çoğu, Atatürk’ün laik ve modern bir Cumhuriyet kurma vizyonuna karşı çıkmış, zamanla yollarını ayırmışlardır.
(2) İkincisi, birincisinin yarattığı birikimden de güç alarak TAM devrim olarak gerçekleşen Atatürk’ün Devrimi oldu. Yani Bağımsızlık ve Cumhuriyet Devrimi.
Atatürk’ün devrimcilik anlayışı, reform kavramıyla bağdaşamaz; çünkü reform yeniden düzenleme olmakla beraber, bu düzenlemenin içinde eski ile yeninin, zararlı ile faydalının yan yana yaşaması da söz konusudur. Tanzimat’tan bu yana Osmanlılarda düşünülen bütün yeniliklerde, yapılan bütün reform ve devrimlerde bu ikilik yaşatılmıştı. Yeni
mahkemelerin yanında şer’î mahkemeler, yeni okulların yanında medreseler, yeni kıyafetin yanında eski kıyafet beraber yürürlükte idi. Atatürk Devrimi’nin en büyük özelliği, sadece yeniyi, iyiyi, faydalıyı kabul etmekle, kendisine kadarki değişim hareketlerinde süregelen bu ikiliği ortadan kaldırmak olmuştur.
Ümmetçi İslamcı hareketler ve devşirme Batıcılar, Kurtuluş Savaşı’ndan başlayarak Atatürkçü düşünceye ve devrimlerine karşı her fırsatta dış güçler ve Kürtçülerle işbirliği yapmışlardır. İslamcılar, Atatürk’ün kurduğu modern Türkiye devletinin laik, ulus-devlet yapısına karşıdırlar. Atatürk’ün vefatından sonra özellikle Çok Partili hayata geçiş ile birlikte saklandıkları deliklerden çıkarak, önce siyasi partilere nüfuz etmişlerdir. Daha sonra partileşerek Atatürk devrimlerine karşı en büyük tehlikeyi oluşturmaya devam etmekte, bir karşı-devrim peşindedirler.
Tanzimat döneminde, Batılılaşma yanlıları ile çekişen İslamcılar, 1938 yılına kadar, işlerine geldiği gibi yabancılar ve Kürtçü-bölücülerle işbirliği yaptılar. Cumhuriyetin kurulduğu günlerden başlayarak, prestijlerini ve ekonomik güçlerini kaybetmelerinden dolayı, kendilerini mağdur hisseden tarikat şeyhleri ve profesyonel din adamları yeraltında örgütlenerek devlete karşı isyan ettiler. Şeyh Sait isyanının etnik tetiği, dinî unsurların dış güçlerle (özellikle İngilizlerin) ittifakıyla çekilmiştir. İrtica kaynaklı Menemen olayını, Nakşibendîlerin bir dizi isyanını, 1920’li yılların sonu ve 1930’lu yıllarda görmekteyiz.
Atatürk Devrimi atılımı 25-30 yıl sürdü ve bu kadar kısa sürede başardığı işler öylesine büyük ve köklü oldu. Türk toplumunun yaşamına öylesine yerleşti ki, 100 yıldır birçok büyük karşı devrim dalgasında sayısız yıkımlara uğratılmasına rağmen, temelleri bugün bile ayakta.

Tablo : Türkiye’de Devrimci Durum
Tarih Devrim Karşı-Devrim Sonuç
1923 Atatürk Devrimi Modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti
1946 Demokrat Parti Karşı-devrimcilere siyasi çatı oluşumu
1960 27 Mayıs Devrimi Kemalist Devrimi canlandırma girişimi
1968 Sol devrimci hareketler
1969 Milli Nizam Partisi İslamcı Partilerin Ortaya Çıkışı
1971 12 Mart Muhtırası Sol’un hedefe konması
1980 12 Eylül Müdahalesi Karşı-devrimcilerin ve Neo-liberal
dalganın önü açıldı

1983 ANAP’ın kurulması
1988 FETÖ’nün doğuşu Türk-İslam sentezi ile milliyetçiliğin
yozlaştırılmasına hız verilmesi
1996 28 Şubat Muhtırası Karşı devrimi önleme çabası
2002 Genel Seçimler AKP’nin FETÖ ile
iktidar olması

Karşı devrim süreci hızlandı, etnik ayrımcılık ve siyasal islam işbirliği yaptı
2007 27 Nisan Muhtırası Karşı devrimi önleme çabası
2013 Gezi Olayları Karşı devrimi önleme çabası
2014 Anayasa Değişiklikleri

FETÖ’nün yargıyı ele geçirmesi gayretlerinin zirvesi
2016 15 Temmuz Girişimi AKP ile FETÖ’nun yollarının ayrılması

2023 Yeni Anayasa
Girişimi

Cumhuriyetin laik ve Türk kimliğine dayalı esaslarına son verilmesi*
* 2002 yılından beri Anayasa’nın 176 maddesinin 137’si tek parti iktidarı tarafından değiştirilmiştir.


Çok partili hayata geçildikten sonra 1940’ların sonundan itibaren Atatürk’ün ilkelerinden tavizler verilmeye başlandı. Verilen ödünler Anadolu’daki gelenekçi kitleleri güçlendirirken, laik egemen sınıfı marjinalleştirdi. Önü açılan tarikat ve cemaatler, dini yayınlar ile birlikte siyasal İslam yükseldi. Aslında Türkiye, yalnızca özgün Batı modeline dayanmakla kalmayıp, ona rakip olabilecek yerli bir modernlik geliştiren ilk Müslüman ülkedir.
1946 - 1960 yılları arasında, dinci odaklar kırsal ve taşra bölgelerinden biraz daha kentlere kaydılar. Ancak, henüz kentlerde nitelikleri yoktu ve taktik olarak da sistemle çatışmayı göze alamadıklarından isyan etmekten vazgeçmişlerdi. Said-i Nursi’nin “ehveni şer” dediği, bir sağ partiyle açık ve kapalı ittifaklara girmenin daha iyi bir yöntem olacağını düşündüler. Partiyle ittifakları onlara birtakım kazanımlar da sağladı. Kültürel özgüvenini
yitirmiş pek çok kişi, doğal bir savunma mekanizması olarak, dine sığındı.

1950’lerdeki iktidar değişikliği ile birlikte İslamcı kesimlerin istediği ortam doğmaya başladı. Dini içerikli matbuat ortaya çıktı ve İslamcı yayın seli yaşandı. Hükümetler tarafından dinsel eğitim sağlamlaştırıldı, yaygınlaşan imam hatip okulları ise imam ve hatip yetiştirmek amacı dışına taştı. Demokrat Parti’nin (DP) demokrasi düzeni başta Said-i Nursi ve Süleymancılar olmak üzere çeşitli cemaatlerin serbest dolaşımına imkân vermişti. DP, 29
Eylül 1960 tarihinde dini siyasete alet ettiği gerekçesi ile kapatıldı.
Türkiye’de bugünkü kapsamı ile İslamcı düşünce ve anlayışlar 1970’lerden itibaren Ortadoğu’daki İslamcı ve Arapçı milliyetçisi hareketlerin kitaplarının Arapçadan tercüme edilmesi ile başlamıştır. Bu dönemde Mısır, Pakistan ve İran gibi ülkelerdeki İslami cemaat ve ideolojilerin yansımaları Türkiye’de de görülmektedir.
Türkiye’de dinsel düşünce ve anlayışlardaki değişim, 1970’lerden itibaren Ortadoğu’daki İslamcı ve Arapçı milliyetçi hareketlerin kitaplarının Arapçadan tercüme edilmesi ile başlamıştır. 1980-1983 yılları arasında sessiz kaldılar, yeraltına indiler ve siyasî arenadan da çekildiler. Bu dönemde resmî-dinî eğitim faaliyetlerine destek sağlayarak kendini var etmeye ve gençleri etkilemeye çalıştılar. Ancak, 1980 darbesinden sonra, bir türlü örgütsel yapıları tamamen ortadan kaldırılmadı, İslamcılardan kimse hapse girmedi. Fakat onlar yine devlete sızarak, açılan Kur’an kursları yolu ile belirli bir kitleyi etkilemeye devam ettiler.
1980’lerden sonraki gelişmeler çok daha büyük bir İslamcı dalga ortaya çıkardı.
İslam’ın Türkiye’deki siyasi ve ekonomik hayatı büyük ölçüde etkilemeye başladığı bu dönemde İslamcı kesimlerin en başta gelen hasım olarak gördükleri ordu içine sızma çalışmaları başladı. Askeri lise ve harp okullarına sızdırılan İslamcı öğrencilerin okullardan atılması ve Askeri şura kararları ile dinci faaliyetlerinden ötürü ilişiği kesilenler gündem de yer almaya başladı.
1980’lerde, İslamcı entelektüeller ile birlikte İslamcı dergi, gazete ve kitaplar da çoğaldılar. İslami kesimde dergiler dönemini başladı, neredeyse, her tarikatın, dergâhın, cemaatin dergisi vardı 3 . Bu dönemde Anavatan Partisi ile yakın ilişkiler kuran İslamcı
sermaye de gelişmeye başladı. Kısaca, bugünkü İslamcı kesimlerle birlikte bin yıllık kültür birkaç yıl içinde varoş muhafazakârlığına, sonradan görme liberalliğe teslim edildi 4 . Bugün ise, köktenci İslam dergileri, gazeteleri, radyoları, televizyonları ve diğer iletişim araçları kestirilmesi güç bir boyuta ulaşmıştır.
Atatürkçülük ile özdeşleşip Türk milliyetçiliğine dönüş ile birlikte Türkçülük ve
İslamcılık karşı karşıya gelmeye başladı. Atatürk yeni devleti Batı tipi toplum ve ulus-devlet
ilkeleriyle oluştururken, dini siyasetten ayrı tutmak için radikal önlemler almıştı. Atatürk’ten
sonra gelen siyasal seçkinlerin Atatürk’ün çizgisini yeterince derinliğine kavradıkları ve sürdürdükleri söylenemez. 1940’lı yıllardan sonra ortaya çıkan Türk-İslam sentezi gibi yaklaşımlar 1960’lı yıllarda anti-komünist, Türkçülük ile Müslümanlık arasında bağlar kuran yeni milliyetçi versiyonların ortaya çıkmasına neden oldu.
Günümüzün Türk milliyetçileri, Osmanlıcılık ve İslamcılık tuzağına düşmemelidir.
Ümmetçi İslamcılık, Türklüğü reddeder çünkü din temelli bir birlik amaçlar. Bahsettiğimiz milliyetçi muhafazakârlar değil Siyasal İslamcılardır. Osmanlı döneminde olduğu gibi bugün de Anadolu milliyetçiliğinin tabanını büyük ölçüde milliyetçi muhafazakâr halk oluşturmaktadır. Siyasal İslamcılığın önündeki en büyük engel birbiri ile iç içe olan Atatürkçü düşünce, Türk milliyetçiliği ve Türkçülük’tür.
Türkiye’de Sol’un Atatürkçü duruşunun temelinde bugün de emperyalizme mücadele ve Batı düşmanlığı vardır. Ne var ki, Rusya’nın Sosyalist ülkeler üzerinden sosyal  emperyalizme yöneldiği aşamada, Türk devleti Sovyet sosyal emperyalizminin baskısına karşı Kuvayı Milliye hareketi ile karşı çıkmıştır 5 . Yüz yıllık Cumhuriyet döneminde Türkiye hiçbir zaman Sosyalist olmamıştır.
Cumhuriyetin 100. Yılında Devrimcilik ve Atatürkçülük 27 Mayıs 1960 devriminin getirdiği özgürlükler ile Sol kendine gelişmesi için uygun bir manevra alanı bulmuştur. “Devrimcilik” özellikle 1968 yılından sonra Sol kesimlerin
sloganı haline gelmiştir. Bazı kesimler Küba’daki Che-Guevara örneğini alarak, devrimi silahlı yoldan yapmaya kalkışırken diğerleri ise demokratik yolları tercih etmiştir. Sol giderek marjinalleşmiş, “NATO’ya hayır” ve “emperyalizmle mücadele” sloganının ötesinde düşünsel bir alt yapı geliştirememiştir.
Türkiye’de Sol sürekli bölünmeler yaşamış, pek çok ülkede Sol kesimlerin bir kısmı “ulusalcı” bir çizgi izlerken, bazı kesimler Türklük hatta Atatürkçülüğe dahi olumsuz bakan çizgilerini sürdürmüşlerdir. Kendilerine “Türk Solu” diyemeyen bu kesimler tarafından Türkiye’de milliyetçilik ve Türklük hala ırkçılık ya da faşistlik olarak görülmeye devam ediyor.
Sol akımların bir kısmı ulusalcı, cumhuriyetçi, devletçi ve laik anlayışlara ya da etnik alt kimliklere sahip oldukları için kendilerini Kemalist olarak tanımlamışlardır. Ulusalcı Sol, Misak-ı Milli sınırları içinde vatanın bölünmez bütünlüğü ile Türk ulusunun sınıflar üstü ve ötesi birliğinden yana olmuştur.
Türkiye’de Sol görüş içinde Atatürkçülüğe farklı yaklaşımlar sergilenmiştir. Kendisini Atatürkçü olarak tanımlayanlar arasında da hem düşünsel açıdan hem de parti anlamında çok fazla bölünme vardır. CHP’den kopan bazı milletvekilleri (Emine Ülker Tarhan, Muharrem İnce vd.) partiyi yeterince Atatürkçü bulmadıkları için ayrıldılar. Kendisine sol Kemalist olarak tanımlayanlar da bulunmaktadır. Sol Kemalistler, ekonomik ölçekte daha kamucu,
devletçi politikaları, dış politikada AB ve NATO karşıtlığını savunuyorlar 6. Genel olarak sağ kesimde Atatürk’e evet ama Atatürkçülüğe hayır çizgisinin geçerli
olduğu görülmektedir. Vatanı kurtaran kahraman komutan Mustafa Kemal Paşa sevilir ve
sayılır ama Atatürkçü düşünceye (ideoloji, program, dünya görüşü olarak) mesafeli yaklaşılır.
Ancak, Zafer Partisi kendisini Atatürkçü olarak tanımlıyor, hatta resmi sloganı Atatürk çizgisinde Türk milliyetçiliğini savunuyor. Türkiye'de merkez sağ ve ülkücü sağ çevrelerde; “altı ok” söz konusu olunca Cumhuriyetçilik ve milliyetçilik oklarına itiraz yoktur. Ancak,
laiklik, devrimcilik, devletçilik, halkçılık konularına uzak durulur.
Son yıllarda Türkçü, Turancı kesimlerde toplumcu Turan, toplumcu Türkçülük akımı
entelektüel olarak öne çıksa da, bunlar dergi çevresi olmaktan öteye gidemediler. Bu kesimde Sultan Galiyef etkisi güçlüdür ve sol Kemalistlere de sempatiyle bakıyorlar.
Muhafazakâr, İslamcı, mütedeyyin sağ kesimde ümmetçi ve Osmanlıcı Siyasal İslamcılar, Atatürk’e ve onun öğretisine en başından beri temelden karşıdırlar. Atatürk ve devrimi, onların hayali olan saltanat ve hilafeti yıkmış, yerine modern ve laik (teokratik olmayan) bir devlet kurmuştur. Yapılması gereken Atatürk’ün en yakından başlayarak onun
Türk kamuoyu önündeki itibarını yok etmek ve devrimleri boşa çıkararak, teokratik saltanat devletini tekrar kurmaktır. Hedefte Atatürk ile birlikte Türk kimliğine ve ulus-devlet yapımız vardır. Ancak, Siyasal İslamcıların dışındaki muhafazakâr kesimler (Milli Görüş, Bağımsız Türkiye Partisi vd.) milliyetçi ve Atatürk’e saygılıdırlar.
On dokuzuncu yüzyılda Batıcı ve liberal görüşler zamanla evrim geçirmiş, Türkiye’de merkez sağ partilerin oluşumuna düşünsel kaynak oluşturmuşladır. Kurtuluş Savaşı döneminde Amerikan mandası isteyen Halide Edip Adıvar gibi Batıcılar yabancıların kurduğu misyoner okullarında yetişmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin Batıya açılması ile iş dünyasından, akademisyenlik ve gazeteciliğe pek alanda liberaller Atatürk’ün kişiliği ve ulus-devlet anlayışına karşı çıkmakla kalmamış; Rumculuk, Kürtçülük ve Ermenicilik sevdası ile federal bir Türkiye hedefi için örtülü yöntemlerle çalışmaya devam etmişlerdir.
Özetle, Ahmet Taner Kışlalı'nın sıklıkla ifade ettiği gibi Türkiye'de Atatürk’e ilişkin üç bakış açısı vardır 7 ;
- İlki, Atatürk’e de Atatürkçülüğe de (eş anlamlı olarak Kemalizm’e de) hayır diyenler. Bunlar Kürtçü, Siyasal İslamcı ve numaradan cumhuriyetçi, liberal çevrelerdir.
- İkincisi, Atatürk’e evet, Atatürkçülüğe hayır diyenler. Bunlar merkez sağ, milliyetçi sağ, hatta merkez solun bir kesiminde bulunmaktadır.
- Üçüncüsü de Atatürk’ü de Atatürkçülüğü de sonuna kadar sahiplenenler. Bunlar her partinin tabanında varlar, muhtemelen çoğunluğu da oluşturuyorlar. Ama açıktan bir partileri yoktur.

Tablo : Türkiye’de Atatürk’e Bakış ve Atatürkçülük
Grup Bakış Açısı Siyasi Konum
I Atatürk’e de Atatürkçülüğü de “Hayır” Diyenler Kürtçüler, Siyasal (Ümmetçi) İslamcılar,
Amerikancı ve AB’ciler
II Atatürk’e “Evet”, Atatürkçülüğe “Hayır” Diyenler Merkez Sağ, Muhafazakâr İslamcı,
Milliyetçiler ve Sol’un Bir Kısmı
III Atatürk’e de Atatürkçülüğü de “Evet” Diyenler Bütün Partilerin Tabanında ve Çoğunluk
Türkiye’de devrimci durum devam ediyor ve devrim yeni adresini arıyor. Türkiye’de
yeni devrimin adresi her kesimden Atatürkçüler ve Türk milliyetçileri olmalıdır. Türkiye’de
derinleşen kutuplaşma iki tür devrimci durumu dikte etmektedir;
(1) Atatürk devrimlerini sürdürmek, geliştirmek ve tamamlamak. Bunu yaparken;
(2) Cumhuriyet döneminin başından beri Atatürk’ün devrimlerini tasfiye ederek, teokratik ya da dışa bağımlı bir devlet kurmak isteyen akımların karşı-devrim gayretlerini boşa çıkarmak.
Bugün, Cumhuriyet’in temizlemeye çalıştığı Ortaçağ artığı ilişki ve kurumlar yeniden dirilme peşindedir. Türkiye, bağımsız, Ortaçağın kulluk ilişkilerinden arındırılmış, çağdaş ve demokratik bir Cumhuriyet ülkesi olmaktan çıkarılıp; bir tarikatlar ve cemaatler cumhuriyeti
ülkesi haline getirilmeye çalışılıyor. Türkiye ve Türk milleti, “istiklal ve cumhuriyetinin”
kökten yıkılması tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Bu tehlikeye 1933’de dikkati çeken Türk Bağımsızlık ve Cumhuriyet Devrimi’nin önderi, Gençliğe Hitabe’sinde sadece tehlikeyi dile getirmekle kalmamıştı. Aynı zamanda millete, gençlik üzerinden bir çağrıda bulunmuştu;
“Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin.”

Demokrasi içinde çare üretebilmek için yeni ve kararlı liderler ile Atatürk’ün çizdiği yolda yürüme bilincimizin mümkün olduğu kadar toplumun daha geniş bir kesimine yayılma ihtiyacı vardır. Toplumsal barışı sağlamanın olmazsa olmaz koşulu ancak hoşgörülü bir demokrasi anlayışı, bağımsız medya ve adil bir yargıdır. Bunu Türkiye’nin sosyolojik dinamiklerini göz önüne alan, akılcı, laik ve bilimsel eğitime önem veren diğer çalışmalar
izlemelidir.


1 Şeyh Bedrettin hakkında bakınız; Cemil Yener, Şeyh Bedrettin, Varidat, Milenyum Yayınları, (İstanbul, 2017)
ve Ahmet Güner Sayar, Velayetten Siyasete Şeyh Bedrettin, Ötüken yayınları, (İstanbul, 2018).

3 Soner Yalçın, Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor, Doğan Kitap, (İstanbul, 2009), 41-42.
4 Yalçın, a.g.e., (2009), 39.

5 Anıl Çeçen, Kemalizm’in Sol İle Sınavı, Son Kale, (09 Nisan 2023).
6 Bu kesimde laiklik duyarlılığı ve antiemperyalist vurgular da daha yüksek konumdadır. Bu kesimin bilinen
isimleri arasında Erol Manisalı, Şükrü Sina Gürel, Mümtaz Soysal, Attila İlhan, geçmişte Doğan Avcıoğlu, Uğur
Mumcu, İlhan Selçuk, Ahmet Taner Kışlalı gibi isimler bulunmaktadır.
7 Ahmet Taner Kışlalı, Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği, İmge Yayınevi, (1993), 231.
8 Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, (20 Ekim 1927). Atatürk’ün kendi sesinden dinlemek için; ataturk.turkiye.org


Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;
https://www.academia.edu/111030996/Cumhuriyetin_100_Yılında_Devrimcilik_ve_Atatürkçülük

Toplam 2644 defa okunmuştur.

Prof. Dr. Sait Yılmaz diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.