Prof. Dr. Sait Yılmaz
Prof. Dr. Sait Yılmaz - Yazar

Ortadoğu’da Bölgesel Savaş “İran Senaryosu”

Makalemizin başlığını bu şekilde belirlememizin nedeni Ortadoğu ile ilgili pek çok savaş (harekât) planının olması. Örneğin hedef olarak (sadece) “İran”, “İran+Irak”, “İran+Irak+Suriye” vd. gibi. Ortadoğu bölgesinin jeopolitik olarak üç önemli özelliği pek çok tarihi stratejik ulaşım ekseninin merkezinde olması, enerji kaynaklarının zenginliği ve üç dinin doğuş yeri olarak bir rekabet alanı teşkil etmesi gösterilir. Güvenlik teorileri açısından Ortadoğu’yu, tek süper karışımlı bir alt güvenlik bölgesi olarak tanımlarız. Nitekim Ortadoğu ülkeleri açısından bu süper güç olan ABD, Güliver (devam adam) gibi aralarında dolaşmakta ve onlara ne yapmaları gerektiğini dayatmaktadır. ABD dünyanın diğer güvenlik bölgelerinde olduğu gibi Ortadoğu’da da kendi çıkarlarının korunmasını sağlayan, bunun için Amerikan askerlerinin bölgede sürekli bulunmasını gerektiren bir “güç dengesi” kurmuştur. Bu güç dengesinin Amerika tarafında Sünni Körfez ülkeleri, karşısında ise İran ve onun direniş ekseninde Şii nüfusu sahip diğer ülkeler (Irak, Suriye, Lübnan vb.) vardır.

ABD’nin Soğuk Savaş dönemine Ortadoğu ile ilgili çıkarları petrole garantili ulaşım ve Komünizmin bölgeye gelmemesi ile sınırlı idi. 11 Eylül ile buna terörle mücadele eklendi ve bölgenin Batıya düşman olmayan (Ilımlı) İslamcı dönüşümü için Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) başlatıldı. ABD’nin Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu’da iki köprübaşı vardı; NATO üyesi Türkiye ve İsrail. Ancak, Arap Hareketleri ile birlikte Müslüman Kardeşler odaklı başka bir İslamcı projeksiyona geçen Türkiye ile yollar derinden ayrıldı. Müslüman Kardeşler aynı zamanda Sünni Körfez ülkeleri ve Mısır’ın da can düşmanı olduğundan Türkiye iyice yalnız kaldı. ABD ve İsrail, Ortadoğu’da belirli bir caydırıcılık stratejisi izliyordu. Artık Çin’e odaklanan ABD’nin Ortadoğu politikasında İsrail’in güvenliği bir sigorta idi.  Ancak, Gazze’de 7 Ekim 2023’de başlayan çatışmalar bu caydırıcılığın işe yaramadığını gösterdi ve İran’ın bölgesel ihtirasları ve direniş ekseni yok edilmeden bölgenin istikrara kavuşmayacağı sonucuna varıldı. Aslında Obama döneminde İran ile anlaşma yapıldığında da İsrail böyle düşünüyor ve ABD yönetimine baskı yapıyordu.

Gelinen aşamada Ortadoğu ve İran ile ilgili üç aşamalı bir kriz yönetimi belirlendi;

(1) Gazze’den Hamas’ın tasfiyesi,

(2) İran’ın direniş ekseninin kesilmesi ve

(3) İran ya da yanında başka bir ülkenin hedef alınması.

ABD ve İsrail’in planında bir işbölümü var; Gazze ve Direniş Ekseni ile mücadele aslen İsrail’in sorumluluğunda; ABD ise İran bölümünden sorumlu ve gittikçe oraya doğru seferber oluyor. Şu anda İsrail, İran’ı tahrik ederek krizin tırmandırmaya devam ediyor. ABD ise seçim sonrasına hazırlanıyor. Bu aslında bir mecburiyet çünkü ABD ve Avrupa’daki tüm askeri fabrikalar Ukrayna’ya silah ve mühimmat yetiştirmekle meşguller. İsrail’e gönderilenler özellikle ayrı bir yüklü envanter. Diğer yandan, askerler yeni taktikler ve teknikleri, teknoloji şirkerleri ile çalışarak, birleştirmek peşinde. Teknoloji kullanımı Ukrayna’da Kelebek Etkisi yarattı ama Gazze’de teknoloji yetersizliği sivil katliama yol açıyor. Bu makalede, Ortadoğu’da bugüne nasıl geldiğimizi, İran Silahlı Kuvvetleri’nin durumunu ve bölgesel savaşın olası sonuçlarını değerlendireceğiz.

İran Jeopolitiği ve Savunma Stratejisi

Yüzyıllarca İran’ın (öncesinde Perslerin) stratejik problemi Osmanlı Türkiyesi ve Rus İmparatorluğu gibi büyük güçler karşısında varlığını ve bağımsızlığını sürdürmek oldu. Bu iki imparatorluktan her zaman zayıf olmasına rağmen, İran üç nedenle varlığını sürdürdü;

- Coğrafya,

- Kaynaklar ve

- Diplomasi.

İran’ın büyük ve dağlık coğrafyası ülkeye yönelik askeri harekâtı zor ve tehlikeli hale getirdi. İran, caydırıcılık sağlayacak ve bazen de fırsatlardan istifade edecek kadar yeterli bir kuvvete sahipti. Tahran, kendini tehdit eden güçler arasında oynayacak akıllı bir diplomasiye sahipti. Ancak, 19. Yüzyılda Avrupalı emperyal güçlerin bölgeye gelişi, özellikle İngilizlerin, İran’ın batısındaki Irak’a gelişleri ve Birinci Dünya Savaşı esnasında Arap Yarımadası’nı düzenlemesi durumu değiştirdi. Bu dönem, aynı zamanda petrole dayalı küresel ekonomine dönüşümünü ve İngiliz çıkarlarının Ortadoğu’da devamını temsil ediyordu.

         Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte İran'ın jeopolitik durumu değişmeye başlamıştır. Bu yeni stratejik ortam ilginç bir şekilde bir yandan İran'ı rahatlatırken, bir yandan da yeni endişelere sevk etmiştir. İki ezeli ve ciddi tehdit (Rusya ve Irak) bir süre için saf dışı kalmıştı ama yeni oluşan kuzey sınırlarındaki (Orta Asya ve Kafkasya) istikrarsızlık ve Körfez’de artan Amerikan askeri varlığı endişe kaynağı olmaya başlamıştır. İran açısından Sovyetler Birliği de tehlikeliydi ama şimdi bölgedeki istikrarsızlıkla birlikte güvenlik tehdidi daha farklı boyutlar kazanmıştı. Hem bölgedeki İslami hareketler nedeniyle kamuoyunun (özellikle radikallerin) tepkisi arttırmıştı, hem de sınırları etrafındaki etnik ve dini çatışmalar İran gibi farklı etnik grupları barındıran bir devlet için tehdit oluşturmaktaydı. İlk öncelik bölgede istikrar olmalıydı. Bu nedenle İran bölgede statükocu bir politika izleyerek, mevcut hükümetleri desteklemiştir. İran'ı en çok rahatsız eden konu ise, tam da bu sebeplerle, Azerbaycan-Ermenistan çatışması (Karabağ sorunu) olmuştur.

         İran’ın bir diğer endişesi de, ABD’nin bölgeye iktisadi, siyasi ve askeri yollarla girmek istemesidir. İran’ın bu kaygısı özellikle Hazar'da çok belirgindir. İran, bu yeni stratejik çevreye uygun yeni politikalar geliştirmeye başlarken kendi bölgesel sınırlılıklarının farkında olmuştur. Bu ülkeleri yöneten elitlerin zihniyeti belliydi. Amerika’nın İran’a ve İran’la iş yapanlara olumsuz baktığı açıktı. İran Sünnilik-Şiilik çekişmesi ve tarihsel hafıza nedeniyle bu ülkelerdeki İslami muhalefetler tarafından bile model olarak görülmedi. Hiç kimse İran’ın bölgesel hegemonyasını istemiyordu. İran bütün bu nedenlerle daha çok ekonomik ve kültürel alanlarda bir şeyler yapmaya çalıştı. Bir yandan ilişkilerini geliştirmeye uğraşırken, diğer yandan uluslararası ve bölgesel örgütlere katılım ve ortak projeler yoluyla üzerindeki çekinceleri silmeye çalışmış, bu çabasında da kısmen başarılı olmuştur.

    1990’lı yıllarla birlikte İran, çevre ve bölge siyasetini 3 temel esas üzerine kurmuştur;

- Hazar Siyaseti,

- Körfez Siyaseti ve

- Ortadoğu Siyaseti.

1993 yılından itibaren bir yandan ABD’nin İran’a yönelik ‘çevreleme’ siyasetinin başlaması ile birlikte, Rusya ve İran'ın dış politika çıkarlarının çakıştırmıştı. İran, Hazar, Orta Asya ve Körfez siyasetinde öncelikle ekonomik gücünü artırma yoluna gitti. Rusya ile anlaşarak, İran ile Orta Asya arasında bir demiryolu hattı kurulmasını kararlaştırdı. Bu yolla, Orta Asya pazarı İran üzerinden Körfez’e açılmış olacaktı. Aynı çerçevede İran, karayollarını da güçlendirdi. Afganistan’daki iç savaşın sürmesi, Pakistan ve Türkiye’nin Orta Asya’ya ulaşmasında İran’ı vazgeçilmez ülke haline getirdi. İran, Kazakistan ve Türkmenistan doğal gazı ile petrollerinin dünya pazarlarına ulaştırılmasında önemli bir konuma yükseldi.

İran, Hazar’a ortak kıyısı olan Rusya, Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan ile siyasi ve ekonomik işbirliğine zorunluydu. Ancak, Azerbaycan ile ilişkileri oldukça nazik bir noktada toplanmıştı. Ülkede % 50’ye yakın Azeri ve Türk nüfus İran’ın en büyük korkusuydu. İran, Azerbaycan ile ne çok soğuk ne çok sıcak ilişkilere girmedi. Örtülü olarak Azerbaycan aleyhindeki her türlü girişimi destekledi. İran’ın Körfez siyasetinin temelinde, Körfez ülkelerinde önemli bir halk çoğunluğu olan Şiileri örgütlemek ve önce kuvvetli bir muhalefet hareketi, ardından da o ülkelerde iktidar yapmaktı. İran’ın Orta Doğu siyasetinin temelinde ise Suriye ile işbirliği vardı. Hizbullah ve İslami Cihad gibi örgütlerle Lübnan’da etkin bir faaliyet sürdüren İran, Suriye aracılığı ile Sovyetler Birliği, Yunanistan ve Çin’den de silahlanma ve stratejik işbirliği açısından önemli destek görüyordu. İran’ın Orta Asya, Kafkasya ve Hazar, Ortadoğu ve Körfez siyasetinde Rusya ile olan ortak yararları, Suriye ile işbirliğini gerekli kılıyordu.

İran stratejisi de değişmedi; coğrafya ile caydır, savunma kuvvetleri ile koru ve karmaşık diplomatik manevralar yap. Ancak, bu gerçeklerin altında İran’ın başka bir vizyonu gizli idi; bölgesel güç olarak kalmak. Şah, Umman üzerinde Suudi Arabistan ile rekabet etti ve nükleer silah sahibi olmak istedi.  İran, 16. Yüzyıldan beri uzun vadeli bir strateji olarak Pers milliyetçiliğinin Safevi İmparatorluğu şeklinde yeniden canlanması hayali peşindedir ve hala bir fırsat doğduğunu düşünüyor. Irak’ta olduğu gibi ABD’nin bölgedeki işlerini felce uğratmayı amaçlıyor. Eş zamanlı olarak, yaratmaya çalıştığı etki bölgesi ile ABD ve müttefiklerini petrol ve çatışmalar konusunda bir anlaşmaya zorlamak istiyor. Bu kapsamda, iki kanatlı strateji izliyor.

- İlki ani hareketlerden kaçınmak, sürecin kendi akışında gitmesini sağlamak.

- İkincisi ise nükleer programı ile yarattığı anlaşmazlık ortamını ABD’yi Kuzey Kore benzeri bir anlaşmayı İran ile de yapmak üzere manipüle etmek.

İranlılar nükleer silah yapmanın tehlikeli ama nükleer programa sahip olmanın avantajlı olduğunun farkındadır. Anahtar konu nükleer program değil, Ortadoğu’da güç dengesini nasıl değiştirdiğinin ve neler yaptığının dikkatlerden kaçırılmasıdır.

Batılıların İran’a sunduğu hayal sepetinde ülkenin uluslararası sisteme entegrasyonu (yani Batıya bağımlılık) var. Teoriye göre iki ülke arasındaki düşmanca tutum zamanla soğuyacak, İran hükümeti tarafından orta sınıfın durumunu düzeltecek reformlar yapılacak. Yaşlanan İslami liderler öldükçe genç nesil onların yerini alacak. Ama gerçekler böyle değil, ABD’nin niyeti İran’ın petrol bölgelerine, Arapların yoğun olduğu Kuzistan bölgesi ve Hürmüz Boğazına el koymak ve İran’ı Suriye haline getirmek. ABD, İran’da rejim değişikliği için sürgündeki grupları da destekledi, darbeler planladı. İran yönetimi her seferinde demir yumruk kullansa da, yeni bir halk hareketini kontrol etmenin imkânsız hale geleceği günler uzak değil.

ABD’nin İran stratejisi Suudi ailesinin iktidarına son verecek yıkıcı faaliyetleri de kapsamaktadır. İran, Sudan’ı gizli silah deposu olarak kullanmakta, buradan Mısır üzerinden Gazze ya da Mağrip’e silah göndermektedir. İran şimdilik bir dönüşüm peşinde değil, sadece statükoyu korumak istiyor. İran düşmanı Sünni kanat ise İran-Irak-Suriye-Lübnan hilaline karşı S.Arabistan-Bahreyn-BAE-Katar-Kuveyt ve Umman kanadı İran’ın Akdeniz’e uzanmasına mani olmaya çalışıyor. İran, Sünni kanadın en zayıf halkası ve en küçük Körfez ülkesi olan Bahreyn’de muhalefete önemli destek veriyor.

İran Savunma Politikaları ve Stratejileri

Savunma konumundaki İran, doğuda Afganistan’da, batıda Irak’ta ABD tarafından çembere alınınca, ne yapacağı belli olmayan bu gücü bölgeden çıkarmak için manipülasyon ile çaresiz durumda bırakmayı düşündü. Bu stratejinin saldırgan boyutu da vardı. ABD’nin Irak’tan çekilmesini müteakip, boşluğu doldurdu. ABD sonrası Afganistan’da önemli bir rekabet gücüne sahip oldu. Jeopolitik yüzyıllar sonra ilk defa İran’a bir fırsat vermişti. Osmanlının yıkılması ile rakip bir bölgesel güç kalmamış, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile de kuzeydeki tehlike kalkmıştı. Afganistan ve Körfez’deki Amerikan güçlerinin azaltılması ise İran’a karşı siyasi ve askeri seçenekleri sınırlı hale getirmişti. İran artık bağımsızlığını ve rejimini korumak için manvera yapan bir ülke olmaktan çıkmış, bölgesel bir güç olma fırsatı peşine düşmüştür. Bunu yaparken, ABD’nin bir misillemesine yol açmama stratejisini de izlemektedir.

Nükleer programı ve maruz kaldığı yaptırımlar bakımından Kuzey Kore örneğini yakından izlemektedir. İran henüz nükleer silah sahibi değil ve belki de Kuzey Kore stratejisini takip ederek hiçbir zaman da üretemeyecekler. Eğer yapmak isterlerse, İsrail önceden saldıracağını ve onları yok edeceğini iddia ediyor. İsrail o silahları yok etse bile İran güçlü kalacak ve Hürmüz Boğazı’nda misilleme yapacaktır. Bu durumda, kendini küresel deniz yollarının garantörü ilan eden ABD devreye girecektir. Bütün bunlar yani bir İsrail saldırısı küresel ekonomiyi ve sadece bölge dengelerini değil, uluslararası düzeni de etkileyecektir. Halbuki nükleer program İran için hala bir manipülasyon aracı gibi duruyor. Ancak, İsrail’in ABD’yi İran’ın karşısına dikmeye çalışması durumu tekrar içinden çıkılmaz hale getirmektedir.

Dünyadan izole edilen Suriye, İran’a bağımlı hale gelmişti. Böylece İran etki bölgesi Afganistan’dan Beyrut’a kadar genişlemiş oldu. Bu da İran’ın Körfez Bölgesi ve ötesinde bölgesel güç olma vizyonu ile uyumluydu. Bu etki bölgesi İran’a üç şey sağladı.

- İlki ABD’yi daha tehlikeli olan İran’ı parçalamak yerine onun etki sahasını azaltmaya yöneltti.

- İkincisi ülke içinde ve dışında İran faaliyetlerine meşruiyet sağladı.

- Üçüncü olarak ise Körfez bölgesi sahillerinden Suudi Arabistan’ın Irak sınırlarına kadar Şii vekil güçler ile bu ülkeleri İran’a karşı daha esnek olmaya zorladı. Çünkü petrolün dağıtımının tehlikeye girmesi en az İran’a zarar verirdi.

İran savunma doktrini, kendi-kendine yeterliliği, bu da düşük teknoloji kullanan bir orduyu öngörüyor. Zayıf konvansiyonel gücü, nükleer silah kullanmaya itiyor. İran, ABD’yi aşırı teknoloji bağımlısı görüyor ve savaş zayiatının iktidarını değiştireceğini düşünüyor. Bu yüzden, ABD teknolojik üstünlüğünü dengeleyerek, uzun bir savaş ile sonuç alamayacağını hesaplıyor.

İran’ın çok önem verdiği caydırılılığının üç temeli var;

- Hazırlık,

- Misilleme kabiliyeti ve

-Savunma.

1980 yılındaki Irak’ın baskın tarzında işgalinden sonra hiçbir şeyi şansa bırakmak istemeyen İran, her yıl pek çok tatbikat yapıyor ve bunu tüm dünyaya duyuruyor. Cruise ve diğer füze menzilleri, insansız hava araçları gibi yerli teknolojileri ile övünüyor, resimlerini modifiye ederek caydırıcılıkları ile güç gösterisi yapıyor.

İran’ın caydırıcılığı, kendisine yönelik füze saldırısına verdiği misilleme kabiliyeti olarak görülüyor. Bu caydırıcılık, düşmanın üs, gemi, müttefik ve şehirleri gibi varlıklarına yapılacak cezalandırmayı kapsıyor. Tahran’ın önceliği misilleme füze kabiliyetini geliştirmek. Biraz da ekonomik olarak füze, en maliyet-etkin caydırma vasıtası olarak görülüyor.

İran, caydırıcılığı savunmadan öncelikli yaparak avantaj sağladığını düşünüyor. Böylece savunma sanayiinin yeterli olmadığı hava savunma gibi alanlara odaklanması gerekmeyecek. Caydırıcılığın ana unsuru olan füzelerin mesafesini 2.000’ye kadar uzatmayı, onları saklamayı planlıyor.

Eğer caydırıcılık yeterli olmazsa o zaman kara savunması devreye girecek. Eğer İran işgal edilirse, stratejik derinlik avantajı kullanılarak, hafif silahlı güçlerden oluşan Besic kuvvetleri ile direniş başlatılacak. Mozaik stratejisi burada işgalciyi durduracak ve düşmanın çabuk bir zafer kazanması önlenecek.

İran Körfezi’ndeki deniz stratejisi ile düşman gemilerini gemi-savar füzeler, mayın, denizaltı ve hızlı devriye botları ile durdurmayı ve yok etmeyi hedeflemektedir.

Ancak İran, gelişmiş bir ordunun unsurları olan güç projeksiyonu kabiliyetleri, güçlü bir hava savunma, hava ve zırhlı kuvvetlere sahip değildir.

Öte yandan rejim, muhafazakâr bir derin devlet elitinin elinde olduğu için devrimci devlet olmaktan başka bir seçeneği yoktur.

İran, üç şey istiyor;

- Öncelikle ABD’nin iki kez Irak ve bir kez Afganistan’a müdahalesine bakarak Körfez’deki askeri varlığını önemli ölçüde azaltmasını istiyor. İran, ABD ve İsrail istihbaratının Körfez Bölgesinden İran’a yönelik örtülü operasyonlar ve bozucu faaliyetler organize ettiğinin farkındadır.

- İkinci olarak İran, bölgenin önde gelen gücü olarak tanınmak istiyor. Bunun anlamı birini işgal niyeti değil, Suudi Arabistan gibi bir ülkenin kendisine karşı askeri tehdit oluşturmaması.

- Üçüncü olarak İran, bölgenin petrol gelirlerinin yeniden yapılandırılmasını istiyor. İran, bölgenin geniş finansal kaynaklarından daha büyük pay istiyor.

Tahran’ın üç ayaklı güvenlik stratejisi şunlardan meydana gelmektedir;

(1) Sınırların ötesinde savunma; Kudüs Güçlerinin ülke dışında ABD kuvvetlerine saldırması.

(2) Uzun menzilli füzeler ile ABD hedeflerini vurmak.

(3) Hürmüz Boğazı’nı kapatarak, küresel enerji pazarlarını etkilemek.

ABD-İran ilişkilerinin geleceğinde Arap Yarımadası anahtar rol oynuyor. ABD-İran anlaşması Araplar tarafından istikrarsızlık potansiyelinin kapılarını çalması olarak algılanıyor. Öte yandan İran’a para akışı Arapların gelirlerini azaltacak. Daha önemlisi Amerikalıların bölgede kalması ve silah satması için bir gerekçe kalmayacak. Üstelik İran’a para akışı gücünü ve ülkenin güç eksenini artıracak ve burada İsrail faktörü devreye giriyor. Dolayısıyla belirsizlik ortamı İran’ı rahatsız ederken, ABD’nin daha çok işine geliyor. ABD bölgeden çekilirse İran’ı dengeleme işini ancak Türkiye’ye bırakabilir. Türkiye’nin çıkarları ise, ABD ile terör ve Suriye konusunda bu kadar ayrı düşmüşken İran’a karşı denge kurmak değil, daha çok işbirliği yönündedir.

İran Silahlı Kuvvetleri

Jeopolitik bakımdan İran, askeri kabiliyetlerinin bir bölgesel çatışmada yeterli olmayacağının ve diğer ülkeler ile birlikte karşısında oluşacak güç dengesinin farkındadır.

İran’ın savunma stratejisi ve askeri doktrininde yerli füze ve anti-füze sistemleri önceliklidir. İran-Irak Savaşı esnasında Saddam’ın füzelerine karşı şehirlerini koruyamaması İran’a ders olmuştur. İran kendi caydırıcılığına sahip olma amacı gütmüştür.

İran’ın ulusal savunma planlamasının ana unsurları şunlardır;

- Deniz kabiliyetleri ile savaşın düğüm yeri olacak Hürmüz Boğazı’nı kapatmak,

- Körfez bölgesinde caydırıcılık için yüzlerce füze ve roket kullanmak.

- Vekil güçlerle tüm bölgeyi istikrarsızlaştırmak.

İran Silahlı Kuvvetleri, 545.000 aktif, rezervler ile birlikte 650 bin kişilik mevcuda sahip ve dünyadaki 133 güçlü ülke arasında 21. sıradadır. İran düzenli ordusuunda (Arteş) 420 bin asker bulunmaktadır. Bunun 350’i kara kuvveti, 52 bini hava kuvveti ve 18 bini deniz kuvvetinde bulunuyor.

2024 yılı itibarı ile Mısır’dan sonra Ortadoğu’daki en büyük aktif orduya (425 bin aktif, 100 bin rezerv) sahiptir. Bu rakama Kolluk Kuvvetleri ve Besiç dâhil değildir.

İran, ABD ambargosu nedeni ile hava kuvvetlerini muhafaza edecek teknolojiyi edinemedi. Karaborsadan silah almanın da çok karmaşık sonuçları oldu. Kendi stratejik bağımsızlığı kapsamında silah üretiminde balistik füzelere öncelik vererek, Hava Kuvvetlerinin yetersizliğini takviye etmek istedi.

İran Silahlı Kuvvetleri;

(1) Konvansiyonel Ordu (Arteş);

- Kara Kuvvetleri (acemi askerler dâhil toplam 350 bin),

- Deniz Kuvvetleri (18.000),

- Hava Kuvvetleri (37.000),

- Hava Savunma Kuvvetleri (15.000).

            (2) İslami Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) (Sepah);

                        - Besiç Özel Kuvvetleri (seferbelikle 600.000).

                        - Kara Kuvvetleri (150.000)

                        - Deniz Kuvvetleri (20.000),

                        - Havacılık Kuvveti (18.000).

(3) Kolluk Kuvvetleri’nden (Faraya) meydana gelmektedir.

Devrim Muhafızlarının (IRGC) 125 bin mevcudu ise beş ayrı kuvvete bölünmüş durumda; kara kuvveti, hava kuvveti, deniz kuvveti, Kudüs Gücü ve Besiç.

IRGC, 1979 yılındaki devrim esnasında kuruldu ve rejim tarafından düzenli orduya göre daha fazla koruma ve ağırlığa sahiptir. IRGC, konvansiyonel orduya paralel faaliyet göstermektedir.

IRGC, ilk defa İran-Irak Savaşı’nda kullanıldı. Onun dış kuvveti olarak oryaya çıkan Kudüs Gücü; Afganistan, Lübnan, Filistin topraklarında bağlar kurdu. Buralarda eleman göndermenin yanında eğitim, silah, para ve danışmanlık desteğinde bulundu.

IRGC, 1982 yılında Lübnan’da İsrail’e karşı savaşmak için Hizbullah’ı kurdu. Tahran bu tür güçleri kullanarak hem devrim ihracı yapmak hem de Batılı güçleri caydırmak peşinde. Bunlardan en büyüğü Hizbullah’ın 1983’de Beyrut’taki Amerikan elçiliği ve ABD’li askerlerin bulunduğu üsse yaptığı bombalı saldırı oldu.

IRGC, dini liderin otoritesini korurken, Hamaney’de onu destekleyerek karşılıklı bir yarar ilişkisi kurmuşlardır. Halk ayaklanmalarına karşı IRGC’nin kontrolündeki Besiç kullanılır. Ülke seçimlerine, özellikle başkanın kim olacağı konusunda müdahil olur.

Ülkenin stratejik bağımsızlığı için IRGC, lider seçildi, ekonominin tüm sektörlerini kontrol ediyor. Bu işe İran-Irak Savaşı sonrası ülke altyapısının onarılması görevi ile başladı. Daha sonra bankacılık, gemi yapımı, üretim ve tüketim malları ithalatı gibi sektörlere el attı. Böylece IRGC; silah alımı, ülke dışında örtülü operasyonlar ve nükleer program için fon sağlamaya başladı. Felaketlere yardım gibi işlerde Besiç gönüllülerine görev veriyor. Suriye’de İran’ın yeniden inşa projelerini yönetiyor.

IRGC, ABD yaptırımları karşısında iş dünyasının uluslararası bankacılık ve ticaret işlerinde karaborsa fırsatlarını yönetiyor. ABD nükleer anlaşma karşılığı 2015 yılında kaldırılan yaptırımları tekrar uygulayınca, IRGC çoğu Çin’e olmak üzere petrol kaçakçılığına başladı ve kazanılan milyonlarca dolar Kudüs Gücü ve Hizbullah’a aktarıldı.

Kendi istihbarat teşkilatı olan IRGC’nin füzeleri, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde pek çok hedefi vurdu. 2019 yılında Suudi Arabistan’ın en büyük petrol tesisine yapılan saldırının arkasında da İran olduğu suçlaması yapıldı.

IRGC, Ocak 2020’de bir İran uçağını yanlışıkla vurarak 176 kişinin ölümüne neden olması ile basına yansıdı. 2022 yılında Besiç ve IRGC’ye yönelik dövme, ateş etme, cinsel saldırı ve işkence konularında uluslararası tepkiler oldu.

Daha önce hep nükleer silah yapma niyetlerinin olmadığını iddia eden İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Haziran 2023’de Batılı ülkelerin İran’ın nükleer silah yapmasını engelleyemeceğini açıkladı. Hamaney, Batı ile bir anlaşmanın mümkün olduğunu ancak nükleer alt yapının korunmasını şart olduğunu söyledi. 2023 yılında İran’ın toplam zenginleştirilmiş uranyumu kendisine konan nükleer sınırdan 21 kat fazlasına ulaştı. Nükleer silahın ilk kullanılacağı ilk hedef ülke İsrail olacak.

İran, siber savaş yapma kabiliyeti olan dünyadaki beş ülkeden biridir. Ülkede sık çıkan ayaklanmalar İran’ı bu yönde tedbir almaya itmiştir. Çin, ABD’yi İran’da Twitter ve YouTube gibi web siteleri üzerinden ayaklanma çıkarmaya çalışmakla suçlamıştı. 2010 yılının başında İran, Zanjan ve Isfahan’da siber savaş tesisleri kurdu. İran Siber Ordusunda yaklaşık 2.400 uzman çalışmaktadır. Siber espiyonaj ve propaganda yanında siber saldırılar da yapmaktadır.

İran, 1993 yılında Biyolojik Silahlar Sözleşmesi’ni ve 1997 yılında Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’ni imzaladı.

İran’ın Zayıf Tarafları

İran’ın bir savaş halinde seferber edeceği kuvvet 1 milyonu geçecektir. Ortadoğu’da Türkiye ve Mısır’dan sonra üçüncü büyük orduya sahiptir. Ancak, İran ordusunun nispeten teçhizat ve eğitimi zayıftır. Modern teknoloji karşısında kâğıt üzerinde önemli bir güce sahiptir. Bununla beraber insan sayısının çokluğu ve coğrafyasının derinliği ona bir işgal karşısında avantaj sağlayabilir.

Yaptırımlar karşısında kendi milli savunma sanayisini kuran İran’ın teknolojisi ve savunma silah ve araç envanteri ABD ve Avrupa’dan tedarik imkânı olan Türkiye ve İsrail’in gerisinde kalmıştır. Kendi ürettiği sistemlerin bile önemli ihtiyaçları vardır.

Irak ile olan savaşında yaşadığı zafiyet nedeniyle milli balistik füze yapımına öncelik veren İran, Scud modelini kullanarak yanlış bir yatırım yapmıştı. Daha sonra model değiştirdi ve Fatih-313 gibi füzeleri Ocak 2020’de Irak’taki ABD üslerine karşı kullandı. Diğer yandan cruise füzeleri ve saldırı drone’ları gibi taarruz kabiliyetlerine yöneldi. Eylül 2019’da (Abkaik-Kuaris) Suudi enerji tesislerine saldırdı.

İran gücü askeri kabiliyetlerinden çok savunmaya uygun ve taarruz fırsatları sunan coğrafyasından gelmektedir. Ülke coğrafyası, Irak’tan dört kat daha fazla büyüklüğe ve önemli bir derinliğe sahiptir. İran nüfusunun çoğu dağlarda veya izole yerlerde yaşamaktadır. Dağlık coğrafya savunma hatları, tünel şebekeleri kurmaya elverişli olma yanında hava kuvveti ve hava savunma zayıflığını da bir ölçüde karşılamaktadır.

İran’ın saklı coğrafyası ona caydırıcılık yanında misilleme yapmak için de uygun bir strateji sağlamaktadır. Pers Körfezi’ndeki enerji rezervleri ve Hürmüz Boğazı’nı kontrol etmesi ile küresel ekonomi için önemli enerji ve ticaret zincirleri üzerinde etki sahibidir.

Son yıllarda hava savunma kabiliyetlerine verdiği öneme rağmen oldukça geridedir. S-300 PMU2 ve Tor-M1 sistemleri gibi bazı nispeten modern hava savunma cihazı tedarik etmiş olsa da modern savaş uçakları ve erken ikaz uçak sistemleri yoktur. Rus, Amerikan ve Çin yanında kendi yerli hava savunma sistemlerinin bir standardı yoktur ve birlikte kullanılması ve lojistiği zordur.

Dağlar, radar kaplamasını sınırladığından nükleer altyapısı ve önemli sanayi tesisler gibi belirli bölgelere öncelik vermek zorundadır. Bu nüfusun büyük çoğunluğunun korumasız kalması anlamına gelmektedir. İyi entegre olmamış ve geri kalmış hava savunması özellikle rakip ülkelerin görünmezlik ve hava saldırı kabiliyetlerine karşı oldukça hassastır. İsrail’in Nisan 2024’de Isfahan havaalanına ve Ağustos 2024’de Tahran’ın merkezinde Hamas lideri İsmail Haniye’ye yaptığı suikast hava savunma zafiyetinin ciddi göstergesidir.

İran’ın gücü daha çok ülke dışındaki vekil güçlere dayanan projeksiyonu veya dış savaş kabiliyetleri gibi gözükse de burada da ciddi zafiyetler vardır. Suriye’de uzun zaman kuvvetlerini idame ettirmiştir ancak İsrail saldırılarına karşı ne kadar korumasız oldukları ortaya çıkmıştır. Vekil güçler, bulundukları ülkelerdeki yerel dost kuvvetlere, altyapıya ve lojistiğe ihtiyaç duymaktadır.

İran’ın ülke dışında bir harelat yapması, uzak düşman bir bölgede birliklerini idam etmesi büyük ölçüde zordur. Uzak mesafede operasyonlar askeri ulaştırma uçağı (C-130 gibi), hava saldırı uçakları, helikopterler ve savaş gemileri gerektirir. İran’ın uçakları oldukça küçük sayıda ve hassas durumdadır. Elindeki 20 kadar çıkarma gemisi Pers Körfezi’nde savaş için bile yetersizdir. Özetle, İran’ın ülke dışında harekat yapma yeteneği oldukça sınırlıdır.

Bu yüzden, caydırıcılığa ve füze edinmeye yönelmiştir. Kendisine bir saldırı halinde coğrafyasına dağılarak avantaj sağlamayı ummaktadır. Hava savunma zafiyeti nedeni ile kamuflaj, yeraltı tesisleri ve sığınanlara önem vermektedir. Nihayetinde ülkenin işgalini saldırgana pahalıya getirmek, zamanla azmini kırmak istemektedir.

Sonuç olarak, savunma zafiyetleri nedeni ile İran asimetrik stratejisine devam etmek zorundadır. Ancak, bu strateji 7 Ekim 2023 Gazze Savaşı sonrası gösterdiği reaksiyonlarla test edilmiş ve pek başarılı görülmemiştir. Uğranılan suikastlarda da görüldüğü gibi İran içinde de güvenli bir yer yoktur.

Savaş Nasıl Olacak?

Makalenin devamı ve geniş versiyonu için; https://www.academia.edu/122922679/Ortadoğuda_Bölgesel_Savaş

Toplam 281 defa okunmuştur.

Prof. Dr. Sait Yılmaz diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.