Pamir Şen
Pamir Şen - Yazar

Tufek, kılıç ve mertlik

Ondördüncü asırda savaş teknolojisine, yani devletlerin kitleleri organize ederek insanların birbirini öldürdüğü sahneler meydana getirme tekniğinde çok kritik bir değişim meydana geldi. Ateşli silahlar artık sahnedeydi. Kılıç, ok, mızrak gibi askerin bireysel kabiliyetinin öne çıktığı ‘eski savaşlar’ın yerini, hem saldırı hem savunma için, disiplin ve teknik üstünlüğün aldığı yeni bir dönem başlamış oldu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Yine de bu yeni silahların savaşları komple değiştirmesi onyedinci asrı buldu. Bu dönemde ‘trace italienne’ denilen yıldız şeklinde kaleler savunma, kalabalık ve tüfekli yaya orduları da saldırı için önemli bir hal aldı. Ordular büyüyor, evvela silahlardan ve savaştan uzak tutulan sıradan halk, bizdeki tabirle ‘reaya’ kısa bir eğitimin sonunda elinde tüfekle savaş meydanına sürülüyor. Komutanlarına itaat ederek oluyor veya öldürüyordu. Kaleleri devasa toplar yıkmaya çalışıyor, muhasaralar aylar boyu sürebiliyordu.

Bizde ana akım tarihçilik, Osmanlı’nın bu devrimin gerisinde kaldığını söyler ki Gabor Agoston ve Feridun Emecen gibi tarihçiler, bunun böyle olmadığını defaatle gösterdiler. Askerî devrim Osmanlı idaresi tarafından büyük bir şevkle adapte edilip uygulandı. Ama sonuçları Avrupa’dakinden farklı oldu. Agoston’a göre yeni savaş tipi, Batı’da merkezi devletin güçlenmesine yol açarken, Osmanlı’da tersi oldu. Hümayun seferlerine kalabalık sekban grupları getirerek savaşa büyük katkılar sunan yerel beyler, zamanla ‘ayan’ adını alarak lokal güçler haline geldiler ve Kanuni devrinde görece sağlanmış olan merkezi devlet, bu nedenle çözüldü. Tabii daha sonra II. Mahmut, bu merkeziyeti geri sağlayacaktı.

Feridun Emecen ayrıca, Osmanlı’nın ateşli silahları başlarda sadece ‘en seçkin’ birlikleri olan yeniçerilere kullandırttığına dikkat çeker. Bu onların ‘çocuk oyuncağı’ olarak görülmediğinin kanıtıdır. Yine de zamanla Anadolu’dan gelen sekbanların ve onları orduya katan ayanların gücü kaçınılmaz olarak artacaktı. Daha fenası, bu askerler tüfek yapmayı ve kullanmayı öğrenmiş bir şekilde savaştan sonra köylerine döndüklerinde, burada ‘celali’ olarak bilinen eşkıya gruplarını oluşturmalarının da önü açılmış oluyordu. Kanuni Süleyman, oğlu II. Bayezid isyanı sırasında ‘reayaya katiyen silah kullandırılmamasını’ emretmişti. Ama artık devir değişmişti.

Tımar sisteminin yetiştirdiği sipahiler, eski tip askerlerdi ve tüfeğin mertliklerini bozmasına izin vermemekte kararlıydılar. Doğrusu bu yeni teknolojinin hem Avrupa’da hem de Osmanlı ülkesinde benimsenebilmesi için onyedinci yüzyılı beklemek gerekecekti. Memluk sultanı bir rivayete göre Yavuz Selim’e ‘teke tek’ yalınkılıç cenk etmeyi teklif etmiş, padişah bu teklifi kabul etmemiş, sonra da Memluk ordusunu topa tutmuştu. Bu muhtemelen o devirde pek de onurlu bir davranış sayılmazdı. Avrupa’ya gittiğimizde, Çılgın Orlando’nun yazarı Ludovico Ariosto, sekizinci asırda geçen destanına ‘arbeküs’ eklemek gibi anakronik bir iş yapmış, bu silahı kullanmanın ‘erkeklikten’ ne kadar uzak olduğuna dikkat çekmişti.

Tabii ki masabaşında sahip olunabilecek bu tip bir idealizm, iş sahaya geldiğinde Memluklerde olduğu gibi, bir devletin sonunu getirebilirdi. Top ateşine karşı mertçe kılıç sallamak, mertçe bir ölümden başka bir şey getirmeyeceğinden, Visconti’nin tabiriyle leoparlar ve aslanlar değil, tilkiler kazanmış oldu.

Ancak bu, kılıcın ve okun tamamen ortadan kalktığını göstermez. Onun için ondokuzuncu asrı, yani sadece askerî alanı değil, insan hayatının her karesini kökünden değiştiren sanayi devrimini beklemek gerekecekti. Ondan sonra bile askerler, kullanmasalar da resmî törenlerde bellerinde kılıç bulundurmayı sürdürdüler. Geçen aylarda yaşanan ‘teğmenler vakası’nı hatırlayan herkes, bu geleneğin hâlâ devam ettiğini bilecektir.

Neticede tüfek, top, sonra tank ve bugün savaş uçakları, füzeler gibi daha nice ‘namert’ silahlar, ‘aklın yoluna’ uyulmasıyla tüm dünya orduları tarafından kullanılsa da ‘kalplerde’ kendilerine yer bulmaları için çok uzun yıllar geçmesi gerekti ve hâlâ kılıcın ‘sıcaklığına’ sahip olabildikleri pek söylenemez. Barut bedenimize sahip olabilir, ama ruhumuzu hâlâ tam anlamıyla ele geçirememiş görünüyor.

Kaynaklar

Feridun M. Emecen, Osmanlı Klasik Çağında Savaş, İstanbul: Kapı Yayınları, 2018.

Gábor Ágoston, “Osmanlı'da Ateşli Silahlar ve Askeri Devrim Tartışmaları.” Çeviren ve Yayına Hazırlayan Kahraman Şakul. İstanbul: Türkiye İş Bankası, 2015, syf. 45–84.

Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu, Klasik Çağ (1300-1600), çev. Ruşen Sezer, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003

Toplam 390 defa okunmuştur.

Pamir Şen diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.